Fransızca “Laissez faire laissez passer” yani “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” sloganı, Batı’da liberal ekonomi felsefesi ortaya çıktıktan ve liberal kapitalizmin adeta İncil’i olan Adam Smith’in “Ulusların Zenginliği” adlı yapıtıyla esasları net bir biçimde ortaya konulmasından bu yana söz konusu siyasal ve ekonomik ideolojinin özünü ifade etmiştir.
Liberal ekonomik felsefenin özünü oluşturduğu klasik iktisadın yüzlerce yıllık tarihi, insanlar özellikle de çalışanlar açısından yoksulluk ve ölüm hikayeleriyle yazılmıştır ne yazık ki. Temel insan haklarından öncelikle mülkiyet hakkının güvence altına alındığı, girişimciliğin önündeki tüm engellerin kaldırıldığı ve devlet otoritesinin başta güvenlik ve adalet hizmetleri olmak üzere temel görevlerini yerine getirmenin ötesinde ekonomik işleyişe hiçbir şekilde müdahil olmadığı bir sistemde, görünmez elin ekonomik sistemin en uygun bir şekilde çalışmasını kendiliğinden sağlayacağını vaaz eden liberalizmin iyi niyetli görüşü, cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir sözünü haklı çıkarırcasına, toplumun çoğunluğunu oluşturan alt gelir grupları için cehennemin ta kendisini yaratmıştır.
Devletin ekonomik açıdan nötr olduğu, ekonomik işleyişin görünmez ele bırakıldığı 1700’lü ve 1800’lü yılların liberal Avrupa’sında, başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere çalışanların insanlık dışı çalışma şartları ve makine başında ölen çocukların yürek burkan hikayelerinin yarattığı vahşi kapitalizm olgusu, liberal ekonominin tarihindeki kara sayfalardan biridir yalnızca.
1800’lü yılların sonlarında liberal Avrupa ve Amerika’da yaşanan ve kapitalizmin ilk büyük krizi denen; ‘Uzun Depresyon’ ve bu çöküşün ortaya çıkardığı geniş çaplı işsizlik, yoksulluk ve sefalet, pür kapitalist ekonomik modelin çalışanlara çıkardığı ağır faturalardan biridir. Kapitalizmin bayraktarlığını eline alan ABD’de 1929 yılında patlak veren ve bütün dünyayı ekonomik bir altüst oluşa sürükleyen ‘Büyük Buhran’da insanlara, aşırı yoksullaşmayı, dayanılmaz bir sefaleti ve ölümü yaşatmıştı.
Pür liberal politikaların yol açtığı krizlerin tekrar etmemesi için, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı ülkelerin öncülüğünde oluşturulan yeni ekonomik modelde, Keynesyen politikalara da başvurularak, belli noktalarda devlet müdahaleciliği uygulansa da, 1970’lerde yaşanan yeni bir küresel krizle bu sistem çökmüş, 70’li yılların sonlarına doğru liberal serbest piyasacı politikalara geri dönülmüştür.
Neoliberal olarak adlandırılan ve esasında günümüzde de devam eden yeni dönemde liberal kapitalizmin krizleri bitmemiş, sistemin doğası gereği ürettiği krizler belli dönemlerde tekrar gündeme gelmiştir. Liberal kapitalizmin 2008 yılında ürettiği küresel finans krizi de, özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde yüksek oranlı işsizliği, yoksulluğu ve gelir adaletsizliğini beraberinde getirmiştir.
Bu süreçte çok uluslu dev şirketlerin kimi yöneticilerinin, Marx’ın kapitalizm kaçınılmaz olarak dönem dönem krizler üretir saptamasını hatırladıkları ve Das Kapital’i masalarının çekmecelerinde bulundurup gizli gizli okudukları bilinen bir gerçektir. Son küresel salgın sürecinde, gelişmiş Batılı kapitalist ülkelerde binlerce insanın, yeterli bir sağlık hizmeti alabilmeleri durumunda kurtulabilecekken, büyük ölçüde ticarileştirilmiş bulunan sağlık hizmetlerine ulaşamadıkları için birer birer ölmesi insan yaşamını ilgilendiren sağlık gibi temel bir kamu hizmetinin, piyasanın görünmez elinin insafına terk edilemeyeceğini, son derece trajik olan bir utanç tablosuyla hepimize bir kez daha gösterdi kanımca.
Fotoğraf: DHA
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.