Rusya lideri Putin’in Biden/NATO/Batı ile oynadığı oyun için nasıl bir benzetme yapılabileceği çok tartışma götürecek bir konu olsa da, sonuçta bir gerçek var ki bunun gizlenmesi olanaklı değil: Putin oyunun senaryosunu kendi yazıp kendi yönetiyor ve öteki aktörlerden hiçbiri oyunun dışına çıkmayı beceremiyor.
ABD, İngiltere ve Batılı ana akım medya Ukrayna gerginliğiyle ilgili haber vermek yerine propaganda üfürmeyi sürdürürken (son olarak Reuters Ajansı ABD yetkililerine dayanarak Rus ordusunun Ukrayna sınırlarındaki yığınağına katılan gücün sayısını 190 bine yükseltti-tam Debreli Hasan salvosuna yakışır bir biçimde) Rusya lideri elindeki askeri seçeneklerin yanı sıra oynayabileceği siyasi kozları masaya dökmeye başladı. Örneğin bunlardan biri, Ukrayna’daki ayrılıkçı Rus nüfusun ilan ettiği Luhansk ve Donetsk halk cumhuriyetlerini resmen tanıyarak uluslararası meşruiyet kazandırmak ve muhtemelen bu tanıma kararının ardından hemen askeri/siyasi ittifak anlaşması imzalayıp bu yeni cumhuriyetlere Rus silahlı kuvvetlerini konuşlandırmak.
NATO ittifakı üyesi ülkeler ise kendi aralarında ancak bir senaryoda tam bir anlaşmaya varmış durumdalar: Rusya Ukrayna’yı işgal ederse… Bunun dışındaki bütün senaryolarda, şu veya bu NATO ülkesinin ileri süreceği şu veya bu çekince nedeniyle Batı bloku tam bir birlik sergileyemiyor. Kimisi Rus gazını alamazsa ekonomisi batacak diye korkuyor, kimisi Rusya’yla olan ikili ticaretini kaybedecek diye. Bu durumun Putin’in elini ne kadar güçlendirdiğini ayrıca açıklamaya gerek yok herhalde.
Ama açıklanmaya muhtaç olan bir nokta var: Biden yönetimi neden bu kadar delice bir çabayla Rusya’yı Ukrayna’yı işgale kışkırtmaya çalışıyor?
Bu soruya küresel bir bağlamda yanıt bulmak gerekiyor. Bunun için önce ABD’nin içinde bulunduğu duruma yakından bakalım:
• Trump’ın başkanlık döneminden beri ABD kendi içinde derin bir bölünmeye uğramaya devam ediyor. Biden’ın bu bölünmeyi bir birleşmeye çevirme çabaları, Kongre’deki hassas dengelerin yanı sıra Biden’ın kendi beceriksizliğinin (Afganistan tahliyesi) katkısıyla sonuç vermiyor. Covid salgını nedeniyle uygulanan maliye ve para politikaları zengin-yoksul uçurumunu derinleştirerek bölünmüşlüğü güçlendiriyor.. Bu ortamda bir dış düşmana karşı ABD’yi bir araya getirecek milliyetçi/popülist söylem çok işe yarar. Ama bu milliyetçi popülist söylemin sahipliği konusunda zaten rekabet var: Trump’ın güçlü bir biçimde kontrol etmeye devam ettiği Cumhuriyetçi Parti popülizmin ateşini alabildiğine harlamaya devam ediyor. Ne yazık ki Biden’ın elinde başka koz yok. Biden sözde ülkenin dış politikasını “orta sınıfa hizmet edecek bir çizgide” oluşturacağı iddiasıyla üstlendiği başkanlık yetkilerini öylesine berbat bir biçimde kullanıyor ki, halk arasındaki desteği Trump’ın bile en sevilmediği zamanlardaki oranlara geriledi.
• ABD’nin iç sorunu bir yana, müttefikleriyle de Trump döneminden kalan güvensizlik sorunu tam olarak hâlâ aşılmış değil. Avrupalı ve Asyalı müttefikleri ABD’nin vermeye çalıştığı güvencelere karşın, 2024 seçimlerinde Trump ya da onun çizgisine bağlı bir Cumhuriyetçi adayın başkan olmayacağını garanti görmüyor. Rusya tehdidi NATO’nun Avrupalı üyelerinin ABD liderliği altında birleşmesine hizmet edecek gibi görünse de, “Soğuk Savaş” sonrası ortamda güvenlik kaygıları dışında ekonomik ve ticari çıkarlara dayalı dış politikalar geliştirmiş olan bu ülkelerin yeniden Washington’ın güdümüne girmeleri zor. Bir başka deyişle, komünizm tehdidinin yerini almış olan Rusya tehdidi eskisi kadar sağlam bir ittifak tutkalı oluşturamıyor.
• Üçüncü ve belki de en önemli motivasyona geniş bir pencereden bakılması gerekiyor zira işin içine Çin unsuru da katılıyor. Dünyanın en büyük ekonomisi ve en güçlü ordusuna sahip olan ABD, dünyanın ikinci büyük ekonomik ve askeri gücü Çin ile dünyanın ikinci büyük nükleer gücü Rusya’nın oluşturduğu yeni stratejik ittifak tarafından küresel hegemonyasına yöneltilen tehditle nasıl başa çıkacağını düşünüyor. Aslında bu durumu tehdidin ötesinde, gerçekleşmiş bir hegemonya kaybı olarak tanımlamak da çok yanlış olmaz. ABD’nin küresel “efendi”ligini sağlayan tek şey kaldı, doların uluslararası rezerv statüsü. Askeri açıdan bakıldığında Çin hipersonik füze, deniz savaş araçları ve kara kuvvetleri açısından ABD’yi geride bırakmış durumda. Buna Çin’in, GSYİH olmasa da satın alma paritesi temelinde dünyanın en büyük ekonomisi olduğunu da eklemek gerek. Rusya da nükleer güç açısından ABD ile başa baş bir konumda. Buna ek olarak Rusya’nın çok stratejik bir kozu var: Hidrokarbon bazlı enerji hammaddesi kaynakları ki bu stratejik varlık bir yandan Çin ile olan ittifakın temel zincirini oluştururken ABD’nin Avrupalı müttefiklerini de bir açıdan rehin almaya yetecek kadar önemli. ABD bu iki dev rakibinin ittifakını sarsabilecek kozlara sahip değil.
Muhtemeldir ki, ABD uzun soluklu olacağı muhakkak hegemonyasını koruma mücadelesinde Çin’e meydan okumaya hazırlanabilmek için önce ittifakın daha zayıf olan kanadı Rusya’yı devre dışı bırakmaya çalışıyor. “Bu nafile çaba yerine ABD gerçeği görüp barışçı iş birliğine yönelse olmaz mı?” diye soracak olursanız, size derler ki, “Olmaz, emperyalizm diye bir şey var ki ABD’nin varlık nedenidir, ABD kendi kendini inkar durumuna düşer.”