Mersin’de inşaatı devam eden Rus Rosatom’a ait Akkuyu Nükleer Güç Santrali (NGS) devreye alındığında Akdeniz’in suyunu soğutma suyu olarak kullanıp sıcak suyu denize geri verecek. Akdeniz su sıcaklığı ise iklim değişikliğine paralel halihazırda yükseliyor. Bu durum, gelecek yıl devreye alınması planlanan santralin çalıştırılmasına yönelik riskleri de beraberinde getiriyor.
Su sıcaklığının yükselmesinin nükleer facia riskini artırdığına işaret eden Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri, “santralde soğutma suyu Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu alınması” ve “inşaatın derhal durdurulması” talebiyle Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na dava açtı. Mersin 2. İdare Mahkemesi Perşembe günü yapılan duruşmada, mahkemeden ikinci kez bilirkişi ve saha incelemesi talep edildi.
Almanya merkezli Max Planck Enstitüsüne göre Doğu Akdeniz, dünya ortalamasından iki kat daha fazla ısınıyor. Dünya Meteoroloji Örgütü de Akdeniz’in gelecek on yıllar boyunca daha sıcak ve kuru olacağını, Türkiye’de özellikle yılın yaz dönemlerinde daha yüksek sıcaklıklar görüleceğini öngörüyor.
Meteoroloji Genel Müdürlüğünün verilerine göre Akdeniz’de deniz suyu sıcaklığı Ağustos 2022’de 30,5 dereceye yükseldi. Bu yıl Ağustos ayında 31,9, Temmuz ayında 28,4 santigrat dereceyi buldu.
Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporlarına göre ise nükleer santral soğutma suyu sıcaklığının 28 santigrat dereceyi aşmaması gerekiyor.
Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri, Akdeniz’de mevcut su sıcaklığının nükleer santrali soğutacak sınırları aştığına ve bunun nükleer bir faciaya yol açabileceğine dikkat çekerek 30 Ocak’ta Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına dava açtı. Davada soğutma suyuna ilişkin Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu bulunmayan santral için ÇED raporu alınması ve inşaatın derhal durdurulması talep edildi.
DW Türkçe’ye konuşan Doğu Akdeniz Çevre Dernekleri gönüllü avukatı İsmail Hakkı Atal, davayı açtıkları sırada Fransa’da soğutma suyu sıcaklığı 28 santigrat dereceyi, İsveç’te ise 25 santigrat dereceyi geçtiği için nükleer santrallerin durdurulmaya başlandığına işaret ediyor.
Akdeniz su sıcaklığının Akkuyu NGS’yi soğutmasının bilimsel çalışmalara göre mümkün olmadığını vurgulayan Atal, santralin yüksek hava sıcaklıklarında çalıştırıldığı takdirde patlama riski olduğuna dikkat çekiyor.
Mersin 2. İdare Mahkemesi, Haziran ayında davalı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına ÇED kapsamında soğutma suyu yeterliliği açısından yapılan ya da yaptırılan teknik bir incelemenin bulunup bulunmadığını sordu. Atal, Bakanlığın 24 Temmuz’da sunduğu cevap dilekçesinde, soğutma suyu yeterliliği ile ilgili tek bir inceleme dahi sunamadığını, sadece deşarj suyunun deniz suyunu ne kadar ısıtacağına ilişkin modellemeler sunduğunu belirterek ekliyor: “Bakanlık somut nükleer facia tehlikesini soyut olarak inkar etti. Akkuyu çılgınlığından vazgeçmek yerine 28 santigrat derecenin üzerindeki su sıcaklığında da Akkuyu’nun çalıştırılmasına yolunu açan ‘adrese teslim’ bir yönetmelik değişiklik yaptı. Mayıs ayında yapılan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde Değişiklik ile Akkuyu inadıyla küresel iklim krizine kafa tutan tek Bakanlık olarak tarihe geçti.”
Avukat Atal, Bakanlık tarafından soğutma suyu ile ilgili tek bir inceleme ya da değerlendirme yapılmamış olmasına rağmen, Mersin 2. İdare Mahkemesinin soğutma suyunun yetersiz olduğunu ortaya koyacak keşif ve bilirkişi incelemesi yapmadan duruşma tarihini belirlediğine dikkat çekiyor.
Bunun üzerine 22 Kasım’da mahkemeye keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmadan karar verilemeyeceğini bilimsel delillerle destekleyen dilekçe sunduklarını anlatan Atal, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının ise dosyaya bir hafta gibi kısa bir süre içinde iki mütalaa sunduğunu, söz konusu mütalaaların da iddialarını dolaylı olarak kanıtladığını aktarıyor.
Bakanlık tarafından mahkemeye sunulan Prof. Dr. İzzet Öztürk imzalı mütalaada “Dünyadaki büyük kirletici ülkelerin karbon salınımlarını nötr yapması halinde Akkuyu sahasında bulunan deniz suyu sıcaklığında yüzyılın sonunda 1,7 santigrat derece artış beklendiği ve bu senaryonun daha makul olduğu” belirtiliyor. Öte yandan sıcaklık 3 santigrat derece artarak 32 dereceye ulaşsa bile reaktörün sorunsuz olarak soğutulabilecek kapasite, imkan ve yeteneklere sahip olduğu dolayısıyla yeni bir ÇED raporuna gerek olmadığı ifade ediliyor.
Avukat Atal, söz konusu mütalaanın bilimsellikten yoksun olduğunu, daha çok temenniye dayandığını belirterek mütalaada bahsedilen yüzyılın sonunda beklenen sıcaklık artışlarının zaten an itibariyle gerçekleştiğini vurguluyor.
Prof. Dr. Şule Ergün imzalı ikinci mütalaada ise Akdeniz’in dünya ortalamasının üzerinde ısındığı kabul edilerek “…giriş sıcaklığının artması santralin ekonomik işletilmesi ve kondenserin tasarım limitleri ile ilgili bir sorun olup; çevre ile ilgili mevzuatlarda kondensere giren suyun sıcaklığı ve kondenserden çıkan suyun debisi sınırlandığından reaktör gücünün sınırlandırılması veya reaktörün durdurulması ile sonuçlanan bir işletme durumudur” ifadesiyle santralin çalıştırılamayacağı üstü kapalı olarak kabul ediliyor. Mütalaada bu durumun elektrik piyasasına daha az elektrik arz edileceği, santralin elektrik satışlarının azalacağı anlamına geldiği, dolayısıyla nükleer santralin güvenli çalışmasıyla ilgili bir sorun olmadığı belirtiliyor.
Diğer yandan her iki mütalaada santralin ÇED raporunda veya başka bir çalışmada deniz suyu sıcaklığı ile ilgili hiçbir çalışma yapılmadığına değinilmiyor.
Davanın Perşembe günkü duruşmasında keşif ve bilirkişi incelemesi yapılması taleplerini yinelediklerini ifade eden Avukat Atal’a göre mahkeme duruşma sonrası kararını açıklayacak olursa eksik incelemeyle karar vermiş olacak. Atal, “Asında keşif ve bilirkişi incelemesinin şimdiye dek yapılmaması da suyun ne kadar ısındığını engellemeye yönelik bir çaba gibi gözüküyor. Ancak güneş balçıkla sıvanmaz” diyor.
Rusya’nın sorumluluğu
Atal’a göre santral, sadece Türkiye için değil bütün Akdeniz havzası için tehdit oluşturuyor. Türkiye’nin Barselona Sözleşmesi’ne göre herhangi bir nükleer facia durumunda bütün Akdeniz havzasına karşı sorumluluğu bulunuyor.
Fukuşima nükleer faciasının şu ana kadar Japonya’ya maliyetinin 1 trilyon doları geçtiğini hatırlatan Atal, Akkuyu’daki olası bir faciada ise Rusya’nın üstlendiği sorumluluğun sadece 300 milyon euro olduğunu vurguluyor.
Rus devlet şirketi Rosatom’un daha önce sıcak denizlerde nükleer santral inşa etmediğini, soğuk iklimde inşa ettiği Ukrayna’daki Çernobil nükleer santralinin ise patladığını ifade eden Atal, kamuoyuna yansıyan bilgilere göre 16 Kasım’da da Rusya’da Rosatom’a ait bir nükleer santralin türbin kanatlarının koparak devre dışı kaldığına dikkat çekiyor.
“Daha türbin kanatlarını sağlam inşa edemeyen, sıcak bir denizde ise hiç nükleer santral çalıştırmamış Rusya’ya ait Akkuyu nükleer projesi nereden tutsak elimizde kalıyor” diyen Atal, santralin ayrıca Kuzey Anadolu Ecemiş aktif fay hattı uzantısında bulunduğunu belirterek ekliyor: “Bütün bunlar gezegende bir ülke topraklarında yönetimi ve mülkiyeti başka bir ülkeye ait ilk ve tek nükleer santral olan Akkuyu’nun milli güvenlik sorunu olmasına yol açıyor. Bilimin ve bilimsel öngörülerin, milli güvenlik politikalarının by-pass edildiği yeni Türkiye yüzyılında Türkiye, Akkuyu’yla koşar adım felakete götürülüyor.”
Akkuyu NGS, dünyada “Yap-Sahip Ol-İşlet” modeline göre gerçekleştirilen ilk nükleer güç santrali projesi olma niteliğini taşıyor.
Türkiye’nin ilk nükleer enerji santrali olarak lanse edilen santralin yüzde 100 hissesi Rus devlet şirketi Rosatom’a ait. Nisan 2023’te Rusya’dan ilk yakıtın getirilmesiyle “nükleer tesis” statüsü kazanan santralin ilk reaktörü, Enerji Bakanlığının açıklamasına göre 29 Ekim 2024’te devreye alınacak.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır da bu hafta gerçekleşen 13’üncü Türkiye Enerji Zirvesinde yaptığı konuşmada, Akkuyu’nun ilk reaktörünün gelecek yıl devreye gireceğini belirterek, “Sinop ve İğneada projeleri ile ilgili uluslararası müzakerelerimiz de devam ediyor. Ayrıca küçük modüler reaktör, erimiş tuz reaktörü gibi yenilikçi uygulamaları ülkemizde gerçekleştirmek için çalışmalarımızı yürütüyoruz” dedi.
Bakan Kacır, Türkiye’nin bu atılımlarla “2053 Net Sıfır Emisyon” hedeflerine ulaşacağını ve enerji sektöründe her geçen gün bağımsız olma yolunda emin adımlarla ilerleyeceği savundu.