Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ABD’de de bağış dükkânları çok yaygın. Bağışlanan her şey oldukça düşük fiyatla satılıyor, geliri de tanımlanmış bir gruba ya da işe aktarılıyor. Şehit yakınları ve gaziler yararına, sokakta yaşayanlar yararına vb.
Bu dükkânlara bağışlananlar çoğunlukla kullanılmış eşyalar ama yepyeni olanlar da var. Mobilyasından süs eşyasına, ayakkabısından paltosuna, oyuncağından motosikletine kadar her şeyi bulmak mümkün bu dükkânlarda. Üstelik hemen her mahallede böyle bir mağaza var. Bağışlanan her şey temizleniyor, gerekiyorsa tamir ediliyor, yeniye yakın bir durumda ve oldukça düzenli bir şekilde satışa sunuluyor.
Bağışların kaynakları bireysel olduğu gibi satamadıklarını veren üreticiler de oluyor. Bağış gösterip vergiden düşen firmalar da, ölen yakınlarının eşyalarını istemeyen ya da biriktirdiklerinden vazgeçip depolarını boşaltanlar da oluyor. Oluyor da oluyor. Her ne gerekçeyle yapılırsa yapılsın çok fazla eşya bağışı oluyor. Bağışlananlar içinde çer çöp olabildiği gibi değer biçilemeyecek kadar değerli antikalar da bulunuyor.
Bu dükkânlardan alışveriş eden iki farklı grup var. Sayıları az olan birinci grup kendisi daha pahalıya satmak için ucuz ama değerli şeylerin peşinde olan uyanıklar. Ucuza hiç de ihtiyacı olmadığı halde bu dükkânlara dadananları ayrıca anlatmalıyım. Çoğunluğu oluşturan ikinci grupsa kendi ihtiyaçlarını ucuza almak isteyenler.
Ucuz mala gerçekten ihtiyacı olanlar bu dükkânlar sayesinde yaşamını sürdürebiliyor. Dini kurumların aş ocakları ve başka yardım kurumları sayesinde yiyecek temini de mümkün olduğundan, toplumun alt tabakası geçinebiliyor hatta sokakta yaşayanlar bile aç ve açıkta kalmıyor. Adı “gelişmiş” olan ülkelerin bunca zengini varken bunca yoksulu ve düşkünü hatta sokakta yaşayanı niye var sorusu bir yana bırakılırsa, kelimenin gerçek anlamında açlık ve kıran olmuyor ne ABD’de ne de Avrupa’da. Nedeni de bağış ve ikinci el sisteminin yaygınlığı.
Anlattığım gibi ABD’de de bağış eşyaları derleyip toparladıktan sonra verilmiyor, dağıtılmıyor, satılıyor. İhtiyacı olanlarsa düşük fiyatla satın alıyor. Bizim ülkemizde ise insanlar artık ihtiyaçları kalmayan şeyleri ihtiyacı olanlara hediye ediyor. Bu parasız verme işi daha yüce gönüllü bir şey. Eskimizi satmak bize uymuyor, hatta kapitalist bir uygulama olarak tepkimize de neden oluyor.
Bizimki gibi elden ele verme meselesinin kafa karıştırıcı yanları var ama. Öncelikle ihtiyacı olanla fazlası olanı buluşturmayı gerektiriyor ki çoğunlukla bu buluşma gerçekleşemiyor. Tek tük farklı uygulamalar olduğunu biliyorum ama genelde hanımefendinin modası geçti diye beğenmediği giysisini kapıcının kızına vermesi şeklinde gerçekleşiyor ki hedefini şaşmış bir iş olmanın ötesine geçemiyor. Doğru taraflar buluşabilse bile çok daha önemli bir sorun oluşuyor. Yardım edenle alan arasında alt-üst konumu oluşuyor. Veren taraf büyürken, alan taraf küçülüyor. Yardım alan borçlanmışlık hissi ile eziliyor. Bağışlar ve yardımlar sayesinde aciz hissetme duygusu tepe yapıyor. Bir dükkâna girip alışveriş yaparken hissedilmeyecek bir duygu bu.
Para üstünden süren bütün ilişkilere karşı benim de (belki de gereksiz yere) hassasiyetim olduğundan, bağışların satılmasına tepkim var(dı). Ancak bu deprem vesilesiyle ABD ve diğer gelişmiş ülkelerde bağışların ilk elden kişilere değil de bu tür kurumlara yapılmasına farklı bakmaya başladım.
Bu yardım kurumları, satışları yapmak için dükkânlar kiralıyor ya da satın alıyor. Bağışlanan şeyler kişinin bizzat dükkâna götürebileceğinden büyükse gelip alabilmek için kamyonları ve hamalları da var. Dükkânların elektriği suyu ve buralarda her mağazada olması zorunlu olan tuvaletleri vb. dolayısıyla işletim maliyeti var. Bağışlananları ayıklayıp temizleyen, sınıflayıp yerleştiren, satışını yapan elemanlar var. Bu dükkânlar hemen her mahallede olduğu için devasa bir insan gücüne ihtiyaç var. Sonuçta bu işin düzenli sürdürülebilmesinin kallavi bir maliyeti var. Bu kurumlarda ücret almadan çalışan gönüllüler de var ama ücretli çalışanlar da var. Dolayısıyla sistemin bizzat kendisinin bir maliyeti var. Ancak dediğim gibi bu sistem tıkır tıkır işlediği için, evsizlerin bile üstü başı pak, karınları tok durumda.
Bunları yazarken aklıma geldi. Böyle bir organizasyonun maliyetini merak ederek bu işin en meşhurlarından biri olan Goodwill’i Wikipedia aracılığıyla araştırdım. Toplam da 3.200’den fazla dükkânı olan bu kurum 2018’de kabaca 6 milyar dolar gelir kaydetmiş. 600 milyon dolarını personel gideri, dükkân vb. masraflara harcarken 5 milyardan fazlasını da hayır işlerine harcamış. Bu rakamlara inanamayınca biraz daha okudum.
Goodwill, 1902 yılında Helms adında Metodist bir din adamı tarafından kurulmuş. Zengin mahallelerinden ikinci el ev eşyası ve giysileri toplayıp yoksul ve işsizlere bunları temizletip onarttıktan sonra ihtiyacı olanlara ulaştırıyormuş. Birkaç yıl sonra akıl verenler de olmuş ve yaptığı işi şirkete dönüştürmüş.
Kâr amaçlı olmayan Goodwill şirketinin bir diğer amacı kalifiye olmadığı için iş bulamayanlara bir iş öğretmek, sonra da iş bulabilmesi için yardım etmekmiş. 2016 yılında iş eğitimi verdiği kişi sayısı 300.000’e ulaşmış. Ülke nüfusunun 300 milyon olduğu düşünülürse ne kadar çok kişiye elinin değdiği daha kolay anlaşılır. Üstelik iş eğitimi eski giysileri temizleyip ütülemekle falan sınırlı değil. Bankacıdan, bilgisayarcıya, dil öğretmeninden sağlık çalışanına hemen her mesleğin eğitimini verir olmuş. Örneğin 2022 yılında Google, 14 milyon dolar bağış yaparak kendisi için ABD ve Kanada’da 2 milyon kişiye “digjtal” eğitim vermesini istemiş Goodwill’den. Zaten artık ABD dışında da dükkânları varmış. İnsanın nereden nereye dememesi mümkün değil. Ayrıca ben sadece Goodwill’in dosyasını azıcık araladım. Bunun gibi pek çok başka bağış kurumu ve dükkân zinciri var ABD’de.
Bağış konusunda bizde ve onlarda diye kafa yordukça, bizim bağış meselesine yaklaşımımızın duygusal yani reaktif, onlarınkinin akılcı yani analitik olduğunu fark ettim.
Deprem yardımlarının toplanması ve iletilmesinde görece olarak sağlanabilen düzenin, koruma ve dağıtımda sağlanamadığını gördükçe de bu kanım pekişti. Keşke bizim de her mahallede böyle bağış dükkânlarımız ve bu konuda deneyimli çalışanlarımız olsaydı.
Depremde eşya satardık demek istemiyorum elbette. Ama böyle deneyimli organizasyonları devreye sokmak işleri çok kolaylaştırırdı. Bu kriz süresince bağışlar bu kurumlara yapılacak der, gönüllüleri buralarda çalışmaya yönlendirir, başka şehirlerin dükkânlarını da TIR’ların içine yerleştirerek dükkân halinde bölgeye gönderir, satışlar da bedava derdik, olur biterdi.
Bu ücretsiz satış (!) sadece olağanüstü durumlarda belirli bir süreyle yapılır, sonrasında da bu dükkânlar gene ucuza satmaya devam ederler. “Yoksul ucuz da olsa satın alamaz ki” diyenlere yine ABD’den örnek vereyim. Kapitalizmin ağababası Amerika’da çok yoksul olana devlet belli bir aylık ödüyor. Bence bunu insana değer verdiği için falan değil, çok muhtaç kalıp etrafa saldırmasın, kurulu düzeni bozmasın diye yapıyor. Bizde ise işsizsen, yoksulsan yani paran yoksa yoktur, devletten zırnık alamazsın. Tevekkeli bizdekine kapitalizm değil de “vahşi kapitalizm” deniyor.
Biliyorum bugünlerde hepimiz çok duygusalız. Sonrayı boş ver, sen şimdi ne yapabiliyorsan onu yap, diyenler çok. Oysa duygular hemen harekete geçtiği halde zamanla solarak yok olurken akıl geç ve güç devreye giren ve ancak bilinçle güçlendirilirse işe yarayabilecek bir kaynak. O yüzden her şey gibi yardım çabalarımızı da duygularımızla değil aklımızla yönetebilmemiz şart. Bir yandan bugünü kurtarmaya çalışırken bir yandan da yarınları planlamamız şart. Yoksa dövünerek ağıt yakmaya devam edeceğiz.
Not: Benim yeni öğrendiğim ama 7 yıl önce kurulmuş olan “İhtiyaç Haritası” oluşumuna dikkatinizi çekerim. Harika işler yapmışlar. 120.000 üyeleri var. 10 milyondan fazla ihtiyaç kalemi karşılamışlar. 500 milyon liraya eş değer bağışın aracısı olmuşlar. Bence desteklenecek çok önemli yapılardan biri.