Halen tartışması süren, geçen haftaların gündemi Trump-Zelenski atışması, diplomaside böyle bir formatta ikili görüşme şekli bulunmadığını hatırlatan somut bir örnek oldu.
İkili hassas meselelerin, kamu önünde müzakere edilmesi diplomasiyi şaşırtan sonuçlara yol açtı.
Yaşananlar ayrıca, ABD ve Rusya’nın Suriye’den sonra Ukrayna talanında da tarihi bir mutabakat içinde olduğunu gösterdi.
Emperyal paylaşım ideolojisi sınır tanımıyor. Suriye paylaşımından sonra Ukrayna coğrafyası adeta “orta malı” oldu. Açıkça ve acımasızca Rusya toprak, ABD nadir stratejik madde peşinde.
Bütün bunlar yaşanırken uyku mahmuru Avrupa’nın nereye koşacağının telaşı içinde toparlanmaya çalıştığı, Çin’in ise yeni dünya düzenindeki pozisyonunu belirleme sürecinde henüz topa girmeyerek, sessizce gününü beklediği görülüyor.
Trump’ın uluslararası dengeleri altüst eden saldırgan çıkışlarının Amerikan rüyasını zafiyete uğratan Pekin’i frenleyememe beceriksizliğinden, Çin korkusundan kaynaklandığı da söylenebilir.
Bu bağlamda, Trump’ın Amerika’ya da zarar veren zehir zemberek akıl almaz tehditlerine, Beyaz Saray çevreleri ile derin ABD yapılanmalarının onay anlamına gelen sessizliği manidardı.
Çin kâbusunun bilinen tüm ABD birimlerinin, Rusya’nın Çin’le olası yakınlaşmasını önleme telaşı içinde Rusya’ya teslimiyete yöneldikleri de söylenebilir.
Her hal ve karda yeni dünya düzeni rekabetinin ABD ve Çin merkezli cephelerde olacağını öne sürmek güç olmayacaktır.
Trump’ın, yine olası bir Rusya-Çin yakınlaşmasına set çekme amacıyla, Rusya’yı G7’ye davet ederek, yeniden G8’i canlandırmaya yönelik beyanları Batı dünyasını ayrıca şaşırttı.
Hatırlanacağı üzere Rusya, Kırım’ı işgal ettiği için G8’den atılmıştı, şimdi ise işgalleri ödüllendirilerek aynı kulübe davet almış oluyor.
Trump’ın Rusya’ya uzatmaya çalıştığı G8 havucunun sopaya dönüşmemesi halinde, Çin’i küresel yalnızlığa itecek ilk somut adım başarılmış olur.
Ne gariptir ki bir ara Putin’e ders vermek isteyen Biden, Rusya’nın G8’den sonra G20’den de dışlanarak yerine Ukrayna’nın alınması meyanında niyet beyan etmişti.
Anlaşılan o ki, Washington’da siyasi kadrolar değişse de Çin dosyası sabit kalırken, Çin korkusu ezeli rakip Rusya’ya yönelik siyaseti değiştirebilmektedir.
Gelinen aşamada, Trump ekibince yerli yersiz dillendirilen, Çin ile savaşı göze alacakları retoriğine Pekin’in cevabı,”Her cephede savaşa hazırız” oldu.
Trump Putin ile yakınlaşırken, NATO, G7 ve AB gibi Batı yapılanmalarında zafiyet yaratacak tehditlerde bulunurken, Çin’in Kuşak ve Yol, Şanghay İşbirliği ve BRICS girişimleriyle Batı’nın sinir uçları ile oynamayı sürdürdüğü görüldü.
Trump ekibinin, zaman zaman Büyük Orta Doğu Projesinin sürdüğünü hatırlatan, sıranın İran’a geldiği şeklindeki diplomatik olmayan imalarına karşın, öncelikle Suriye ve Ukrayna bağlamında yol açtıkları pürüzleri hallettikten sonra Asya-Pasifik’e yönelmesi muhtemeldir.
ABD’nin kimyasını bozmaya devam eden hesaplaşmasının şiddetini Çin’in tepkisinin belirleyeceğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Öte yandan, Trump’ın ABD kamuoyunda da protestolara yol açan çılgınlıklarının sürmesi halinde, ikinci başkanlık dönemini tamamlayamayabileceği, iç derin dengeler uyarınca bir şekilde saf dışı bırakılabileceği yönünde görüşler de öne sürülmekte.
Her yolu mubah sayan, saldırgan, gerçekliğini yitirmiş vahşi kapitalizmin, bu dönemde insanlığın başına neler öreceğine dair endişeli bekleyiş sürmekte.