17 Eylül’de görev süresi sona eren Prof. Dr. Ali Erbaş’ın Diyanet İşleri Başkanlığındaki sekiz yılı dini rehberlik konularının ötesinde yoğun bir siyasal-toplumsal tartışmaya sahne oldu.
Erbaş döneminde Diyanet’in kamusal görünürlüğü arttı, hutbelerin dili güncel siyasetle daha sık temas etti. Bu fay hatları, Ayasofya’daki “lanet” cümlesi ve Yargıtay binasının duayla açılışı gibi yüksek sembolik olaylarda daha da öne çıktı. 2025 yazında ise peş peşe yayımlanan “hayâ ve giyim” ile “kul hakkı – miras” hutbeleri tartışmayı derinleştirdi.
Tepki çeken söylemlere makam aracı (Audi A8) polemiği de eklenince, Diyanet’in söylemi kadar kurumsal pratikleri de kamu etik ve güveni açısından mercek altına girdi.
Başörtüsü ve yaşam tarzı tartışması
1 Ağustos 2025 tarihli “Hayâ: Allah’ın Emri, Fıtratın Gereği” başlıklı hutbe, kıyafet ve mahremiyet vurgusuyla geniş tepkilere yol açtı. Resmî metinde “Kısa giysiler ve şeffaf kıyafetler giyilmesi… Allah’ın örtünme emrini ihlaldir, haramdır” ve “uzuvları belli edecek şekilde dar elbise giyenler… ‘giyinik çıplaklardır'” ifadeleri yer aldı. Eleştiriler, bunun “yaşam tarzına müdahale” anlamına geldiği yönünde yoğunlaştı. Diyanet ise hutbeyi “ahlaki hatırlatma” olarak savundu.
Tepkilerin sembolik yüzlerinden biri, feminist yazar Berrin Sönmez oldu. Sönmez, son hutbeyi “başörtüsü zorunluluğunun işaret fişeği” olarak okuyup “başörtüsü zorunluluğu ihtimaline karşı şimdiden başımı açıyorum” diyerek kişisel bir protesto başlattı.
19 Temmuz 2024’te de Düzce Akçakoca’da hutbe irad eden Erbaş, “Tesettür her şeyden önce Allah’ın bir emridir, kişisel bir tercih değildir” sözleriyle tepki çekmişti.
Kadınların bedeni ve kıyafetine ilişkin kullandığı “Tesettür kişisel bir tercih değildir” ifadesi ve “Kısa/şeffaf kıyafetler haramdır” şeklindeki hutbesi, kadın örgütleri ve feminist çevrelerde “yaşam tarzına müdahale” uyarılarını tetikledi.
Hukuka karşı dini referans gerilimi
15 Ağustos 2025’te okunan “Kul Hakkı Ateşten Gömlektir” hutbesinde ise miras paylarına ilişkin “Karşılıklı rıza olmadan Yüce Rabbimizin koyduğu miras ölçüsünü değiştirmek ilahî adalete aykırıdır” denildi. Ayrıca “kız çocuklarını mirastan mahrum bırakmak” ve “Allah’ın takdir ettiği hakka razı olmamak”, “kul hakkı” olarak nitelendi.
Kadın örgütleri ve hukukçular, Türk Medeni Kanunu’nun eşit miras rejimi ile dini miras hükümlerinin yan yana getirilmesinin “kazanılmış hakları gölgelediği” görüşünde birleşti; Diyanet de hutbenin “yasal düzenleme çağrısı değil ahlaki öğüt” olduğunu vurguladı.
Nefret söylemi tartışması
24 Nisan 2020’de pandemi koşullarında verilen hutbe de LGBTİ+’lar ve HIV ile yaşayanları hedef aldığı gerekçesiyle çok sayıda baro ve hak örgütünün tepkisini çekti. İstanbul Barosu, konuşmayı “nefret söylemi” olarak değerlendirdi. Ayrıca uluslararası insan hakları kuruluşları ortak kınama yayınladı. Diyanet de bu kez hutbenin “Kur’an ve sünnet referanslı uyarılar” içerdiğini savundu.
Ali Erbaş, hutbede şu ifadeleri kullanmıştı:
“Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, Eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir, bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan gayri meşru ve nikahsız hayatın İslamî literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim.”
Ayasofya’da “lanet” vurgusu
Erbaş, 86 yıl sonra yeniden ibadete açılan Ayasofya’daki ilk hutbeyi kılıç geleneğiyle irad etti ve Cuma namazını kıldırdı. “Bizim inancımızda vakıf malı, dokunulmazdır, dokunanı yakar; vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar” sözleri tepki çekerken minbere kılıçla çıkması da sembolik anlamı nedeniyle geniş yankı buldu.
Erbaş, isim vermedi ama sözleri nedeniyle “Atatürk’e lanet okuyor” denilerek eleştirildi. Diyanet Başkanı, eleştirilere yanıt olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret etmediğini savunurken “Uğramıştır demedim, ‘Çiğnerse lanete uğrar’ dedim” diye konuştu.
Yargıtay binası ve adli yıl açılışı
1 Eylül 2021’de Yargıtay Yeni Hizmet Binası ve 2021–2022 Adli Yıl Açılışı töreni de Ali Erbaş’ın okuduğu duayla başladı. Törende “Bu eserin açılışını besmeleyle gerçekleştiriyoruz… hayırlı ve mübarek eyle Allah’ım” sözleri kameralara yansıdı; yargının tarafsızlığı ve laiklik ilkesi bağlamında tartışmalar büyüdü. Devlet-din-yargı ilişkisinde Ayasofya’daki “lanet” cümlesi ve Yargıtay binasının duayla açılışı, laiklik ve tarafsızlık tartışmalarını yeniden canlandırdı.
Kurum ve iktidar kanadı, “vakıf hukuku” ve “dua geleneği” vurgusuyla bu adımları meşrulaştırırken muhalefet ve hukuk çevreleri, yargı gibi tarafsız olması gereken alanlarda dini sembolizmin güçlenmesinin demokratik dengeyi zedeleyebileceğini savundu. Bu başlıklar, Diyanet’in kurumsal konumunu salt din hizmeti veren bir yapıdan siyasal sembolizmin taşıyıcısı olarak algılanan bir aktöre doğru kaydırdığı yönündeki kanaatleri besledi.
Atatürk’ün anılmaması polemiği
Diyanet’in milli günlere denk gelen bazı Cuma hutbelerinde Mustafa Kemal Atatürk’ün adının geçmemesi, 2025’te 30 Ağustos haftasında tekrar gündem oldu. Medyadaki haberlerde hutbede Atatürk’ün anılmadığı, buna karşın kurumun ertesi gün yayımladığı 30 Ağustos mesajında Atatürk’e yer verdiği aktarıldı; muhalefet “laik cumhuriyet değerleriyle mesafe” eleştirisini yineledi.
Ocak 2021’de Boğaziçi Üniversitesi’ndeki sergi polemiği sırasında Ali Erbaş, “Kâbe’ye saygısızlık” diyerek olayı kınadı ve “yasal yollara başvuracağız” ifadesini kullandı. Aynı günlerde Diyanet-Sen dâhil kurum çevresinden benzer kınamalar geldi. Takip eden haftanın hutbesi gençliği “değerler/ahlak” ekseninde uyarı tonuyla çerçeveledi; muhalefet bunu Diyanet’in güncel siyasete eklemlenmesi olarak, iktidar ise “kamu düzeni ve dini değerlerin korunması” olarak yorumladı.
Eski CHP milletvekili Berhan Şimşek’in 2021’de dile getirdiği “hutbeler AK Parti Genel Merkezi’nde hazırlanıyor” iddiasını da Diyanet yazılı açıklamayla yalanladı ve yasal yollara başvurulacağını bildirdi. Açıklamada her hafta okutulan hutbelerin Din Hizmetleri Genel Müdürlüğüne bağlı uzman ekipler tarafından hazırlandığı vurgulandı.
“Sigara haramdır” çizgisi
Erbaş, 16 Şubat 2019’da Erzincan’da din görevlilerine hitabında “Sigara haramdır ve her birimiz… milletimize anlatmalıyız” dedi; sonraki yıllarda da “sigaranın haram olduğu” vurgusunu çeşitli vesilelerle yineledi. Destek verenler, bunun kamu sağlığı lehine dini uyarı olduğunu savunurken eleştiriler “Diyanet’in fetva alanını genişlettiği” iddiasında toplandı.
Bir Audi’yi çok gördüler
Erbaş’ın kullandığı makam aracı da dönem dönem gündem oldu. Diyanet, 17 Mayıs 2024’te yaptığı açıklamayla “Başkanlığımız hizmetinde kullanılan 1 adet Audi A8 araç iade edilmiştir” dedi; tartışmalar yıl boyunca sürdü. Aralık 2024’te Erbaş, bir söyleşide “Ben rektörken sekiz sene önce aynı Audi’yi kullanıyordum ama Diyanet İşleri Başkanı’na çok gördüler” ifadelerini kullandı. Muhalefet ve bazı medya organları israf ve şeffaflık başlıklarını gündemde tuttu; kurum kanadı ise tasarruf genelgesine uyulduğunu belirtti.
Kamu etik ve tasarruf alanında makam aracı polemiği, Diyanet’in sembolik ağırlığının bütçe ve protokol pratikleri üzerinden de tartışıldığını gösterdi. Erbaş’ın “Bize bir Audi’yi çok gördüler” çıkışı ve güvenlik/protokol gerekçeleri, “israf” ve “kamuda tasarruf” eleştirileriyle karşı karşıya kaldı. Bu dosya, kurumsal meşruiyetin sadece söylemle değil, pratiklerle de sınandığına işaret ediyor.
Erbaş dönemi Diyanet’i, dinî rehberlik ile devletin laik ve çoğulcu yapısı arasındaki denge çizgisinde sürekli tartışmanın odağında tuttu. Görev süresinin bitişi ise kurum açısından iki temel sınavı öne çıkarıyor: Siyasete mesafe ve kurumsal tarafsızlık; kamusal güveni güçlendirecek şeffaflık ve tutarlılık.
Bu sınavların nasıl verileceği, yalnızca Diyanet’in değil, Türkiye’de din–devlet–toplum ilişkisinin seyrini de belirleyecek.
Fotoğraf: ANKA
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: