Brexit’in anlamı hakkında içe dönük tartışmalarla geçen yedi yıldan sonra, Birleşik Krallık dış politikasında nihayet pragmatist benliğine dönüyor.
Brexit, İngiliz halkına ve hükûmetine her zaman cevaplardan çok sorular sunacaktı. Bu durum, 2016 referandum kampanyası sırasında her iki tarafın da giderek abartılı, bazen düpedüz gülünç iddialara başvurduğu ve açıkça kurgu alemlerinden koparıldığı zaman netleşmiştir. Örneğin, Vote Leave’in Ulusal Sağlık Servisi’ne haftada fazladan 350 milyon sterlin harcama sözü, Brexit oylamasının anında ülkenin 1.000 yıllık tarihindeki en kötü ekonomik çöküşü tetikleyeceğine dair korkunç uyarıları kadar saçma olmuştur.
İnsanlar bunu konuşmaya başladıktan sonra en acil soru, Downing Street 10 numaranın Brüksel ile ne tür bir çıkış anlaşması müzakere etmesi gerektiği olmuştur. Konunun ilk etapta, iki taraf arasındaki ticari ilişkilerin geleceği ile ilgili oluşu onu yeterince karmaşık hâle getirmiştir. Süreç, Shakespeare’in ortaya çıkarabileceğinden daha fazla çamur atma, siyasi entrika ve arkadan bıçaklama üretmiştir. Muhafazakâr kabineler birbiri ardına kendi anlaşma versiyonunu parlamentodan geçirmeye çalışırken hükûmetin, okulları ve hastaneleri işletmek gibi günlük işleri durma noktasına gelmiştir.
Yetmezmiş gibi, Birleşik Krallık’ın Brexit sonrası daha geniş kimliğine dair çok daha büyük, daha da akıllara durgunluk veren bir soru olmuştur: Yaşlı kadın “Britannia“, teknolojik bir devrimin, çok sayıda güvenlik sorununun ve tüm hızıyla devam eden bir iklim krizinin devam ettiği, giderek parçalanan bir dünyada kendini nasıl konumlandırmalıdır? Bu nedenle, son beş yılda, farklı Muhafazakâr hükûmetlerin politika girişimleri, esas olarak, İngiltere’nin bu yüzyılı nasıl kucaklamak istediğine dair iki geniş vizyonu yansıtmaktadır.
Boris Johnson’ın öncülüğünü yaptığı görüşlerden biri, “Küresel Britanya”dır. Bu görüş, küresel ekonomik ve siyasi çekim doğuya kaymaya devam ederken, İngiltere’yi Avrupa-Atlantik’ten Çin’e doğru yeniden konumlandırmak istemektedir. Johnson, Britanya’nın güvenliği, savunması, gelişimi ve dış politikasına ilişkin 2021 Entegre İncelemesini (2021 Integrated Review) sunduğunda, “Hint-Pasifik’e doğru eğilimin” “İngiliz halkının önümüzdeki on yıllarda emniyeti ve güvenliği için bir gereklilik” olduğundan bahsetmiştir.
Diğer dünya görüşü, İngiltere’yi Avrupa-Atlantik’e fazlasıyla demirlemiş olarak görmektedir. Bu görüş, geçen Ekim ayında göreve başladığından beri Başbakan Rishi Sunak’ın dış politikasının merkezinde yer almıştır. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı, İngiliz politika yapıcılarının ve onun güvenlik ve istihbarat topluluğunun zihinlerini açıkça Avrupa’ya odaklamıştır. Ancak Sunak aynı zamanda Avrupa’yı acil dış politika önceliği hâline getirmiş ve Kuzey İrlanda Protokolü’nün İrlanda Denizi üzerinden Kuzey İrlanda’ya ticareti yapılan İngiliz mallarının AB’nin tek pazarının bütünlüğünden ödün vermeden idare edilmesiyle ilgili kısımlarını iyileştiren Windsor Çerçevesi’ni müzakere etmiştir. Sunak, “Avrupa-Atlantik’in güvenliği ve refahı, Avrupa ilişkilerimizin yeniden canlandırılmasıyla desteklenen temel önceliğimiz olmaya devam edecek” demiştir.
(John F. Jungclaussen, tasam.org)
Makalenin tamamını okumak için tıklayın