Geçen hafta bir ders konusu için Aristoteles’in (Aristo) “Atinalıların Devleti” isimli kitabını okudum. Kitap, İş Bankası Kültür Yayınları’nın kurucusunun adıyla yayınladığı Hasan Âli Yücel klasikleri dizisinden. Kitabın ön sözünde Yücel’in 1941 yılındaki yazısı var. Şöyle başlıyor:
‘’Hümanizma ruhunu anlama ve duymada ilk aşama, insan varlığının en somut anlatımı olan sanat yapıtlarının benimsenmesidir. Sanat dalları içinde edebiyat, bu anlatımın düşünce öğeleri en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir ulusun, diğer ulusların edebiyatlarını kendi dilinde, daha doğrusu kendi düşüncesinde yinelemesi; zekâ ve anlama gücünü o yapıtlar oranında artırması, canlandırması ve yeniden yaratması demektir.”
Hasan Âli Yücel döneminde Bakanlığa bağlı olarak kurulan Tercüme Bürosu tarafından 1940-1966 yılları arasında Batı klasikleri başta olmak üzere 1247 eser çevrildi. Çevrilen eserler arasında Yunan ve Latin klasikleri de yer alıyor. Bu eserler sadece o dönemde değil, ön sözde de belirtilen Hümanizm öncesinde de gerek orijinal dillerinden gerekse de Arapça çevirilerinden Avrupa’da biliniyor ve okunuyordu. Skolastik dönemde bu antik felsefi eserler kilisenin gözetimi altında dünyayı teolojik perspektiften anlamak ve açıklamak amacı ile okutuluyordu. Skolastik düşüncenin ardından kilisenin ve dinin sorgulandığı dönemlerde de ise hümanist düşüncenin temel taşları oldu ve Reform ile Rönesans çağına giden yolu döşediler.
Hümanizmin en önemli isimlerinden birisi kuşkusuz Hollandalı bir düşünür ve yazar olan Desiderius Erasmus’dur. Orta Çağ Avrupa’sında “Skolastik” adı verilen ve kilise kurumunun hakimiyetine dayanan bir dünyada mutlak otoriteyi sorgulayan, bağımsız düşünceye yol açan adımlar atmıştır. Erasmus, çağının önyargılarına karşı sıkı bir mücadele vermiş düşünce ve kültür adamıdır. Ateşli dinsel tartışmaların yaşandığı bir dönemde Katolik Kilisesinin yanlışları yanında reform yanlılarının da hatalarını ortaya sermekten çekinmemişti.
Erasmus Yunanca ve Latinceye oldukça hâkimdi. Bu nedenle Vulgata gibi Latince Kutsal Kitap çevirilerini, Yunanca Kutsal Yazıların en eski Yunanca elyazmalarıyla karşılaştırabildi. Bunun neticesinde Kutsal Yazıların o dönemde yaygın olan dillere doğru olarak tercüme edilmesi gerektiğini savundu. 1516 yılında Erasmus Yeni Ahit’i Yunanca olarak yayımladı. Böylece, Kutsal Yazıların bu kısmı ilk defa Yunanca olarak basılıp yayımlanmış oldu. Erasmus’un bu çalışmasında Vulgata’dan farklı olan kendi Latince çevirisi ve ayrıntılı notları da yer alıyordu.
San Pietro Kilisesinde Papa 2. Julius’un mozolesinin bulunduğu yerde Michelangelo tarafından 1513-1515 yılları civarında yapılan “Musa’nın Hükmü” heykeli vardır. Heykelde Musa boynuzlarla tasvir edilmiştir. Aziz Jerome İncil’i İbranice ve Yunancadan Latinceye tercüme etmesiyle tanınan Hristiyan bir rahiptir. Kutsal kitaptaki Mısır’dan çıkış (34:29-30) bölümünde İbranice aslında geçen “qaran-keren” kelimesi “ışıldama, ışık halesi” demektir. Ama aynı kelime, köken itibarıyla “boynuz” anlamına da gelmektedir. Jerom tercümesinde ikinci anlamını kullanmıştır. Bu durumda, Sina Dağından inen Musa’nın başında da ışık haleleri değil de iki boynuz vardır. Bu hatayı Erasmus fark etmiş ve düzeltmiştir. İsa’dan sonra 400’ler civarında yaşamış Aziz Jerome’dan Erasmus’a kadar bin sene boyunca fark edilmemiş bu hata.
Erasmus o çalışmasının önsözünde şöyle yazmış: “Halkın Kutsal Yazıları okumasına karşı olan ve Kutsal Yazıların yaygın olarak konuşulan dillere çevrilmesine izin vermeyenlerle kesinlikle hemfikir değilim.” Onun yayımladığı gözden geçirilmiş baskılar sayesinde Yunanca Kutsal Yazılar Avrupa dillerine daha iyi şekilde tercüme edilebildi. Martin Luther Kutsal Yazıların bu kısmını Almancaya, William Tyndale İngilizceye, Antonio Brucioli İtalyancaya ve Francisco de Enzinas İspanyolcaya çevirirken bu baskılardan yararlandı.
Hasan Âli Yücel’in kurduğu Tercüme Bürosu da Türk insanının birçok klasik eseri kendi dilinde okumasını sağladı. Yukarda bahsettiğim kitaptaki ön sözüne şöyle devam ediyor Yücel: “Hangi ulusun kitaplığı bu yönde zenginse o ulus, uygarlık dünyasında daha yüksek bir düşünce düzeyinde demektir. Bu bakımdan çeviri etkinliğini sistemli ve dikkatli bir biçimde yönetmek, onun genişlemesine, ilerlemesine hizmet etmektir.”
Yücel’in aydınlanma çalışmaları tercüme ile sınırlı değildi. Türk Dili Tetkik Cemiyetinin, bugünkü adıyla Türk Dil Kurumunun kurulmasıyla etimoloji kolu başkanlığına gelen Hasan Âli Yücel bu görevinden sonra, İzmir Milletvekili olarak meclise girmiş ve 1938’de millî eğitim bakanı olmuştur. Hasan Ali Yücel bakan olarak bir döneme damgasını vuran Köy Enstitülerini kurdu. Yine Yücel’in bakanlık yaptığı dönemde, Devlet Konservatuvarı (1940), Ankara Fen Fakültesi (1943), İstanbul Teknik Üniversitesi (1944) ve Ankara Tıp Fakültesi (1945) kuruldu, ardından da 1946’da 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu çıkarıldı.
Türkiye Cumhuriyeti, yine onun çabaları ile UNESCO’nun 20 kurucu üyesi arasında yer aldı. UNESCO doğumunun 100. yılına denk gelen, 1997 yılını Türk ulusuna yaptığı çabaları insanlığa bir kültür hizmeti olarak görerek Hasan Âli Yücel’i Anma Yılı olarak ilan etmiştir. II. Dünya Savaşı’nın ardından UNESCO’nun ilk toplantısına katılan Yücel şöyle bir konuşma yapmış:
“Biz buraya, son yirmi yıl içinde, insanlığın yeni isteklerine uymak için bütün kurumlarında inkılap yapmış ve yeni nesillerini barış ve sevgiyle Uluslar arası dostluğa inanla yetiştirmiş bir ulusun temsilcileri olarak katılıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden beri, kendi güven ve rahatını, başka ulusların güven ve rahatlığında aramıştır. İnkılapçı Türk devletinde milli eğitim esasları şunlar olmuştur: a) Bütün dünya milletlerini tanımak, anlamak, saymak, b) Kapalı bir kültürde mahpus kalmayarak, insanlığın ortak kültür kaynaklarına gitmek, c) Yurttaşlar arasında ırk, din, dil, sınıf farkı gözetmemek.”
Son günlerde gündemde Z kuşağının “eski Türkiye”yi bilmediği konusunda bazı sitemler vardı. Katılıyorum ben de. Mesela bu yazıyı okusunlar, “Eski Türkiye’de böyle bir milli eğitim bakanı varmış” diyebilsinler.