Arno Nehri, İtalya’nın Floransa kentinde yer alan ve şehre büyük bir değer katan nehirlerden biri.
Kıyısındaki restoranlarda otururken, nehirde kürek çekenleri izlemek oldukça keyifli, şehre gelen her turistin yaptığı, olmazsa olmaz bir aktivite. Ancak bir gün, o kürek çekenlerin arasına karışıp, nehirde kürek çekmek isterseniz ne olur? İşte bu konudaki deneyimlerimi sizinle paylaşacağım.
Arno Nehri’nin kenarında kahvelerimizi yudumlarken, gözüm kulağım her şeyim nehirde kürek çekenlerde takılıp kalmıştı. O kadar uzun zaman olmuştu ki suya çıkmayalı, ne kadar sevdiğimi bile unutmuştum. Arkadaşlarımın da cesaretlendirmesiyle “Hadi!” dedim, “Şansını dene!” En kötü ne olabilirdi ki? Floransa’nın ünlü kürek kulubü “Societta Canotte Firenze”nin kapısından içeri almazlardı, içeri girerdik ama suya çıkmamıza izin vermezlerdi, suya çıkardık ama küreği çekmeyi hatırlayamazdık ya da kürek çekerdik ama dengemizi kaybedip çamurlu ve muhtemelen fareli nehre düşerdik… Böylece suç ortağım, eski kürekçi Nilay’ı da yanıma alarak bir cesaret “Società Canottieri Firenze”nin yolunu tuttuk.
“Società Canottieri Firenze-SCF”, 1876 yılında Floransa’da kurulan, bir kürek kulübü. Kulüp, Arno Nehri’nde düzenlenen yarışmalarda başarılı olmuş ve İtalya’nın en ünlü kürek kulüplerinden biri haline gelmiş. 1892 yılında İtalya Kürek Federasyonu’nun kurulmasına öncülük etmiş. Ayrıca İtalya’nın en ünlü kürek yarışı olan “Palio di San Giovanni”nin düzenleyicisi olarak da biliniyor. Kulüp binası, nehrin sağ kıyısında, Piazzale Michelangelo’nun yakınında bulunuyor ve tarihi bir yapı. O kadar tarihi ki, onu müzelerden ayırıp bulabilmek imkansız!
Nehrin kenarında iki tur attıktan sonra kulübün araç giriş olduğunu varsaydığımız üstünde kocaman “Üye olmayan giremez” yazan kapının önünde beklemeye başladık. Nihayet bir araç geldi ve içinden kürekçi olduğu her halinden belli kocaman bir adam çıktı. Önce girilmez denilen yerden bizi sokması için yalvardık. Kabul etmeyince yarım yamalak İngilizcesiyle bize tarif etmeye çalıştığı yeşil kapıyı bulmaya çalıştık.
Neredeyse Uffizi Galerisi’nin içinde olan gizemli yeşil kapıyı bulmamız hayli zor oldu. Bir kürek kulübünün bu kadar tarihi bir binada olabileceğini hiç hayal etmediğimiz için defalarca önünde geçtiğimiz kapıyı görememiştik.
Kulüp binası oldukça etkileyiciydi. 100’ü aşkın kupanın arasından geçtikten sonra antika mobilyalarla bezenmiş, içinde barı olan, klasik müzik çalan lobiye girdik. En sevimli yüz ifadelerimizle, danışmadaki yetkiliyle küreğe çıkmak için pazarlık yapmaya başladık. Nilay’ın mükemmel İtalyancası olmasaydı kesinlikle anlaşamazdık.
Önce “Üye olmayanlar suya çıkamaz” dedi, sonra “Ancak hocayla çıkabilirsiniz ama hoca dolu” dedi ve nihayet Cumartesi günü için hocadan bir randevu koparabildik. El sıkıştıktan sonra istersek o gün kulüpte vakit geçirip bir şeyler içebileceğimizi söyledi. Arno Nehri’nin kenarında “Aperol Spritz”lerimizi yudumlarken çevredeki tarihi binaları, taş köprüleri, peyzajı ve İtalyan kürekçileri seyretmek mi? Böyle bir teklif nasıl reddedilebilir ki? Ama önce teknelerin bulunduğu depoyu görmeliydim.
Türkiye’nin en donanımlı kürek kulübü Fenerbahçe’den başka doğru düzgün bir kürek kulübü görmemiştim. Nasıl olabileceği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Heyecanla teknelerin bulunduğu alana girdim. Ne kadar büyük olabilirdi ki? Çook büyüktü, çook! Sağlı sollu, üst üste raflarda duran yüzlerce tekne vardı. Tavanlara bile tekne asmışlardı. Lakin raflarda hiç deniz küreği teknesi göremedim. Her yerde olimpik tekne vardı. Beni aldı bir panik. Aylardır kürek çekmiyordum. Nilay desen benden beter, biz olimpik teknelere nasıl binecektik? Kesin çamurlu, fareli suya düşecektik.
Deniz küreği teknesi, dengeli, devrilmesi neredeyse imkânsız olan geniş bir teknedir. İçinde piknik bile yapılır. Olimpikler ise bence ancak 34 bedenlerin içine sığabildiği, hapşırsanız amatör kürekçi olarak kesin kendinizi suda bulacağınız incecik, kuğu gibi zarif bir teknedir. Ben bir iki kere binmiş, devrilmemek için nefes bile almaya korkmuştum. İndiğimde kendimi kahraman ilan etmiştim.
Kafamızda soru işaretleriyle nehir kenarında oturduk. Hava güneşli, sıcacıktı. Sıra Floransa’nın tarihi yapılarının arasındaki genç ve yakışıklı olmasını beklediğimiz İtalyan kürekçileri seyredip bol bol fotoğraf çekmeye gelmişti. Ancak kulüpteki kürekçiler de aynı binaları gibi tarihi idi. Yaş ortalaması 80 civarı olmalıydı. Amcalar karada yürümekte zorlanırken, nehirde kesintisiz kürek çekiyorlardı. Hayran kaldık. O yaşta bu sporu yapabilmeyi dileyerek kulüpten ayrıldık.
Ertesi gün ders saatine yarım saat kala kulübün önündeydik. Bizde ders saatinde suda olunurdu. Dolayısıyla dersten en az 15 dakika önce gelip tekneyi suya indirmek filan gerekiyordu. Bizim memlekette gecikince hocadan fırça yenirdi. Bizim İtalyan hoca ders saatinde kulübün kapısından daha yeni içeri giriyordu. Bizi görünce saatine baktı “O kadar da geç kalmamışım üstümü değiştirip geliyorum” dedi pişkince. Sıra geldi tekne seçmeye. Ben hemen ağlamaya başladım “Biz aslında deniz küreği çekiyoruz da, uzun süredir suya çıkmıyoruz da… Şöyle unuttuk, böyle bilmem ne…” derken hoca bize yarı olimpik bir tekneyi gösterdi. “Bununla çıkabilirsiniz, hadi taşıyın” dedi.
Yarışlarda gördüğüm kadarıyla tüy kadar hafif olimpikleri sporcular omuzlarında taşıyordu ama biz ağır ve hantal deniz küreği teknelerini sekiz kişi elle haldır huldur taşıdığımızdan beceremedik. Hoca “omuzuna koy” dedi ama benim omuz omuz değil ki tekne kaydı benim kol altında ezilip morardı. “Olsun, bu deneyim için kolum feda olsun” diyerek başka sporcuların imdadımıza yetişmesiyle tekneyi zar zor suya indirdik. Ve ülkemizi en kötü şekilde temsil ederek kürekleri bir de ters bağladık. Bizim yabancı olduğumuzu gören birkaç İtalyan “buraya üye olmayanları mı alıyorsunuz?” diyerek tepki gösterdi. Hoca da “özel ders” diyerek onları susturdu.
Ve nihayet sudaydık. Arno Nehri’ndeydik ve suda kuğu gibi yüzen, yarı olimpik tekneyle gayet de güzel kürek çekebiliyorduk. Meğer kürek çekmek de bisiklete binmek gibiymiş, performans düşse de unutulmuyormuş.
1345 yılında yeniden inşaa edilen, Floransa’nın en meşhur, en yaşlı köprüsü “Ponte Vecchio”nun altından kürek çekerek geçerken çığlık çığlığaydık. 2 kürek çekip, 20 fotoğraf çekiyorduk. Nehir kenarındaki ağaçları, tarihi binaları seyrederken sanki zaman tüneline girmiş gibiydik. Kürek çekmek yerine manzarayı seyredip fotoğraf çektiğimiz için muhtemelen İtalyan kürek tarihine damgamızı vurmuştuk.
Kıyıya yanaştık. Tekneyi sudan çıkarıp taşırken yine başka sporculardan destek aldık. Tam teşekkür edip hocanın elini sıkacakken, hoca “İşiniz bitmedi.” diyerek, yerde içinde sabunlu su ve sünger bulunan kovayı göstererek ” Tekneyi yıkayın” dedi. Ne yani? Özel ders için para veriyorsun, sonra tekneleri sana taşıtıyorlar, bir de yetmezmiş gibi tekneyi mi yıkayacaktık? Yıkadık valla. Bir ara hocanın güldüğünü gördüm. Kesin muziplik olsun diye yapmıştı. Biz de hayıflanmayı bırakarak eğlendik halimizle.
Asla unutmayacağımız, muhteşem bir deneyim olmuştu. İstanbul’a döner dönmez yeniden küreğe başlayacağımıza söz verip, üstümüzü değiştirdik, çantalarımızı sırtımıza taktık ve Dan Brown’un kitabı “Inferno”daki gibi, Arno Nehri üzerinden eski Floransa’ya doğru baktık. Ve Dante’nin tüm dünyası olan Floransa’nın eski şehir sokaklarına dalıp, hayaller kurduk…
Sevgiyle kalın,