ABD’de Demokrat aday Kamala Harris ile Cumhuriyetçi aday Donald Trump arasında süren başkanlık yarışı Ankara’da da dikkatle izleniyor.
5 Kasım’daki seçimlerden kimin galip çıkacağı, savaşlarla sarsılan uluslararası düzenin, sertleşen küresel siyasi ve ekonomik güç mücadelesinin nasıl bir sürece evrileceğinde belirleyeci olacak.
Yeni başkan, son yıllarda gerilimlere sahne olan Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini de etkileyecek.
ABD’nin yeni başkanını bekleyen Türkiye dosyasında, Gülen yapılanmasının lideri Fethullah Gülen’in hayatını kaybetmesi nedeniyle iki ülke arasında krize yol açan bir başlık eksildi: Ankara’nın Fethullah Gülen’in Türkiye’ye iadesi talebi.
AKP hükümeti yıllardır Türkiye’de “silahlı terör örgütü” liderliği ve 15 Temmuz darbe girişimi suçlarından aranan Gülen’in iadesini talep ediyor, bu talebine karşılık bulamaması ise Türk-Amerikan ilişkilerinde gerilime neden oluyordu.
Gerçi darbe girişiminin arkasında “FETÖ terör örgütünün” olduğunu iddia eden Ankara, ABD’den Gülen cemaatinin faaliyetlerinin engellenmesi, grubun önde gelen isimlerinin de Türkiye’ye iade edilmesi taleplerini sürdürecektir. Ayrıca Türkiye’nin, Gülen’in hayatını kaybetmesi sonrasında yapılanma içinde yaşanabilecek gelişmeleri de yakından takip edecek olması, konunun bir süre daha Ankara-Washington hattında tartışma yaratmaya devam edeceğine işaret ediyor.
Peki ABD başkanlık seçimlerinin sonucu ABD-Türkiye ilişkilerini nasıl etkiler? DW Türkçe’ye konuşan uzmanlar muhtemel senaryoları değerlendirdi.
ABD’nin saygın düşünce kuruluşlarından Alman Marshall Fonu’nun Başkan Yardımcısı Ian Lesser’e göre ihtilaf ve savaşlarla çevrili Türkiye açısından Kamala Harris’in başkan seçilmesi daha olumlu bir senaryo olacak.
DW Türkçe’ye konuşan Lesser, “Türkiye, tıpkı diğer transatlantik müttefikler gibi ABD’nin öngörülebilirliğinin bir paydaşı. Bu nedenle muhtemel bir Harris yönetimi, mevcut sorunlar, görüş ayrılıkları sürecek olsa da Türkiye için daha olumlu, daha rahatlatıcı bir senaryo” dedi.
Geçmişte ABD Dışişleri Bakanlığında Türkiye’den sorumlu siyasi planlama ekibinde yer alan Ian Lesser, son yıllarda büyük gerilimlere sahne olan ABD-Türkiye ilişkilerini yakından takip eden isimlerin başında yer alıyor.
Amerikalı uzman, “Bölgesinde çetin güvenlik sınamalarıyla karşı karşıya olan Türkiye NATO üyesi. NATO ile bu bağı, son derece tehlikeli bir bölgede bulunan Türkiye’nin güvenliği için son derece büyük önem taşıyor. Harris yönetimi, NATO ittifakının devamlılığını sağlayacak bir itici güç olacaktır, buna karşın olası bir Trump yönetimi ise davranışları önceden kestirilemeyen kapalı bir kutu… Çünkü Trump son derece değişken, istikrarsız ve öngörülemez biri” değerlendirmesini paylaştı.
Erdoğan’ın gönlünden Trump mı geçiyor?
AKP hükümetine yakın gazetelerde Trump’ın yeniden başkan seçilmesi halinde ikili ilişkilerde sorunlar sürse bile, Biden yönetimi süresince kopmuş olan diyaloğun tekrardan canlandırılabileceği belirtiliyor.
Trump’ın başkanlığı döneminde ABD-Türkiye ilişkilerine “liderler diplomasisi” damgasını vurdu. Trump, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birebir görüşmeyi tercih etti, hatta kendisini iki kere Beyaz Saray’da ağırladı, bu tutumu da Türkiye’de iki lider arasında “dostane ilişkiler” olduğu algısına yol açtı.
Oysa sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımlarla Türkiye ekonomisini “mahvetme”, “fişini çekme” tehditleri savuran Trump, Erdoğan’ın Rusya’dan satın aldığı S-400’ler nedeniyle Türkiye’yi ABD’nin “hasımlarına” karşı uyguladığı CAATSA yaptırımları kapsamına aldı. Rahip Brunson davası nedeniyle açıkladığı yaptırım da TL’nin değer kaybının fitilini ateşleyerek Türkiye’de finans piyasasında etkileri günümüzde de süren sarsıntıya yol açtı.
Peki, Donald Trump’ın yeniden başkan seçilmesi halinde neler yaşanabilir?
Amerikalı Türkiye uzmanı Nicholas Danforth, DW Türkçe’nin bu sorusuna “Donald Trump’ın galibiyetinin Türkiye ile ilişkilere olası etkilerini öngörmek gerçekten de son derece güç” yanıtını veriyor.
Atina merkezli Avrupa ve Dış Politika Vakfı’nın (ELIAMEP) uzmanlarından Danforth, aynı zamanda uluslararası güvenlik ve strateji konularında en önemli yayınlardan olan War on the Rocks’un editörü.
“Şüphesiz ki Trump, Erdoğan’la kişisel ilişkisini canlandırmaya çalışacak. Bu Türkiye’ye avantajlar sağlayabileceği gibi Brunson davasında gördüğümüze benzer yeni gerilimlere de yol açabilir” riskine dikkat çeken Danforth, ayrıca “İran’la büyük bir savaş çıkmazsa, ABD Trump’ın başkanlığı sırasında muhtemelen iç meselelere daha fazla odaklanıp dışarda daha az aktif olur. Erdoğan açısından bunun avantaj oluşturması mümkün” diye konuştu.
Trump’ın başkanlığındaki bir ABD yönetiminin Türkiye’yi doğrudan etkileyebilecek muhtemel dış politika stratejisi konusunda ise Nicholas Danforth, şunları kaydetti:
“Trump yeniden başkan olursa, Ankara açısından ABD’nin politikası Rusya konusunda muhtemelen daha yumuşak, İsrail konusunda ise daha az yumuşak olacak. Rusya’ya yaptırımlar konusunda Türkiye üzerindeki baskı azalacak, Türkiye’nin Ukrayna savaşında arabuluculuk yapması için daha fazla fırsat doğacaktır. Ama aynı zamanda Hamas’a yönelik tutumu nedeniyle Türkiye’ye karşı çok daha fazla husumet olması mümkün. Ayrıca Trump, Suriye’den çekilebilir ya da tam aksine İran ile artan gerilime karşılık olarak ABD’nin oradaki varlığını iki katına da çıkarabilir.”
Harris’in sürdürmesi muhtemel Biden strateji ne hedefliyor?
Amerikalı uzmanlar, Kamala Harris’in seçimleri kazanması halindeyse Biden yönetiminin izlemekte olduğu Türkiye stratejisinin büyük ölçüde muhafaza edilebileceğine işaret ediyor.
Nicholas Danforth, “ABD’nin mevcut politikasının genel hatları çok da değişmeyecektir. Suriye, Rusya ve Doğu Akdeniz’e ilişkin bilinen anlaşmazlıklar ve Türkiye’nin insan hakları siciline yönelik ılımlı eleştiriler devam edecektir” diyor.
Biden görev süresi boyunca Erdoğan’a mesafeli tutum takındı. Tercihini liderler diplomasisi yerine Trump döneminde durma noktasına gelen kurumlar, bakanlıklar arası ilişkileri canlandırma, görüş ayrılıklarını kapalı kapılar ardında müzakereler yoluyla çözmeden yana kullandı. Biden, Erdoğan’ı Beyaz Saray’da ağırlamadı ama Trump’tan farklı olarak, Ankara’nın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine vetosu sonucunda yaşanan gerilimleri tehditlerle değil, F-16’larda olduğu gibi müzakereler yoluyla yönetti.
ABD’li uzmanlar bu stratejinin ana odağını “ilişkilerin ileride yeniden restore edilmesini imkansız kılacak kadar kadar kötü, hasmane bir noktaya gelmesini önlemek” olarak nitelendiriyor.
Harris’in ekibinde kritik bir isim: Philip Gordon
Kamala Harris’in dış politika danışmanları arasında Türkiye’yi çok yakından tanıyan, önemli bir isim yer alıyor: Philip Gordon.
Geçmişte ABD Dışişleri Bakanlığı’nda üst düzey görevler üstlenmiş olan Gordon, Ömer Taşpınar ile birlikte “Türkiye’yi kazanmak” başlıklı bir kitap da kaleme aldı. Başkan seçilmesi halinde Harris’in Gordon’u Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atayabileceği konuşuluyor.
GMF Başkan Yardımcısı Lesser, Gordon’un Harris’in ekibinde yer almasının önemini, “Gayet tabii ki bu iki ülke arasındaki tüm sorunların birden yok olacağı anlamına gelmiyor. Ancak Harris’in ekibinde Gordon’un yer alacak olması, Beyaz Saray’da Türkiye hakkında bilgi ve farkındalık, ilgi ve odaklanma olacağı anlamına gelir. Bu da fark yaratır” diye konuştu.
5 Kasım seçimlerinin galibi, Beyaz Saray’da çok kalın bir Türkiye dosyası devralacak. İki ülke arasında gerilime yol açan konular, çok uzun bir liste oluşturuyor.
Bu arada Ankara’nın son dönemde Çin ile ilişkilerini güçlendirme, Batı’ya alternatif olma iddiasındaki BRICS’e katılma başvurusu gibi hamleleri de Batılı başkentlerde dikkatle izleniyor.
“Türkiye’nin her daim bir tür ‘stratejik özerklik’ arayış olmuştur” diyen GMF Başkan Yardımcısı Lesser, “Türkiye’nin BRICS üyesi olmak istemesi ya da bir yandan ABD, NATO ve Avrupa ile ilişkilerini sürdürürken diğer yandan Çin ve Rusya ile ilişkilerini geliştirmek istemesi bana çok da olağandışı gelmiyor” diyor.
Bununla birlikte Lesser, hem ABD’de hem Avrupa’da Erdoğan’ın bu hamlelerinin Türkiye ile ilgili “endişeler listesinin” uzamasına yol açtığına işaret ederek “Ama bunun Ankara ile ilişkilerin sürdürülüyor olunmasının nedenlerinde bir değişikliğe yol açacağı görüşünde de değilim” görüşünü aktarıyor.
Dünya neden 5 Kasım’a kilitlendi?
Uluslararası toplum aslında her zaman ABD seçimlerine ilgi duydu. Ama bu sefer dünya adeta 5 Kasım’a kilitlenmiş durumda.
GMF Başkan Yardımcısı Ian Lesser’e göre bunun en önemli sebebi güvenlik, siyasi ve ekonomik açıdan önemli bir aktör ve başat bir güç olan ABD’nin son 10 yılda öngörülebilirliğinin azalmış olması. “Dünyanın geldiği nokta itibariyle, ABD’nin politikalarına artık kayıtsız kalmak mümkün değil” diyen Lesser, ABD’nin öngörülebilirliğinin son yıllarda, özellikle Trump’ın ilk başkanlığı döneminden başlayarak gerileme sürecine girdiğine dikkat çekiyor.
“Seçimleri her kim kazanırsa kazansın, kutuplaşan siyaset ve çekişmeli seçimler nedeniyle ABD bir süre daha, çok çalkantılı ve öngörülemez bir demokrasi olacaktır” öngörüsünü dile getiren Lesser, “Oysa ABD’nin Avrupa ve dünyanın diğer bölgelerindeki partnerleri öngörülebilirlik istiyor. Bu seçimler bu nedenle önemli. Çünkü olası sonuçları, riskler, sadece Türkiye için değil tüm müttefikleri için hiç bu denli yüksek olmamıştı” diyor.