Dr. Hüseyin Korkmaz (tasam.org)
ABD-Çin rekabeti küresel belirsizliğin yoğunlaşması ile beraber daha karmaşık ve gri bir alana doğru kayıyor. İki ülke arasında devam eden sürtünme sadece Asya-Pasifik özelinde değil dünyanın farklı kıtalarında farklı dinamiklerle gerçekleşiyor.
Bu rekabetin yoğun ama örtülü olarak devam ettiği yerlerden birisi de Orta Doğu. Tarihsel olarak büyük güçlerin temel rekabet alanı olan Orta Doğu mevcut rekabette de önemli pozisyonunu büyük oranda koruyor.
Önce şu tespiti yapmak gerekli; ABD’nin Orta Doğu’da etkisi azalıyor. Bu küresel ölçekte de benzer bir momentum içerisinde. ABD’nin gücü azalıyor ancak önemli olan rakip güçlere (Çin ve Rusya) oranla ne kadar azaldığı meselesidir. Bu ölçüm doğru yapılmazsa hatalı çıkarımlar yapılabilir.
Çin, 90’lı yıllarda başlayan ve 2000 sonrasında hızlanan yükselişiyle beraber dünyanın her yerine ağ gibi yayılan “zayıf bir hegemonik dürtü” ile hareket ediyor. Orta Doğu’nun büyük güçler için önemi -biraz klişe olacak ama- fosil yakıt konusunda önemli bir kaynak olmasından dolayıdır. Buna ek olarak bölge, Asya’dan Avrupa’ya giden ticaret rotalarında kritik bir jeopolitik konuma sahiptir.
Öyle ki Süveyş kanalının gemi kazaları ile kapanması sonucunda oluşan zarar ve sorunlar hâlâ hafızalarda. Çin’in de Kuşak ve Yol Girişimi nedeniyle Ortadoğu’dan vazgeçmesi imkânsız. Pekin, Ortadoğu ülkeleri ile kurduğu angajmanı “kalkınma girişimi”“ denilen bir retorik çerçevesinde inşa ediyor.
Çin bölge ülkelerine verdiği kredilerde altyapının yeniden inşasına katkı verirken dolayısıyla bahse konu ülkenin kalkınmasını da yakında takip ediyor. Afrika kıtasına da benzer bir yaklaşım içinde özen gösteriyor. Tabii bununla beraber Sri Lanka benzeri ülkelerin yaşadığı “borcun geri ödenememesi” şeklindeki sorunlar olduğunu da belirtelim.
Fakat burada ilginç olan nokta şu ki Çin, “her ülke ile ticaret üzerinden benzer bir angajmana giderek” kendine has bir pozisyon inşa ediyor. Örneğin bir yandan İran ile 400 milyar dolarlık anlaşma imzalarken (uygulanması zor gibi gözüküyor) diğer yandan Suudi Arabistan ile SİHA fabrikası kurup sonra da İsrail ile liman anlaşmaları yapabiliyor. Bu esneklik Çin’e büyük bir manevra alanı sağlamakla beraber özellikle Orta Doğu’nun kronik güvenlik sorunlarına mesafeli yaklaşımı Çin’in Orta Doğu stratejisini “gri bir alana“ doğru kaydırıyor. Ancak Rusya’nın Ukrayna müdahalesi ile başlayan yeni süreçte Orta Doğu’nun öneminin yeniden arttığına şahit oluyoruz. ABD’nin Orta Doğu ajandasını üç konu belirliyor: Enerji, İsrail’in güvenliği ve terörle mücadele. Bu üç alanla ilgili yaşanan gelişmeler ABD’nin bölgeye yönelik yaklaşımında önemli bir etkiye sahip. Örneğin yaptırımlar nedeniyle Rusya’nın petrolünün sınırlı şekilde ihraç edilecek olması fosil yakıt konusunda gözlerin yeniden Orta Doğu’ya dönmesine neden oldu. Yine İsrail ve İran arasında derinleşen rekabetin Lübnan üzerinden büyük bir çatışmaya dönmesi ihtimali sıcaklığını koruyor. Burada dikkat edilmesi gereken husus ABD-Çin rekabetinde Orta Doğu cephesinin bazı özelliklere sahip olmasıdır. Ortadoğu’da sadece Çin ve ABD değil aynı zamanda Rusya ve İran’ın da önemli etkiye sahip olduğunu söylemek gerekiyor. Orta Doğu’da Çin’in ekonomi, Rusya’nın siyasi ve İran’ın da operatif konularda öne çıktığını söylemek mümkün. ABD’nin bu bağlamda İsrail ile koordine kurmaya çalıştığı ancak İran ile yapılan “nükleer anlaşma müzakereleri“ nedeniyle bazı uyum sorunları yaşadığı görülüyor. Ayrıca tüm enerjisini Asya-Pasifik bölgesine kaydırmaya çalışan ABD’nin bir bakıma “odaklanma sorunları“ yaşadığı görülüyor. Olası boşlukların Çin ya da diğer güçler tarafından doldurulması mümkün mü?
Makalenin devamını okumak için tıklayın