Doğduğum, ömrümü geçirdiğim, dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan canım İstanbul’dan ayrılalı bir buçuk yıl oldu.
Peki, neden veda etmek istedim her şeyim olan bu kente? Hatta bu soruyu bana ilk olarak Medya Günlüğü yazarı değerli öğretmen İlhan İlmenöz sormuştu. Ardından da, “Yazsanız, merak ediyorum” diye de eklemişti.
Biliyorum hayat güllük gülistanlık değil, daha çok acı ve araya karışık sevinçlerle dolu… Yaşam az çok birbirine benzer hikâyelerle seyir halinde…
Dünyayı sarsan korona zamanlarında hepimiz evlere kapanmışken… Kendime bir zeytin ağacı hediye etmiştim. Hoş bir saksıya aktararak başköşeye yerleştirmiştim. Evin içinde nereye gidersem mesela, balkonda kahve içeceğim yanıma alıyordum. Salonda kitap okuyacağım yine yanımda. Ortalığı toplayacaksam görebileceğim yüksek bir dolap üzerinde… Ta ki, oğlum kucağında zeytin ağacını dolaştıran annesine “yerini sürekli değiştirirsen küsecek sana” diye hatırlatınca evin içerisinde gezdirmeyi bıraktım.
Çiçekleri, ağaçları, doğayı tanıma isteğim her zaman ağır bastığından geçtiğimiz günlerde Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Çiftçi Eğitim Merkezi’nin (BAÇEM) açtığı teorik ve uygulamalı bahçıvanlık kursuna katıldım. Anadolu florasında 12.000’e yakın bitki çeşitliliği varmış. Flora, Roma mitolojisinde çiçek ve bahar tanrıçasının adı. Türkiye’de belediyelerin ilk kurduğu tıbbi bitkiler bahçesi İstanbul Zeytinburnu’nda… Daha sonra Kütahya’da açılmış ve 2018 yılında yapımı tamamlanıp açılan Balıkesir Burhaniye üçüncü sırada. Farklı iklim ve coğrafi bölgelerden alınan örnek bitkilerin özenle yetiştirilip, bakıldığı, sergilendiği yerler botanik bahçeleri…
İstanbul’da yıllar önce özel olarak açılan Nezahat Gökyiğit Botanik Parkını gezmiştim. Ve tabii ki Orman Fakültesine bağlı büyüleyici ağaç ve bitki çeşitliliğe ev sahipliği yapan Atatürk Arberatoryumu’nu. Özellikle sonbaharda ruhunuza, yüreğinize muhteşem bir sanat gösterisi sunuyor huzurlu bahçeler!
Aslında dersleri dinlerken öncelikle şunu fark ettim, sevdiğim çiçeklere, ağaçlara zarar verdiğim olmuş. Hani rahmetli Tuncel Kurtiz’in o etkileyici sesiyle okuduğu şiir geldi aklıma;
“Oysa herkes öldürür sevdiğini,
Kimi yeterince sevmez
Kimi fazla sever
Kimi satar
Kimi de satın alır
Kimi gözyaşı döker öldürürken
Kimi kılı kıpırdamadan
Çünkü herkes öldürür sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez”
Evet, sadece sevmek yeterli değil, bitkilerin dilinden anlamak, seslerini duyabilmek önemliymiş. Bu şiire göre beni satır aralığına ekleyecek olsam, “Kimi çok su verip, boğar sevdiğini “ doğru mısra olacak. Sulama konusunda suyu çok seven biri olarak elime hortumu alıp tüm bahçeyi baştan aşağı saatlerce suladığımdan hatta gün batımına doğru ağaçlara tuttuğum su ile gökkuşağı bile oluşturmuş biri olarak ne kadar yanlış sulama yaptığımı anladım.
Oysa zeytin ağaçları sulanmazmış. Kökleriyle topraktan aldıkları suyu kullanırlarmış. Site bahçelerinde sulandıkları için zeytin ağaçlarının dalları kansere yakalanıyormuş. Sulama yapılırken bitki ve ağaçların yapraklarına su değmemeliymiş mantar hastalığına neden oluyormuş. Mesela 06.00 ile 08.00 arası en ideal sulama zamanlarıymış. Akşamları sulanan bitki gece suya ihtiyaç duymadığı için köklerinde biriktiğinden zamanla kökleri çürürmüş. Damlama sulama sistemi öneriliyor ve susuzluğa doğru ilerleyen dünyamızda bölgenin iklim ve toprak yapısına göre çok su istemeyen bitki ve ağaç dikimi uzun vadede avantaj sağlayacak görünüyor.
Ve yeri gelmişken en çok sevdiğim güzelim begonvillerden, mandalina ağacımdan özür diliyorum. Sırf sevgim yüzünden onları gözümün önünde tutmak uğruna poyraza karşı büyütmeye zorlamama ne demeli?
BAÇEM Şube Müdürü öğretmenimiz Nazım Tanrıkulu ders esnasında yurt dışında getirdiği minik bir aleti, cep telefonu büyüklüğünde, iki kablo çıkışlı ve uçlarında bulunan elektrotları bir bitkinin yapraklarına bağladı. Bilgisayardan seçtiği bir program sayesinde bitkinin sesini duymamıza olanak sağladı. Çok etkilendim. Hani rüzgârda özellikle çınar ağacının yapraklarının sesini dinlemeye bayılırım. Bir bitkinin yaşam nefesini duyabilmek ise olağanüstüydü. Mesela orman yangınlarında yanan ağaçlara bağlanıldığında hiç ses vermiyormuş maalesef. Bazıları ise ses verince hâlâ hayatta oldukları anlaşıldığından o ağaçlar kesilmiyor, kendilerini toparlamaları için zaman veriliyormuş.
Orman yangınları dedim de geçen aylarda hayatımda ilk defa arka arkaya iki orman yangınını yakından gördüm. Birincisi çıkar uğruna ateşe verildiği resmen belli olan yangında zeytin ağaçları, bölgede yaşayan canlılar içim yanarak söylüyorum küle döndü. İkinci yangında ise şehirden yazlığına gelen bir kişinin birkaç komşusunu da toplayıp villasının bahçesinde yaktığı kazan ateşinin rüzgârla bir anda sıçraması sonucu kaynaklanan orman yangınıydı. Ne uğruna yandı üzerinde meyveleri olan zeytin ağaçları ve canlılar diye sorarsanız? Salça! Domates salçası.
Bitkilere bakışıma farklı yeni bir pencere açan BAÇEM’de Ar-Ge ve Ür-Ge tıbbi ve aromatik bitki çalışmaları yapılıyor. İnsanlarla bitkilerin dünyası arasında bir köprü oluşturularak iletişim kurulması sağlanıyor. Doğada şifalı bitkiler hakkında bilgiler sunuluyor. Çiftçilere fidan ve fide yetiştiriciliğinde, gübre, sulama, budama, damıtma konularında destekler, teknik bilgiler veriliyor.
Türkiye’deki organik topraklar yüzde 1 ile 2 arasında değer ile değişiyormuş, oysa ideal yüzde 5 olmalıymış. Son 50 yılda ticari gübreler ile topraklarımızın gücü aslında düşmüş. Gübre bitkiyi büyütüyor, daha çok ürün alınmasını sağlıyor görünse de bütün bunlar uzun vadede yanılsama…
Kiraz ağacının erkek ve dişisi olduğunu biliyor muydunuz? Beyaz kiraz erkek kiraz ağacıymış. Ihlamur ağacının da aynı şekilde erkek ve dişisi varmış. Hamile kadınların ıhlamur çayını günde iki bardaktan çok tüketmeleri düşük yapmalarına neden olabiliyormuş.
Bitkilerin onları seven böcek dostları, şifacıları varmış. Ölmez çiçek üzerinde mutlaka güzel sev beni kelebeği görülürmüş. Hatmi çiçeği ile arkadaşlık eden böcek dünyanın her yerinde hatmi böceğiymiş. Uğur böceği bitkiye zarar veren haşereleri yiyerek beslendiğinden şifacıymış.
“Bir bitki olsaydınız ne olurdunuz” diye bir soru sordu öğretmenimiz… Ben de hemen anlık olarak nergis dedim. Kokulu çiçeklerde en çok sevdiğimdir nergisler ve frezyalar… Bu arada zeytin ağaçları arasında nergis, kekik gibi bitkiler yetişirse zeytinin aroması daha nefis olabilirmiş. Sonra yine düşündüm bu soruyu ve cevabım iğde ağacı olurdum. İğde ağaçları rüzgâra, fırtınaya dayanıyor, her türlü verimsiz topraklara rağmen yetişiyor, tüm mevsimler yeşil kalıyor ve her yıl mis gibi kokan çiçeklerini iğdelere dönüştürüyor. Aslında bilgi bombardımanı yaşadığım eğitim günlerinden sizlere aktaracak o kadar çok konu var ki…
Sevgi ile diyerek, “Siz hangi bitki olurdunuz?” sorusuyla baş başa bırakıyorum sizleri…
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: