Uluslararası güvenlik ve strateji konularında en önemli yayınlardan olan War on the Rocks’ta, “Türkiye’nin kaybıyla yüzleşme” başlıklı çarpıcı bir analiz yayımlandı.
Makalede, ABD’de siyasi karar alıcılarının “şok, inkar ve öfke” evrelerinden sonra artık yas dönemini geride bırakarak Türkiye’nin kaybedildiği gerçeğini kabullenmeye başladıklarına işaret ediliyor.
Türk-Amerikan ilişkilerini yakından izleyen Nicholas Danforth ile Aaron Stein tarafından kaleme alınan analizde, Washington’da son dönemde Türkiye ile ilişkiler konusunda değişen siyasi iklime ayna tutuluyor.
“Müttefik olma beklentisinden ve bu beklentinin sürekli yol açtığı ihanet duygusundan kurtulan Washington ve Ankara artık tamamen transaksiyonel ilişkiye (al-ver ilişkisine) odaklanabilir” ifadelerine yer verilen analizde, ABD yönetiminin Türkiye ile ilişkilerine yine değer verdiği, ikili ilişkileri düzeltmeye çalışmaya da devam ettiği, ancak bu ilişkileri artık farklı bir zemine konumlandırdığı vurgulanıyor.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Jeff Flake’in, geçen hafta Reuters haber ajansı tarafından yayımlanan röportajında, “Türkiye’nin Batı’ya güçlü bir şekilde çıpalanmış olduğuna” ve Türkiye ile ABD arasındaki stratejik ortaklığın hiç bugün olduğu kadar güçlü olmadığına vurgu yapması dikkat çekti.
Danforth ve Stein ise makalelerinde artık stratejik ortaklık döneminin geride kaldığına işaret ediyor. Uzmanlar, ABD’nin Türkiye’yi önemli ve güvenilir bir ortak olarak görmekten ziyade, önem atfedilen somut bazı konularda angaje olunması gereken bir ülke olarak gördüğünü aktarıyor.
Değişime yol açan stratejik arka plan
Analizde “Soğuk Savaş” döneminde ABD-Türkiye ilişkilerinin ortak güvenlik çıkarları üzerine inşa edildiği, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden bu yana geçen otuz yılda bu çıkarların önemli ölçüde farklılaştığı anlatılıyor.
ABD’nin Suriye’deki IŞİD ile mücadele stratejisinin Türkiye için bir kırılma noktası olduğunu, bunu Ankara’nın Rus yapımı S-400’leri satın alma hamlesinin izlediğini, ABD’nin de yaptırımlarla Ankara’ya yanıt verdiğini anımsatan uzmanlar, bu sorunları aşma çabalarının da sonuç vermediğinin altını çiziyor.”
ABD ve Batı dünyasının büyük bir kısmı Moskova’nın Ukrayna’da askeri yenilgiye uğratılması konusunda kararlı, Türkiye ise artık Rusya ile ekonomik ilişkileri vazgeçilmez olarak görüyor” ifadelerine yer verilen makalede, Türk hükümetinin bağımsız dış politikasına olan bağlılığını kanıtladığı, ABD’yi de ihtiyaç duyulan bir ortak olarak görmediği, hatta Türkiye’de pek çok kişinin ABD’yi tehdit oluşturan bir aktör olarak algıladığı belirtiliyor.
ABD’nin Türkiye’ye bakışını ise uzmanlar, “Türkiye hâlâ ABD’nin önem verdiği pek çok yerin sınır komşusu. Ancak Soğuk Savaş’ın coğrafi gerçekleri değişti ve Türkiye artık Amerika’nın Karadeniz’deki tek ortağı değil. Dahası, kriz zamanlarında Ankara’nın ABD çıkarlarını destekleyeceğine güvenilmesi söz konusu olamaz” sözleriyle aktarıyor, bunun da Türkiye’yi ABD açısından “daha az değerli hale getirdiğine” vurgu yapıyor.
Analizde Ukrayna ile Gazze savaşları ve İran konusunda ABD ile Türkiye arasındaki görüş ayrılıkları da ayrıntılı bir şekilde irdelenerek şu dikkat çeken saptamaya yer veriliyor:
“Artık kimse mevcut krizlerin çözümü için Ankara’dan yardım beklemiyor. Ayrıca kimse Erdoğan’ın söylemlerine rağmen, Türkiye’nin Hamas’ın ana sponsoru ya da İsrail’e doğrudan askeri bir tehdit olarak ortaya çıkmasından da endişe duymuyor. Sonuç olarak Türkiye şu anda, garip de olsa, rakip ve partner arasında bir yerde konumlanmış bulunuyor.”
Analizde ilişkilerde gerilime yol açması muhtemel sınamalar da sıralanıyor. Erdoğan’ın söylem ve politikalarında yumuşamaya gitmiş olsa da Yunanistan ve Kıbrıs’a yönelik politikalarında temelde değişikliğe gitmediğine dikkat çeken uzmanlar, Yunanistan ile tırmanacak bir gerilimin F-16 satış anlaşmasını tehlikeye sokabileceğine, İsrail karşıtı tutumu nedeniyle de ABD Kongresi’nin Türkiye’ye yaptırım uygulamak isteyebileceğine ve yine F-16 satışının iptaline yol açabilecek kararlar alınabileceğine işaret ediyor.
Uzmanlar, Suriye’nin kuzeydoğusunda YPG ile birlikte konuşlanmış bulunan ABD güçlerine işaret ederek, asıl en büyük ve doğrudan gerilime yol açma riski bulunan konunun bu olduğunun altını çiziyorlar.
“Ankara ABD’nin oradaki varlığını sona erdirme arzusunu açıkça ortaya koydu” ifadelerine yer verilen analizde, “Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusuna yeni bir harekât düzenlemesi ihtimali, ABD-Türkiye ilişkilerini yeni bir dip noktasına taşıyacak kaygı verici bir potansiyel taşıyor” deniliyor.
ABD İncirlik’ten nükleer silahları çeker mi?
ABD’nin Ortadoğu, Karadeniz ve Rusya’ya yaklaşımının artık Ankara’nın çıkarlarıyla kısmen çeliştiğine ve Washington’un bölgedeki varlığının Türkiye tarafından bir tehdit olarak algılandığına dikkat çekilen makalede, ABD’nin Yunanistan’da güçlendirdiği askeri varlığına da değiniliyor. İlişkilerdeki gerileme nedeniyle Washington’da Türkiye’deki askeri üs ve tesislere erişim endişesinin giderek arttığına, bunun da ABD’nin Yunanistan’daki askeri gücünü, hava ve donanma tesislerini genişletmesine yol açtığına vurgu yapılıyor.
Peki bu gelişmeler ABD için örneğin nükleer silahlarını konuşlandırdığı İncirlik üssü ya da Kürecik Radar Üssü’nün önemini azalttı mı? DW Türkçe’nin bu sorusunu yanıtlayan Aaron Stein, Kürecik’in İran’ın olası füze fırlatmalarının tespit edilmesinde, gözetlenmesi açısından önem taşıdığını söyledi. ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Dış Politika Araştırma Enstitüsü’nün başkanı ve icra kurulu başkanı olan Stein, İncirlik konusunda ise şu değerlendirmeyi aktardı:
“İncirlik daha çok, orada konuşlanmış olanlar nedeniyle önemli. Teorik olarak bu bombalar kullanılabilir, ancak bu silahların gerçekten de kullanılmasını gerektirebilecek aşamaya gelinmesi senaryoları pek ihtimal dahilinde gözükmüyor ve böyle bir misyon çok riskli. Ayrıca İncirlik siyasi açıdan çok önemli çünkü gerçekten de ABD’nin Türkiye’deki varlığının son kalıntısı. Bu üs, Suriye’de söz konusu olduğu gibi, savaş zamanı ihtiyaçları karşılamak için genişletilebiliyor. Ancak çoğu senaryo için kullanımı Türkiye’nin onayına bağlı.”
Son yıllarda, ABD-Türkiye ilişkilerindeki güven bunalımı nedeniyle Washington’ın İncirlik’teki nükleer bombaları tahliye planı yaptığı gündeme getiriliyor. “ABD bu yönde bir adım atar mı?” sorusunu yanıtlayan Aaron Stein, “Nükleer silahların Türkiye’den çekilmesi kararının birlikte alınması gerekir ve Ankara’nın bunların geri çekilmesini istediğine dair bir emare yok” dedi.
Yapılmayan lider ziyaretleri
İki ABD’li uzmanın makalelerinde vurguladıkları gibi aslında ABD-Türkiye ilişkilerindeki gerileme yeni değil. İki ülke liderlerinin karşılıklı resmi ziyaretlerinin son 15 yılda neredeyse yok denilecek kadar azalmış olması da bunu yansıtıyor.
ABD’de Joe Biden’ın başkan seçilmesinin ardından Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beyaz Saray’da ne zaman ağırlanacağı büyük merak uyandırıyordu. Washington’un, İsveç’in NATO’ya üyeliğinin onaylanması karşılığında Erdoğan’a Mayıs için yaptığı iddia edilen davetin neden iptal edildiği ise nedense hiç merak uyandırmadı.
15 yıldır Türkiye’yi bir ABD başkanının ziyaret etmemiş olması aslında daha da dikkat çekici. En son 2009 yılında, dönemin başkanı Barack Obama Türkiye’yi ziyaret etmiş, hatta ilk denizaşırı ziyaretini Türkiye’ye yapması büyük yankı uyandırmıştı. Gerçi Obama, 2015 yılında, Antalya’nın ev sahipliği yaptığı G-20 zirvesine de katıldı, ancak Obama’dan sonra Trump da Biden da Türkiye ziyaretini gündemlerine almadılar.
Avrupa ve Dış Politika Vakfı (ELIAMEP) uzmanı Nicholas Danforth, DW Türkçe’ye ABD liderlerinin Türkiye’ye azalan ilgisini şu analizle değerlendirdi:
“11 Eylül sonrasında, demokratik ve Müslüman çoğunluğa sahip bir NATO üyesi olarak Türkiye, Boğaziçi Köprüsü önünde poz veren Bush ya da Sultanahmet Camii’ni ziyaret eden Obama için olsun, ABD başkanları için yüksek sembolik değere sahipti. Ama bu dönem artık geride kaldı.”
NATO’dan önce ŞİÖ
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Salı günü kabul ettiği Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a Erdoğan ile 3-4 Temmuz tarihlerinde Astana’da düzenlenecek bir “uluslararası etkinlik” kapsamında bir araya gelecek olmaktan memnuniyet duyduğunu söyledi. Bu tarihlerde Astana’da Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) liderler zirvesi yapılacak.
Bu Erdoğan’ın, 9-11 Temmuz tarihlerinde Washington’da yapılacak NATO liderler zirvesi öncesinde ŞİÖ zirvesine katılacağı anlamına geliyor. Erdoğan’ın NATO’nun 75. kuruluş yıldönümü olması sebebiyle ABD’nin büyük önem atfettiği Washington zirvesi öncesinde ŞİÖ zirvesine katılmasına başta Washington olmak üzere Batılı başkentlerin nasıl bir tutum sergileyeceği merak uyandırıyor.
Erdoğan’ın gelgitleri
Büyükelçi Flake son röportajında, Türkiye’nin BRICS’e katılmak istediği yönündeki iddialar için, “Umarım katılmaz” dedi, ancak katılması halinde de bunun Türkiye’nin Batı’ya çıpalanmış olduğu gerçeğini değiştirmeyeceğini de sözlerine ekledi.
Nicholas Danforth ise, Erdoğan’ın bloklar arasındaki gelgitlerinin dünya gerçekleriyle örtüşmediğine işaret eden şu değerlendirmeyi aktardı:
“Erdoğan kendisini hem Biden hem Putin ile görüşebilen hem NATO’da hem ŞİÖ’de aynı şekilde kabul gören bir lider olarak tasavvur etmek istiyor. Ancak şunu bilmek gerekiyor, bugün farklı bloklar daha önce hiç kimse bağımsız bir dış politika izlemeyi akıl edememiş olması nedeniyle oluşmadı. Bu, içinden çıkılması zor bir dengeleme hareketi.”