Pazartesi, 13 Eki 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
Köşe Yazıları

‘Bırakınız yapsınlar bırakınız ölsünler’

İnan Özbek
Son güncelleme: 3 Mart 2023 00:00
İnan Özbek
Paylaş
Paylaş

Fransızca “Laissez faire laissez passer” yani “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” sloganı, Batı’da liberal ekonomi felsefesi ortaya çıktıktan ve liberal kapitalizmin adeta İncil’i olan Adam Smith’in “Ulusların Zenginliği” adlı yapıtıyla esasları net bir biçimde ortaya konulmasından bu yana söz konusu siyasal ve ekonomik ideolojinin özünü ifade etmiştir.

Liberal ekonomik felsefenin özünü oluşturduğu klasik iktisadın yüzlerce yıllık tarihi, insanlar özellikle de çalışanlar açısından yoksulluk ve ölüm hikayeleriyle yazılmıştır ne yazık ki. Temel insan haklarından öncelikle mülkiyet hakkının güvence altına alındığı, girişimciliğin önündeki tüm engellerin kaldırıldığı ve devlet otoritesinin başta güvenlik ve adalet hizmetleri olmak üzere temel görevlerini yerine getirmenin ötesinde ekonomik işleyişe hiçbir şekilde müdahil olmadığı bir sistemde, görünmez elin ekonomik sistemin en uygun bir şekilde çalışmasını kendiliğinden sağlayacağını vaaz eden liberalizmin iyi niyetli görüşü, cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir sözünü haklı çıkarırcasına, toplumun çoğunluğunu oluşturan alt gelir grupları için cehennemin ta kendisini yaratmıştır.

Devletin ekonomik açıdan nötr olduğu, ekonomik işleyişin görünmez ele bırakıldığı 1700’lü ve 1800’lü yılların liberal Avrupa’sında, başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere çalışanların insanlık dışı çalışma şartları ve makine başında ölen çocukların yürek burkan hikayelerinin yarattığı vahşi kapitalizm olgusu, liberal ekonominin tarihindeki kara sayfalardan biridir yalnızca.

1800’lü yılların sonlarında liberal Avrupa ve Amerika’da yaşanan ve kapitalizmin ilk büyük krizi denen; ‘Uzun Depresyon’ ve bu çöküşün ortaya çıkardığı geniş çaplı işsizlik, yoksulluk ve sefalet, pür kapitalist ekonomik modelin çalışanlara çıkardığı ağır faturalardan biridir. Kapitalizmin bayraktarlığını eline alan ABD’de 1929 yılında patlak veren ve bütün dünyayı ekonomik bir altüst oluşa sürükleyen ‘Büyük Buhran’da insanlara, aşırı yoksullaşmayı, dayanılmaz bir sefaleti ve ölümü yaşatmıştı.

Pür liberal politikaların yol açtığı krizlerin tekrar etmemesi için, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı ülkelerin öncülüğünde oluşturulan yeni ekonomik modelde, Keynesyen politikalara da başvurularak, belli noktalarda devlet müdahaleciliği uygulansa da, 1970’lerde yaşanan yeni bir küresel krizle bu sistem çökmüş, 70’li yılların sonlarına doğru liberal serbest piyasacı politikalara geri dönülmüştür.

Neoliberal olarak adlandırılan ve esasında günümüzde de devam eden yeni dönemde liberal kapitalizmin krizleri bitmemiş, sistemin doğası gereği ürettiği krizler belli dönemlerde tekrar gündeme gelmiştir. Liberal kapitalizmin 2008 yılında ürettiği küresel finans krizi de, özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde yüksek oranlı işsizliği, yoksulluğu ve gelir adaletsizliğini beraberinde getirmiştir.

Bu süreçte çok uluslu dev şirketlerin kimi yöneticilerinin, Marx’ın kapitalizm kaçınılmaz olarak dönem dönem krizler üretir saptamasını hatırladıkları ve Das Kapital’i masalarının çekmecelerinde bulundurup gizli gizli okudukları bilinen bir gerçektir. Son küresel salgın sürecinde, gelişmiş Batılı kapitalist ülkelerde binlerce insanın, yeterli bir sağlık hizmeti alabilmeleri durumunda kurtulabilecekken, büyük ölçüde ticarileştirilmiş bulunan sağlık hizmetlerine ulaşamadıkları için birer birer ölmesi insan yaşamını ilgilendiren sağlık gibi temel bir kamu hizmetinin, piyasanın görünmez elinin insafına terk edilemeyeceğini, son derece trajik olan bir utanç tablosuyla hepimize bir kez daha gösterdi kanımca.

Fotoğraf: DHA

Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.

EtiketlendiEkonomi
Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
Yazanİnan Özbek
Takip et:
İstanbul Üniversitesi'nden mezun. Uzun yıllar bankacılık ve finans sektöründe çalıştı. Ekonomi tarihi ve teorileri alanlarında derinleşmeye çalışmakla birlikte, güncel ekonomik gelişmeler hakkında da fikir yürütme çabasında.
Önceki Makale ‘Kitap yazmaya başladım’
Sonraki Makale Küçük Kaynarca’dan Donbas’a

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

EditörKöşe Yazıları

“Guggenheim Etkisi”

Emre Dilek
12 Ekim 2025
EditörKöşe Yazıları

Beyin yeniyi mi sever eskiyi mi? 

Dr. Nevin Sütlaş
12 Ekim 2025
Köşe Yazıları

Gazze’de Trump ve Erdoğan’ın “kırılgan ateşkesi…”

Aydın Sezer
11 Ekim 2025
Köşe Yazıları

Görünmeyen kafeslerimiz…

İnan Özbek
10 Ekim 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?