Aile hekimine ilaç yazdırmaya gittiğimde çıkarken dönüp sormuştum: “Hazımsızlığa, sindirim bozukluğuna karşı önerebileceğiniz etkili bir ilaç var mı?..”
“Var tabii” demiş, sıralamıştı hangi ilaçların kullanılabileceğini. “Peki, Atatürk’ü ve kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni sindiremeyenler için önereceğiniz bir ilaç var mı?” diye sormuştum bu kez. Konuşturma, söyletme beni der gibi gülümsemiş, “Sırada bekleyen hastalar var” diyerek bana kapıyı göstermişti.
Atatürk’ü, Cumhuriyeti hazımsızlık had safhada. “Atatürk” diyemiyorlar, gerektiğinde “Mustafa Kemal” demekle yetiniyorlar. Zoraki. Milli bayramlarımız da keza eskiden olduğu gibi yürekten kutlanmıyor. Eski 19 Mayıslarda, o büyük stadyumlarda gençlerimizin gösterilerini yeni kuşaklar bilmiyorlar. 23 Nisan, 30 Ağustos, 29 Ekim kutlamaları da AK iktidar sayesinde tarih oldu. Kutlamalar resmi düzeyde genelde düşük profilli, yasak savma kabilinden. Atatürk sevdalı, Cumhuriyet sevdalı yurttaşlarımız sahip çıkıyor milli bayramlarımıza…
Bu kez de Cumhuriyet Bayramı resmi kutlamaları TUSAŞ’a yönelik 23 Ekim’deki terör eylemi gerekçe gösterilerek düşük profilli idi. Ancak yurttaşlarımız, CHP’li belediyelerin öncülüğünde pek çok şehrimizde Cumhuriyetin anlam ve önemini yansıtan kutlamalar yaptı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e ve silah arkadaşlarına, şehitlerimize minnet ve şükran duygularını sundular.
Atatürk’e ve Cumhuriyete, insanlarımızının önemli bir kesimi minnet ve şükran duyguları beslerken, belirli kesimlerin aynı heyecanı duymamaları düşündürücü. Medya Günlüğü’nde 25 Ekim’de yayınlanan “Livaneli’nin ilginç Erdoğan anısı” başlıklı yazıyı bu nedenle ilgi çekici buldum. Yazıda, Rusya 1. Kanalı’nda ünlü gazeteci Vladimir Pozner’in sunduğu “Türk Defteri” adlı belgesele konuk olan sanatçı Zülfü Livaneli’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la aralarında geçen bir konuşmasına da yer veriliyordu. Yazının dikkatimi çeken bölümü şöyle:
“Belgeselde Livaneli Pozner’e, Erdoğan’la aralarında geçen bazı konuşmaları anlattı. Erdoğan’ın kendisine, Atatürk başta Kurtuluş Savaşı’na katılan tüm gazileri saygıyla andıklarını söylediğini belirten Livaneli şöyle devam etti:
“Erdoğan daha sonra bana, ‘Yalnız, bir noktayı gözden kaçırıyorsunuz, Cumhuriyetin tüm kurucuları Balkan, Avrupa yakası kökenli. Dolayısıyla onlar kendi görüş, yaşam tarzı ve din sistemini getirerek Ege bölgesini, İstanbul’u ve diğer bazı bölgeleri etkiledi. Fakat Anadolu’nun derinliklerine sızamadılar. Çünkü biz Arap’ız. Bizim özümüz bu’ dedi.”
Bunun üzerine araya giren Pozner, “Biz Arap’ız mı dedi? Tam olarak böyle mi söyledi” diye sordu.
Livaneli, “Evet… Fakat Erdoğan daha sonra, ‘Hayır, hayır… Ben ırkı kastetmiyorum, ümmeti kastediyorum. Biz Muhammed Peygamber’in ümmetiyiz’ dedi.. Çok tartıştık. Çünkü sorun da burada. Bu insanlar Türk İslamını Araplaştırmak için iktidara geldi” diye konuştu.
Pozner’in, “Neden bunu istiyorlar” diye sormasına üzerine Livaneli şu yanıtı verdi:
“Bu onların ideolojisi. Böyle yetiştiler. Çünkü dini tarikatlar var. Onlar her zaman çocukça, ‘Bizim muhteşem bir İslam ülkemiz vardı. Bir gün Balkanlar’dan sarı saçlı bir adam geldi. Dinsizdi. Ülkemizi değiştirdi. Dini mahvetti’ diyorlar.”
Livaneli’nin bu anısı son derece dikkat çekici. Neden milyonlarca insanımızın “Sarı saçlım, mavi gözlüm neredesin?” diyerek Mustafa Kemal Atatürk’ü özlemle anarken, neden bazı insanlarımızın aynı özlemi hissetmediklerinin yanıtı bu konuşmada yatmakta. Neden milyonlarca insanımız, halk iradesine dayanan Cumhuriyete sımsıkı sarılırken, halifeliğin özlemini çeken kimi insanların Cumhuriyeti neden içlerine sindiremediklerinin yanıtı da bu konuşmada yatıyor. Devrim yasalarını değiştirme, etkisizleştirme özlemini çekenlerin düşünce yapılarının gerisinde bu bakış açısının yattığı görülüyor. Toplumdan gelen baskılara rağmen kış saati uygulamasına geçilmemesinin geri planında yatan bir neden de bölge ülkelerindeki “ümmet”le aynı saat dilimini paylaşma düsüncesi olabilir.
İktidarın, Filistin sorunu ve sığınmacılar konusunda izlediği politika dahil, Arap ülkeleriyle ilişkilere yönelik izlediği politikanın geri planında da bu bakış açısının yattığı söylenebilir.
Şunları hatırlayalım: Atatürk, çaba gösterdiği reformların köktenci İslami şartlar altında gerçekleşmesinin mümkün olmadığının, reformların başarıya ulaşması için laik bir devlet ortamına ihtiyaç duyulduğunun farkındaydı. Bu çerçevede öğretimin birleştirilmesi kanunu ile ilk büyük adım atılarak eğitim ve öğretim ile ilgili tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı. Ardından yeni hukuksal düzenlemelere girişildi. Hukuk dini inançtan ayrıldı. Halkçı ve milliyetçi bir anlayışla Cumhuriyetin ilk anayasası hazırlandı. Hür ve laik düzen kurmak için bir dizi yasa çıkarıldı, çağdaşlaşma yolunda önemli adımlar atıldı. Türk Medeni Kanunu kabul edildi. Türk ailesi yeniden düzenlendi. Yurttaşlar, cins, ırk, din ve mezhep ayrılıkları olmaksızın hak ve ödevler bakımından eşit oldular. Toplumsal alanda da önemli reformlara imza atıldı. Kıyafet Kanunu kabul edildi. Takvim Devrimi yapıldı. Hafta sonu tatili cuma gününden pazara alındı. Harf ve Dil Devrimi gerçekleştirildi. Soyadı Kanunu çıkarıldı. Dış politikada Arap ülkeleriyle ilişkileri de belirli ilkelere (iç işlerine karışmama, Araplar arası sorunlara müdahil olmama gibi) bağladı..
Atatürk’ün Türk toplumuna çağdaş Batılı değerleri getirmek amacıyla siyasal, toplumsal ve hukuki alanda yaptığı reformlar kendilerini Muhammed Peygamber’in ümmeti gören kimi insanımız tarafından o yıllarda tepkiyle karşılandı, kabullenilmek istenmedi. O tarihte tepki gösterenlerin torunları, takipçileri günümüzde hâlâ Atatürk’ü ve Cumhuriyeti içlerine sindiremiyorlar. Dün sesleri kesilen tarikatlar, cemaatler bugün açıkça Cumhuriyet kazanımlarına karşı çıkıyorlar. “Balkanlar’dan gelen sarı saçlı dinsiz adam”ın ülkemizi değiştirdiğine, dinimizi mahvettiğine inanıyorlar. Kimi siyasi partiler gaflet içinde bu tür tarikat ve cemaatlerle içli dışlı…
Bugün Atatürk’ün eşsiz armağanı ve emaneti olan Cumhuriyetimizi kutluyoruz. Cumhuriyet sağlam, güçlü temeller üzerinde kurulmuştur. Atatürk’ü, Cumhuriyet’i sindiremeyenlerin bu sağlam, güçlü temelleri sarsmaları, yıpratmaları mümkün değildir. Cumhuriyet 101 yıl içinde büyük başarılara imza atmış, önemli aşamalar kaydetmiştir. Bugün de karşı karşıya bulunduğu çeşitli sorunları aşabilecek, üstesinden gelecek güçte ve kabiliyettedir. Ulusumuz Atatürk’ün emanet ettiği Cumhuriyeti ilelebet yaşatma kararlılığındadır. İktidarlar gelip geçicidir. Baki olan Cumhuriyettir.
Cumhuriyetimizin 101. yılını kutlarken, Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını ve şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz...