Cenk Başlamış
32. Gün’ün kısa süre önce Youtube hesabından paylaştığı bir video, Türkiye’de bir zamanlar nasıl gazetecilik yapıldığını göstermesi açısından günümüze yönelik “tokat gibi” bir hatırlatma oldu.
Özellikle 1980’li ve 1990’lı yıllarda Türk televizyonlarında fırtına gibi esen ve “Türk halkı dış haber izlemez” efsanesini yıkan 32. Gün’ün paylaştığı videoda 1993 yılı Ekim ayında, dönemin Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin’e yönelik silahlı isyanın kanlı finali anlatılıyor. Yeltsin’in, muhaliflerin elinde bulunan parlamentoyu 21 Eylül’de feshetmesiyle başlayan gerginlik ve karmaşa parlamento binasının bombalanmasıyla doruğa ulaşmıştı. Bu tarihi olay 4 Ekim Pazartesi meydana gelmişti yani tam da 32. Gün’ün yayın gününde.
Programı 32. Gün ekibiyle hazırlayan ve sunan Mehmet Ali Birand için çok şey söylenebilir ama bence birinci sıraya, bu hayattan ayrıldığı ana kadar içinde yaşattığı “muhabirlik ruhu”nu birinci sıraya yazılmalı. Birand masa başı gazetecilikten gelmediği, “haberi koklamasını”, sahada koşturmasını bildiği için o ruhu, o heyecanı yanındakilere de aşılamayı başarmıştı.
4 Ekim sabahı Yeltsin yanlısı güçler, muhaliflerin direniş merkezine dönüştürdüğü “Beyaz Ev” olarak bilinen parlamento binasını tanklarla ve zırhlı araçlarla saatlerce yaylım ateşine tutmuş ve yüzlerce kayıp veren isyancıları büyük ölçüde etkisiz hale getirmişti ama 32. Gün’ün başladığı saatte Moskova’da karmaşa hâlâ sürüyordu.
Programın başlamasına kısa bir süre kala Birand’ın aklına o ana kadar yapılmayan bir şeyi yaparak Moskova’dan görüntülü canlı bağlantı kurma düşüncesi geldi. Girişimler ve hazırlıklar yapıldı ve bana programın başlangıç saatinde Moskova’daki Reuters stüdyosunda olmam, mümkünse yanıma bir de konuk almam söylendi. Ben de-2000’lerin başında kaybettiğimiz-Rus gazeteci arkadaşım Yakov Borovoy’dan benimle yayına katılmasını rica ettim. Ülkesinin kaos içinde bulunmasına ve sokağa çıkmanın hâlâ çok tehlikeli olmasına rağmen ricamı kırmadı.
Yakov’la stüdyonun çatısında kamera karşısına geçtik, Birand stüdyodan ilk soruyu sordu, tam cevap vermeye başlamıştım ki teknik bir sorun nedeniyle sadece birkaç saniye sonra yayın kesildi ve bir daha bağlantı kurulamadı. Yanlış bilmiyorsam, hemen kesilse de birkaç saniyelik o donuk görüntü (aşağıdaki fotoğraf) Türk televizyonlarında Moskova’dan yapılan ilk canlı görüntülü bağlantıydı, daha doğrusu bağlantı denemesi. O zamanlar Rusya’dan doğrudan yurt dışı arama yapmak çok zordu ama neyse ki Reuters’te böyle bir sorun yoktu. Korkunç bir haber yetiştirme telaşının yaşandığı ajansın ofis bölümünde bir telefon bularak Yakov’la 32. Gün stüdyosuna bağlandık ve o gün olanları anlatmaya çalıştık. “Çalıştık” diyorum çünkü canlı yayında olduğumuzu bilmeyen Reuters muhabirleri bağıra çağıra koştururken bizim konsantrasyonumuzu da farkında olmadan yok etmişti ama koşullar buydu. Sesleri duymamak için elimizi kulağımızla kapatarak ve bulunduğumuz yere çömelerek konuşmak zorundaydık.
Bu arada telefon bağlantısı sırasında ilginç bir olay yaşandı: Bir gün önce ortasına düştüğüm ve o anda hâlâ etkisinde bulunduğum korkunç çatışmayı, yanımda vurulanları anlatırken telefon bağlantısı da kesildi. O anda Birand’ın ağzından dökülen “Eyvah Cenk’i kaybettik!” haykırışını duyan pek çok izleyici benim o anda vurularak öldüğümü sanmış…
Olaylar Moskova’daydı ama yaşananlar tüm dünyayı ayağa kaldırmıştı. Bu yüzden bizimle bağlantıyla yetinmeyen Birand, 32. Gün ekibini ayağa kaldırarak benim gibi Milliyet muhabirleri olan Washington’daki Turan Yavuz ve Bürksel’deki Ahmet Sever’le görüntülü bağlantı kurarak oradaki tepkileri aldı. Ayrıca, çatışmaların başlamasından önceki günlerde birlikte Moskova’da yaptığımız çekimlerini de ekrana getirdi.
Kısacası, Birand programın dünyayı ayağa kaldıran olayların meydana geldiği güne denk düşmesinin getirdiği şansı iyi kullandı ve teknik aksaklıklar yaşansa da eskilerin deyimiyle dört başı mamur (kusursuz) bir yayın yaptı. Gazeteciliğin masa başında değil sahada yapıldığını çok iyi biliyordu ve izleyenlere de bunu gösteriyordu.
Evet, bir zamanlar Türkiye’de başka türlü bir gazetecilik yapılıyordu. Hem de yüzyıllar önce değil, sadece 20-30 yıl önce.
Nasıldı o gazetecilik?
Gazeteciliğin özü muhabirliktir. Muhabirlik, bir olay olduğunda heyecan içinde oraya koşmak, sahada olmak demektir. Olayın içinde olmak ama dışarıdan bakabilmek, o olayın kahramanları ya da görgü tanıklarıyla konuşmak, okuyucuya, izleyiciye yaşananları bütün yönleri gösteren bir fotoğraf karesi sunmaktır. Yani muhabirlik masa başında, ajanslardan gelen haberleri başlığını bile değiştirmeden kopyalayıp yapıştırmak değildir.
İşte, Birand yönetimindeki 32. Gün Türk gazeteciliğinde bir ekol olmayı başarmış ender televizyon programlarından biriydi. Bugün kamuoyunda tanınan pek çok gazeteci 32. Gün okulundan yetişmiştir.
Kimler mi?
Cüneyt Özdemir, Mithat Bereket, Can Dündar, Turan Yavuz, Banu Avar, Serdar Akinan, Çiğdem Anad, Bülent Çaplı, Rıdvan Akar, Deniz Arman, Ahmet Sever ve şu anda isimlerini hatırlayamadığım pek çok diğer gazeteci…