Milliyet gazetesinde hafta içinde neredeyse sessiz sedasız bir yönetim değişikliği yaşandı ve Mete Belovacıklı yedi yıldır sürdürdüğü genel yayın yönetmenliği görevini Özay Şendir’e devretti.
“Sessiz sedasız” çünkü bir zamanların “efsane” gazetesi Milliyet’le okurları arasındaki bağ kopalı çok oldu.
Şendir’i zaman zaman yönettiği radyonun yayınlarında konuşmak dışında tanıdığımı söyleyemem, gazeteciliği hakkında yorum yapacak kadar fikir sahibi değilim, elbette başarılar diliyorum ama bunun olanaksız olduğunu da biliyorum.
Neden böyle iddialı bir cümle kurdum?
Çünkü Türk basınında son 30 yılda Milliyet kadar darbe almış, oraya buraya çekiştirilmiş, kendine ihanet etmiş başka gazete herhalde yoktur. Üstelik bu sürüklenişin bedeli sadece tiraj kaybı olmadı.
Çünkü Milliyet yönetimde istikrar sağlayamadı, çalışanlarına sahip çıkmadı, geleneklerine ve okuruna yabancılaştı, siyasetle ilişkisini dengeleyemedi, değişen gazeteciliğe ayak uyduramadı ve maalesef kurum olmayı başaramadı.
Yönetimde istikrar meselesini yaklaşık son 30 yılda gelen genel yayın yönetmelerine bakarak somutlaştıralım:
Doğan Heper, Umur Talu-Yalçın Doğan, Ufuk Güldemir, Doğan Heper, Derya Sazak, Umur Talu-Yalçın Doğan, Mehmet Y. Yılmaz, Sedat Ergin, Tayfun Devecioğlu, Derya Sazak, Fikret Bila, Mete Belovacıklı ve şimdi Özay Şendir.
Bu da demek oluyor ki her genel yayın yönetmeni ortalama 2.3 yıl görev yapmış.
Daha da somutlaştırmak gerekirse, örneğin Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet’in başında geçirdiği yaklaşık 20 yıllık süre içinde Milliyet’te dokuz kez yönetim değişmiş.
Bu konu neden önemli?
Çünkü her gelen yönetim kendi kadrosunu kurmaya kalkınca adı Milliyet’le sembolleşmiş, Milliyet ekolünden yetişmiş, geleneklerini bilen, hafızası olmuş isimler gazeteden koptu, koparıldı ya da küstürüldü.
“Kendine ihanet etme” meselesine gelince…
Milliyet’in 1990’ların başında Cağaloğlu’ndaki tarihi eski binasından Bağcılar’daki “plaza”ya gitmesi basit bir taşınmanın ötesinde aynı zamanda günümüze kadar uzanan çizgi değişikliğinin de başlangıcı oldu.
Önce kendi içinden yetişenlerin gazeteyi yönetmesi geleneği terk edildi, ardından kim yönlendirdi, kim ikna etti bilinmez o zamanki sahibi Aydın Doğan Milliyet’i genlerine aykırı şekilde “magazinleştirerek” Hürriyet’le Sabah’ın kulvarına sürükledi.
Başından beri aynı çizgide gazetecilik yapan Hürriyet ve Sabah’a karşı “aslı varken kopyası olmak” göle maya çalmaktı, harcanan onca paraya, yapılan onca operasyona, transfere karşın elbette tutmadı.
Oysa Milliyet kendi kulvarında rakipsizdi, saygındı, prestiji ve etkisi tirajının çok önündeydi, sosyal demokrattı, ilkeliydi, ciddiydi, yazdıkları önemsenirdi, yurt dışında bile referans gösterilirdi, “Halkın Gazetesi”nden sonra logosuna koyduğu, bir zamanlar haklı olarak çokça kullandığı reklam sloganındaki gibi “Basında Güven”di.
Bu iki stratejik yanlışa Milliyet’in aynı dönemde “tencere tabak” verme modasına kapılması eklenince gazeteyle okur arasındaki bağ iyice zayıfladı. Halbuki o ana kadar Milliyet sadece kitap verirdi, herkesin kütüphanesinde mutlaka ünlü meşale logolu eserler bulunurdu.
Bütün bu süreç boyunca kaybeden, büyük gazeteler içinde hep en az maaşı alan ve hep en az hakka sahip olan özverili Milliyet çalışanı oldu. Bir zamanlar en yaygın dış büro ağına sahip olmakla övünen, 20’ye yakın başkentte muhabiriyle Batı’daki ünlü gazetelerle yarışan Milliyet sonradan dünyanın merkezi Washington’da temsilcisi bulundurmayı bile “masraf kapısı” ve zül görür hale geldi.
2011 ortalarında gazetenin Demirören Grubu’na satılması duvara doğru ilerleyen kamyonun gaz pedalına biraz daha basılması demekti.
Ve bir gün fark edildi ki, Milliyet’te “Milliyetçi” kalmamış.
Bu yazıyı yazarken aklıma takıldı, Cağaloğlu’ndaki Milliyet’in geleneklerini ve hafızasını Bağcılar’daki Yazı İşleri’ne taşıyan kaç kişi kalmıştı acaba?
Bir hata yapmamak için Milliyet’in hafızası sayılan kişilerden, eski Yazı İşleri Müdürü Tahir Özyurtseven’e sordum. Hiç düşünmeden cevap verdi:
Abbas Güçlü, Tunca Bengin, Melih Aşık ve Atilla Gökçe.
Teknik ve reklam servislerinde mutlaka bu kadar hatta belki daha kıdemli arkadaşlar vardır ama Yazı İşleri’nde çıka çıka dört kişi çıktı. Kaldı ki bu kişilerin yazar kadrosunda bulunduğunu yani gazetenin yapımında fiilen görev almadığını düşünürsek gerçek sayının 0 (sıfır) olduğunu söylemek gerekiyor.
Bu acı tespit 73 yaşındaki bir gazetenin nereden nereye geldiğinin özeti aynı zamanda.
Haksızlık etmeyelim, şu anda gazetede Milliyet ekolünden yetişmemiş olsa da o ekolden gelenlerle çalışmış gazeteciler hâlâ var. Ama gazetenin sahiplerinin iktidarla girdiği ilişki ellerini kollarını bağlıyor.
Bu saatten sonra yönetimi üstlenen Şendir’in Milliyet ekolünden gelmemiş olmasının bile bir önemi yok. Öyle olsaydı da bir şey değişmezdi çünkü ip kopalı çok oldu.
Dolayısıyla Şendir’in devir teslim töreninde söylediği, “Milliyet Abdi İpekçi’nin emaneti” sözünün maalesef önemi yok çünkü ortada artık bir “emanet” yok.
Gazeteye 25 yıl emek vermiş bir kişi olarak bunları yazmak zorunda kalmak çok üzücü…
İlgili yazı: https://medyagunlugu.com/milliyetin-efsane-dis-burolari/