Yüzümdeki yara izi
Görene böyle bir iz var, görmeyene yok. Hayat kavgasında kim darbe yememiştir ki… Hayat kavgasında, daha doğrusu hayatla kavgada… Kılıçlar çekilmişti. Bir dikkatsizlik, hop, yüzümdeki bu yara… Her zaman tetikte olmak gerektiğini söyler bu yara bana… Bir ikinci yarayı kabullenemem. Bir de “yüzünden silinmesin bıçağımın yarası” diyen türkü var. İşte onu hayat hepimize söylemiş gibi gelir. Aynaya baktığımızda, hayatla didişmemizin nelere mal olduğunu görür, kederleniriz. Oysa “acısı geçti” deyip geleceğe bakmak daha doğru olmaz mı…
Bir kadın olarak uyandım
Bir sabah bir kadın olarak uyandım. Toplumdaki bütün gizli ayrıcalıklarımı yitirdim. Şimdi bakan değil bakılanım. Her adımıma dikkat etmem gerekiyor. Çocuğumun olmaması büyük kayıp olarak görmeye başlıyorum eyvah. Erkekken bu kadar önemli gelmiyordu bana oysa… Geleneksel rollere girmek istemiyorum ama toplum beni buna zorluyor. Ayaklarım üstünde durmak istiyorum ama durmak zor. İki çocuklu olup boşanmış ya da eşini kaybetmiş o emektar kadınlara bakıp ilham almaya çalışıyorum ki onlardan biri de annemdi. Hayat zaten zordu, şimdi daha da zorlaştı. Aslında ne güzel şey kadın olmak, yaşam üretenlerden olmak. Özenirdim hep… Şimdiyse zor geliyor, baskılar çok fazla…
Ölümsüz olmak ister miyim?
Bunu bana sonunda ölümsüzlük iksirini bulan bilim kadını arkadaşım sordu. “Kaç kişi ölümsüz olacağız?” diye soruya soruyla yanıt verdim. Herkes ölürken, ölümsüz olmak çok sıkıcı ve üzücü olmalı. Herkes ölümsüz olacaksa o zaman olabilir. Aslında, ölümsüzlüğün yolu, iksirden önce de bulunmuştu. Eserlerinle ölümden sonra gelecek kuşaklara kalmak… Örneğin, Yaşar Kemal. Kim söyleyebilir ki öldüğünü… Ölümlerle nitelenen günlerde isimler okur, “yaşıyor” derdik. Kim söyleyebilir “yaşıyor” dediklerimizin ölümsüz olmadığını… Ama insan yaşarken “zaten ölümsüzüm” diyemiyor. Ölmeden ölümsüz olup olmadığını anlama şansı bulunmuyor.
Göze göz dişe diş mi?
Böyle bir düşüncenin üstünden yüz yıllar geçti. Ama herhalde yakında hortlayacak gibi görünüyor. ABD’de idam cezası belki de buna örnek sayılabilir: Bir (ya da birden fazla) cana karşılık bir can. Kimi ülkelerde idam cezası uygulanmıyor. Türkiye’de “asmayalım da besleyelim mi?” günleri geride kaldı. Keşke daha önce sonlansaydı. Bir de eskiden, idamlar meydanlarda olurmuş, ibret-i alem için. İran’da süren bir uygulama. Gerçi orada idam, bir cana karşılık olmanın ötesinde, siyasi suçlar için geçerli. Adalet talep etmek de suç. Hukuk herkese lazım ve kimin hukuku olduğu da önemli.
Ölülerle konuşuyorum ben
Ölülerle ne konuşulur? Hani şu toprak olanlarla… Bir kere öldükten sonra bizim yaşadıklarımızı görebiliyorlar mı… Yine bir inanç konusu… Göremiyorlarsa, yaşadıklarımızı özet geçerdik. Herhalde önce kendi yakınlarımızla konuşmak isterdik. Kendi annemiz babamızla… Sokaklarda “yaşıyor” diye bağırdıklarımızla… Ama ne konuşacağız? Konu bulmak zor. Yazarlarla görüşüp yazın tarihine yeni notlar düşebiliriz örneğin… Düşünürler ve siyasal liderlerle görüşüp bugüne ilişkin ne düşündüklerini öğrenmek fena olmazdı… Ölü müzisyenlerden konser, ölü şairlerden dinleti talep ederdik. Sanatçılardan sanatlarını icra etmelerini, bilim insanlarından günümüzün bilimini yorumlamalarını ve daha niceleri…
Mükemmel iş
Mükemmel iş nasıl olurdu? Bir kere iş gibi olmazdı. İş değil hayatın doğal akışında bir uğraş olurdu. Oysa ne kadar uzak milyonlarca insan bu düşünceden… Güvencesiz çalışma ve enflasyona göre düşük ücretler yaygınlaştı. Milyonlarca çalışan seneye ya da öbür seneye ne yapacağını bilmeyerek çalışıyor. Güvenceli bir iş ve yüksek ücret olmalı. Stressiz olmalı, iş nedeniyle saçı dökülmemeli insanların. Acilde gördüğüm doktorun genç yaşında saçlarını döken o stres gitmeli; yerine pozitif kurumlar, pozitif insanlar gelmeli. Yormayan bir iş olmalı. Yaparken doyum almalı insan. Her işte olanaklı mı bu özellikler, yoksa belli başlı işlerde mi olabilir? Düşünmeli.
Geçmişe gidiyorum
Zaman makinesiyle geçmişe gidiyorum. Herhalde ilk işim, kaybettiğim yakınlarımın yaşamalarını sağlamak olurdu. Annem ve babam. Annemin kalp krizi geçireceği zamanı bilip onu hastanede bekletirdim. Babamın o trafik kazasını geçirmemesi için, başka yoldan gitmesini sağlardım. Geçmişe gidip belki de evlenmezdim. Evlenmeyeceğim için, böylelikle boşanmazdım. 12 Eylül’ü engellerdim, böylece sonradan gelecek partiler ondan nemalanmazlardı. Şu anki siyasal düzeni değiştirecek adımlar atardım. Geleceğe gitsem, işimiz yaş ya, belki geleceği görmek istemezdik. Zaten şimdi bizi yeterince zorluyor; gelecekte kim bilir ne musibetler bekliyordur bizi…
Ev arkadaşı olmak
Yıllar geçtikçe ev arkadaşı olmanın ne kadar zor olduğunu anlıyorum. Benim için de karşı taraf için de… Eskiden evleri paylaştığımız arkadaşlar olmuştu. O zaman gençlik uyumluluğu mu vardı desek, yine de iyi anlaşıyorduk. Şimdi düşünüyorum, bu huysuzluğum yaşla geldi sanırım. Katlanamıyorum kimseye. Hele bir de aynı evde olacak, hiç katlanamam. Yalnızlığa fazla alıştım sanırım. Belki değişir bu düşünceler. Koşullar düşüncelere etki eder.
ulasbasar@gmail.com