Uluslararası siyasetin en acımasız gerçeklerinden biri, insani trajedilerin çoğu zaman büyük güçlerin hesapları arasında araçsallaştırılmasıdır.
Tarih boyunca bunun örnekleri sayısızdır: Balkanlar’da etnik temizlik, Ruanda’da birkaç ay içinde yüz binlerin ölümü, Bosna’da Srebrenitsa katliamı, Myanmar’da Arakan Müslümanlarının yok sayılması… Bu listeye şimdi Gazze’nin eklenmiş olması insanlığın ortak belleği açısından ürkütücü bir sürekliliği ortaya koyuyor. Gazze’de yaşanan ağır yıkım, sivillerin kitlesel ölümü ve altyapının neredeyse tamamen yok edilmesi bu çıplak gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi.
ABD, İsrail’e verdiği koşulsuz destekle kendini küresel ölçekte savunulması zor bir konuma iterken, Rusya bu tabloyu kendi lehine çevirmeye yöneldi. Kremlin’in söylemi “uluslararası hukuk”, “soykırım iddiaları” ve “insani ateşkes” kavramları üzerinden biçimlendi. Moskova, Washington’u insani değerleri hiçe sayan bir güç olarak göstermek için bu söylemi sürekli kullandı. Rus basını ve resmi yetkililer, her fırsatta “Batı’nın çifte standartlarını” hatırlattı.
Ancak bu stratejinin arkasında farklı hesaplar vardı. Putin yönetimi için mesele yalnızca Filistin halkının maruz kaldığı zulmü durdurmak değildi. Esas hedef, Ukrayna’daki savaş nedeniyle kaybedilen diplomatik meşruiyeti kısmen geri kazanmak, ABD karşıtı blokta kendine yeni bir rol biçmek ve İran gibi bölgesel aktörlerle ilişkileri güçlendirmekti. Kısacası, Gazze’de akan kan Kremlin açısından bir dış politika fırsatına dönüştü ve uluslararası arenada kullanışlı bir koz haline getirildi.
Tam da bu noktada yazının merkezinde yer alması gereken bir hatırlatma yapmalıyız: bazen bir soykırım, sadece bir soykırımdır. Ne jeopolitik vitrin, ne büyük güç rekabeti, ne de uluslararası hukukun araçsallaştırılması bu yalın gerçeği ortadan kaldırabilir. Gazze’de öldürülen çocuklar, bombalanan hastaneler, açlıkla boğuşan siviller yalnızca satranç tahtasındaki taşlar değildir; onların hikâyesi, diplomasi masalarında hesap edilen kartlardan ibaret olamaz.
Rusya’nın Çifte Yüzlü Gazze Politikası
Rusya uzun yıllar boyunca İsrail ile Filistin arasında görece dengeli bir çizgi sürdürmeye çalıştı. 1990’lardan itibaren İsrail’le diplomatik ilişkilerini geliştirdi; özellikle teknoloji, ticaret ve göç alanında yoğun temaslar yaşandı. Aynı dönemde Filistin Kurtuluş Örgütü ve Hamas’la da irtibat kanalları açık tutuldu. Kremlin, bu “denge” sayesinde hem İsrail nezdinde hem de Arap dünyasında kendine yer açmayı başardı.
Suriye iç savaşı bu denge politikasının en görünür örneklerinden biriydi. İsrail’in Suriye’deki İran bağlantılı hedeflere düzenlediği yüzlerce hava saldırısına Rusya genellikle sessiz kaldı. Rus hava savunma sistemleri çoğu zaman devreye sokulmadı. Bu durum, Moskova’nın Tel Aviv’le sessiz bir koordinasyon içinde olduğuna işaret ediyordu. Aynı zamanda Rusya, Filistin yönetimleriyle ilişkilerini sürdürdü ve Hamas’ı da uluslararası sistemde meşruiyet arayan bir aktör olarak Moskova’ya davet etmekten çekinmedi.
Fakat Ukrayna savaşının patlak vermesiyle birlikte bu denge fiilen sona erdi. Batı’nın ağır yaptırımları, Rusya’yı İran’la daha yakın bir ittifaka yöneltti. Gazze savaşı bu yeni tabloyu pekiştirdi. Moskova, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü operasyonları en sert biçimde eleştiren aktörlerden biri haline geldi. Putin, sivil nüfusun topyekûn yok edilmesine varan saldırıları “soykırıma benzeyen” uygulamalar olarak tanımladı. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov hemen her konuşmasında “uluslararası hukukun ihlali” vurgusu yaptı. Bu sert dil, Rusya’yı ABD karşısında farklı bir pozisyona konumlandırdı ve ona özellikle Küresel Güney’de yeni bir imaj kazandırdı.
Bununla birlikte Rusya’nın sahada yarattığı somut etkiler sınırlı kaldı. Moskova, Hamas heyetini ağırlayarak diplomatik bir jest yaptı. Ama bu temas Filistinlilerin hayatında doğrudan bir iyileşme yaratmadı, yaratamadı. BM Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin veto ettiği “insani ateşkes” kararlarını destekleyerek Washington’u yalnızlaştırdı; fakat daha sonra kritik oylamalarda çekimser kalarak söylemini pragmatik çıkarlarına uyarladı. Rusya’nın Gazze’deki sivil ölümler karşısında dile getirdiği sert ifadeler, Suriye’de İsrail’le kurduğu sessiz koordinasyonu bozmadı. İsrail uçakları İran bağlantılı hedefleri vurmaya devam ederken, Moskova çoğu zaman sessiz kaldı. Yani bir yandan yüksek perdeden konuştu, diğer yandan sahada düşük profilli davranmayı tercih etti.
Bu çelişkiler Rusya’nın Gazze politikasındaki temel paradoksu açığa çıkarıyor: Kremlin, uluslararası hukuk söylemini küresel bir propaganda aracına dönüştürdü; fakat sahada bu söylemi destekleyecek somut adımlar atmaktan geri durdu. Aslında burada insan kendine şunu soruyor: Bu gerçekten “Filistin için” bir diplomasi mi, yoksa sadece Washington’a karşı bir vitrin mi?
Soykırımın Araçsallaştırılması ve İnsanlığın Körlüğü
Putin’in Gazze söyleminin en dikkat çekici yönü “soykırım” kavramına yaptığı göndermeler oldu. Kremlin lideri, sivil nüfusun topyekûn hedef alındığını vurgularken bu terimi kullanmaya yaklaştı. Ancak bu kavramın Rusya’nın iç ve dış politikası açısından sınırlı bir işlevi vardı.
İçeride, özellikle Kuzey Kafkasya’daki antisemitik olaylar nedeniyle Kremlin söylemini dikkatli seçmek zorundaydı. 2023 sonbaharında Dağıstan’daki havaalanında yaşanan Yahudi karşıtı saldırılar, Rusya’nın iç dengelerinin ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi. Kremlin, bu tür olayların kontrolden çıkmasını istemediği için resmi söylemde “Yahudi karşıtlığı”na doğrudan kapı aralamamaya çalıştı.
Dışarıda ise “soykırım” vurgusu Batı’nın Ukrayna’daki suçlamalarını dengeleme amacına hizmet etti. Moskova, “Batı bize saldırıyor ama asıl susması gereken Gazze’deki katliama göz yuman ABD’dir” mesajını sürekli yineledi. Bu argüman, özellikle Arap başkentlerinde ve Afrika’da yankı buldu. Birçok ülkenin medyasında “Batı’nın ikiyüzlülüğü” manşetlere taşındı.
Aslında bu noktada en kritik mesele, soykırımın siyasi bir dil oyununa dönüşmesidir. Eğer bir halkın kitlesel yıkımı yalnızca başka bir devletin jeopolitik hesaplarını desteklemek için gündeme getiriliyorsa, o zaman insanlığın ortak vicdanı bir kez daha yara alıyor demektir.
Burada tekrar etmek gerekir: bazen bir soykırım, sadece bir soykırımdır. Onu jeopolitik hesaplarla ilişkilendirmek, kurbanların acısını küçültmek anlamına gelir. Çocukların, kadınların, yaşlıların öldürüldüğü bir sahnede hangi devletin kazançlı çıktığını tartışmak ikincil kalmalıdır.
Rusya’nın Gazze tutumunu analiz etmek, onun emperyal stratejilerini açığa çıkarmak açısından elbette önemlidir. Ama, evet ama, bu analiz soykırım gerçeğinin kendisini gölgelememelidir.
Sonuç
Gazze’de yaşananlar, yalnızca İsrail’in saldırılarıyla ya da ABD’nin desteğiyle açıklanabilecek bir kriz değil. Bu tablo aynı zamanda uluslararası düzenin çürümekte olduğunu gösteriyor. Moskova’nın dili ve Washington’un suskunluğu, farklı yönlerden aynı acı gerçeğe işaret ediyor: büyük güçler için soykırım, bir halkın sonu olmaktan çok, jeopolitik bir enstrüman haline getiriliyor.
Asıl soru bundan sonra ne olacağıdır. Eğer Gazze’de yaşananlar sadece retorik savaşlarının parçası olmaya devam ederse, uluslararası hukuk kavramı daha da aşınacak, “soykırım” kelimesi de içi boş bir politik slogan gibi duyulacaktır. Bunun sonuçları yalnızca Orta Doğu’da değil, Afrika’dan Asya’ya kadar her yerde hissedilecektir. Çünkü bugün Gazze için susan dünya, yarın başka bir halkın sessizce yok edilmesine de zemin hazırlayacaktır.
Bu yüzden tekrar vurgulamak gerekir: Bazen bir soykırım, sadece bir soykırımdır. Onu siyasetin ve diplomasinin satır aralarına sıkıştırmak, insanlığın geleceğini de rehin almak demektir.
Fotoğraf: kremlin.ru
Yararlanılan Kaynaklar
- Chatham House analizleri, 2023–2025
- Carnegie Endowment for International Peace raporları
- Crisis Group değerlendirmeleri
- Guardian, Moscow Times, Jerusalem Post haberleri
- Reuters, BM Güvenlik Konseyi tutanakları ve Rusya’nın resmi açıklamaları
- CNA, CNAS, CSIS ve IISS raporları
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: