“Beyaz Türkler hayvanlarınıza sahip çıkın” sözü bir süre önce bu ülkenin en yüksek makamı tarafından söylendi.
Toplumun bir kesimini renkleri ile ayrıştırmak ırkçılığın tariflerinden biridir, insanlar yüzyıllarca beyaz ırk, siyah ırk, sarı ırk, Kızılderililer, vs. diye farklı renklerde sınıflara ayırmışlardı. Bereket 19 yüzyılın sonlarından itibaren toplumsal eşitlik fikri ortaya çıktı da insanlar ırk, cinsiyet, yaş gibi kişi kimliğinin değişmez bir parçasının ayrımcılıkta kullanılmasının önüne geçildi.
Bazı gruplar bu sözcüğü ırkçılık olarak kabul etmeyebilir veya başka bir anlam yüklemek isteyebilir ama o zaman da bu sözlerin ön yargı ile söylenmiş olduğunun bilinmesi gerekecektir, zira ön yargı dediğimiz şey; bir grubun üyelerinin bir başka grup hakkındaki fikirleri ve ona takındığı tutuma atıfta bulunur.
Ön yargılı bir insanın peşin hükümlü görüşleri, çokluk doğrudan bir delil veya veriye değil, dedikoduya veya söylentiye dayanır, üstelik ön yargılar çoğu zaman yeni bir bilgi karşısında bile değişmeye direnirler. İnsanlar kendilerini özdeşleştirdikleri gruplara yönelik olumlu ama diğerlerine karşı da olumsuz ön yargılar besleyebilir. Burada bilmemiz gereken şey belirli bir gruba karşı ön yargılı olan birisi bu grubu asla tarafsız bir biçimde değerlendiremez.
Ön yargı ayrımcılığın temelidir, ayrımcılığın siyasetteki karşıtlığı da en hafifinden popülizmdir, Popülist liderlerin hayat suyu ayrımcılıktır zira popülist politikalarını sürdürmeleri birbirine mesafeli duran ayrıştırılmış grupların varlığına bağlıdır.
Popülist liderler toplumu “gariban saf halk” ve “yozlaşmış elitler” olarak iki homojen ve karşıt kamp olarak ayrıştırıp, sürekli olarak da seçilmiş elitlerin, saf halkı sömürdüğünü, hor gördüğünü, onları asla insan yerine koymadığı ve kendi özel çıkarlarını halkın genel çıkarlarının üstünde tuttuğunu söyler.
Halkın egemen bir siyasi güç olabileceğini ancak iktidardaki seçkin elit yöneticiler tarafından yeterince iyi temsil edilmedikleri popülist liderlerin söylemlerinin ana fikridir. Bu insanlar kendilerinin de halkın arasından çıkmış olduklarını söyleyip ve her fırsatta zengin yönetici elitlerin dahil olduğu “seçkinleri” halka şikayet etmeyi esas alırlar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin en üst makamında bulunan Recep Tayyip Erdoğan da popülist bir lider olarak “Milletin Adamı” sloganı ile İstanbul’un en çetin semtlerinden biri olan Kasımpaşa’dan çıkıp, Türkiye’nin “seçkinleri” olarak sunulan Kemalistlere ve Kemalist düzene kafa tutmuş gözü pek bir siyasetçi olarak lanse edilmiştir.
Seküler Kemalistler genellikle muhafazakar kesim tarafından “Beyaz Türkler” olarak adlandırılmaktadır, Türklük veya Beyaz Türklük bir kimlik ifade eder. İnsanların çeşitli kimlikleri vardır, bunlardan bazıları doğumla beraber yaşamlarının bir parçasıdır, ırkı, dini, milliyeti gibi. Bazıları ise sonradan oluşur, mesleği, taraftarı olduğu spor kulübü veya siyasi parti, fiziksel özellikleri gibi.
İnsanların kimliklerini sembollerle sınıflandırmak tehlikeli sonuçlar doğurabilir, aynı kimliği taşımayan ama aynı sembolü kullanan insanlara haksızlık yapılmış olur. İran’da yaşadığım dönemlerde yani 1982 yılı başlarında İran İslam Devrimi gerçekleşmiş, Sah Rıza Pehlevi ülkeden kaçmış, İmam Humeyni İran’ın ruhani lideri olarak sürgün gittiği Paris’ten dönüş yapmış ve Irak-İran savaşı henüz yeni başlamıştı.
Yönetici olarak çalıştığım şirket beni Tahrana “expat” olarak yolladı, görevim icabı bakanlıklara girip çıkmam gerekiyordu. Gittiğim bütün resmi kuruluşlarda erkeklerin kravatsız ve suratlarında birkaç günlük sakal ile çalışmaları garibime gitmişti, İranlı temsilcimize sorduğumda, “Kravat şah taraftarlığının sembolüdür, Şah taraftarını ve kravat takanları kimse sevmez burada, sen de takmazsan iyi olur” demiş ve beni uyarmıştı, nitekim birkaç gün sonra yine bir Türk arkadaşımız bir akşam iş dönüşü kravatı yüzünden birkaç kişi tarafından hırpalanmıştı.
Yabancı olduğunu söylemesi bile onun bazı fanatiklerden birkaç tokat yiyip, kravatının boynundan çıkarılmasını engellememişti, üstelik garibimin Şah Rıza Pehlevi taraftarlığı ile uzaktan yakından bir alakası da yoktu.
İşte şimdi biz de benzeri bir tehlike ile karşı karşıyayız, “Hayvan sever Beyaz Türkler” sözcüğü Kemalistlerden hoşnut olmayan bazı grupların, hayvanları seven ama Kemalist olmayan insanların belirli bir grup tarafından ön yargı ile “Beyaz Türk” olarak değerlendirmesine yol açacaktır.
Umarız ki insanları kimlikleri ile sınıflandırmak ve bir grubu diğer bir gruba şikayet edip toplumda düşmanlık yaratmak gafletine düşmeyiz…