Ambalaj olmazsa olmaz mıdır, yoksa üç otuz paralık herhangi bir ürünü haksız bir kazanç elde etmek için üç yüz/üç bin/üç milyon paraya satmak için geliştirilmiş bir yöntem midir?
Ambalaj genellikle içine konulan ürünü koruyan, en temiz ve en güvenilir koşullarda size ulaşmasını sağlayan, taşınmasını ve depolanmasını kolaylaştıran değerli bir malzeme olarak tanımlanır ve fakat hepimiz de biliyoruz ki özellikle son yıllarda insana ve tüm canlılara canlılığa verdiği zarar tartışılmaz olan plastik ve plastiğin versiyonları kullanılmakta ambalaj olarak.
Rahmetli Salih Tozan, Suphi Kaner filmlerinden de hatırlayacağız mahalle bakkallarında teneke ya da karton kutular içinde tane ile ya da gramla kiloyla satılan bisküviler en yoksul ailelerin dahi çocuklarına alabileceği fiyatlarla satılıyordu.
Sonra ne mi oldu?
Ambalaj bir sektör olarak yayıldı dünyaya hatta işgal etti hayatımızı ve her şey gerçek ederinin misli ile üstünde bir fiyatla satılmaya başlandı.
Sadece bisküvi de değil, meyve ve sebzeler de ambalaja sokuldu ve elmanın fiyatını bir elma kadar daha artırmadı mı ambalaj?
“Sağlıklıymış” diye bir bahane de dayadılar anlımıza ve tarihin gördüğü en sağlıksız icat olan plastiği dayadılar bütçemize, mutfağımıza, ağız tadımıza.
Kasaplar eti plastik kaplara yerleştirerek üstünü de daha ince naylon da diyebileceğimiz şeffaf bir plastikle kapatarak plastik sektörüne tonla lira, canlı sağlığına da yıllarca sürecek hastalıklar dayadılar.
Ambalaj sanayisinin sularda, nehirlerde, göllerde, denizlerde, dağlar gibi yığılarak, hem de yıllarca yok olmadan yığılarak göllerdeki denizlerdeki hayatı nasıl yok olma noktasına sürüklediği hepimizin malûmudur.
Markalaşma deyip de yerlere göklere sığdıramadıkları şey de son tahlilde ambalaj değil mi?
Sümerbank basmalarını yok pahasına satın alan bilmem ne stilist ya da modacı dünyanın çeşitli ülkelerinde üretilen iplikleri, kumaşları, ipekleri, kadifeleri kendi ambalajları ile sarıp sarmaladıktan sonra milyon milyon liralara kakalamıyorlar mı üstümüze üstümüze?
Bilmem ne kardin/cardin hangi mahalle terzisinin biçmeyi, dikmeyi başaramayacağı bir entari/ceket dikmiş ki?
Şu atletizm yarışmalarında ancak ve yalnız şu ve bu marka yarış ayakkabısı giyilerek yapılabilir dedikleri şey de aslında bir ambalaj kurnazlığı değil mi?
Bir düşün ey futbolsever, Lefter Küçükandonyadis ile Metin Oktay’ın ayakkabıları, formaları ambalajlı mıydı, marka mıydı?
Şimdilerde ambalajlanmış, sırtlarındaki formalar hatta şortlar bile ambalajlanmış FB/GS gibi takımlarda bir Lefter, bir Metin var mı?
Şu da var ki:
Globalizm aşamasından önce halkın dertleri ile ilgilenen, çözümler arayan, bulan, öneren ve hatta çözen siyasi partiler vardı, hatırlıyorsunuz herhalde.
İşte onların yerini de üç harften, genellikle üç harften oluşan siyaset ambalajları almadı mı?
İktidar kimin, niye ambalajıdır ve muhalefet?
Seçmenler de ambalaj seçen marka heveslileri.