Petrol Çağından Yeşil Sermaye Çağına
Petrol yüzyılı bitmedi, sadece biçim değiştirdi. Yirminci yüzyılın enerji savaşları ham madde, boru hattı ve imparatorluk haritalarıyla yürütülürken, yirmi birinci yüzyılın rekabeti karbon nötrlüğü, hidrojen ekonomisi ve dijital enerji yönetimi üzerine kuruluyor. “Enerji dönüşümü” denilen süreç, bir çevre hareketinden çok, kapitalizmin yeni adaptasyon biçimi. Eski düzen çökerken yenisi doğmuyor; aksine, aynı sermaye yapısı kendini yeni bir etik dille yeniden üretiyor.
Petrol çağı, dünyayı yalnızca ekonomik değil, politik olarak da hiyerarşik bir düzene mahkûm etmişti. Bugün “yeşil çağ” adı verilen dönem, bu hiyerarşiyi sürdürmenin daha rafine bir yolunu sunuyor. Emisyon azaltımı ve karbon piyasası politikaları, zengin ülkelerin çevre borcunu küresel Güney’e ihraç etmesine izin veriyor. Bir zamanlar ham madde sömürüsüyle kurulan düzen, şimdi “yeşil yatırım” ve “sürdürülebilir finans” etiketleriyle işliyor.
Yeni enerji ekonomisinin kalbinde, sermayenin çevreyle kurduğu simbiyotik ama tek yönlü ilişki var. Doğanın tahribatı artık kârın önünde engel değil; tam tersine, yeni finansal ürünlerin kaynağı. Karbon kredileri, çevresel felaketleri bile ticarileştirebilen bir piyasa yaratıyor. Gelişmekte olan ülkeler “yeşil fon” almak için çevre politikalarını dış finansmana bağımlı hale getiriyor. Bu döngü, emperyalizmin dilini değiştirdi ama mantığını korudu.
“Enerji devrimi” adıyla pazarlanan bu dönüşüm, aslında küresel kapitalizmin krizden kaçış stratejisi. 2008 finansal çöküşünün ardından üretim yerine yatırım araçlarıyla büyüyen sistem, şimdi doğayı teminat göstererek yeni bir balon üretiyor. Rüzgâr türbinleri, güneş panelleri ve pil teknolojileri yalnızca çevreci araçlar değil; aynı zamanda yeni finansal varlıklar.
Körfez’in Sessiz Devrimi
Riyad, Abu Dabi ve Doha bu yeni oyunu erken fark etti. Petrolün değeri azalmaya başlamadan önce enerjinin geleceğini satın aldılar. Körfez ülkeleri artık sadece petrol üreticisi değil, enerji geçişinin yatırım bankacıları.
Suudi Arabistan’ın Vision 2030 stratejisi, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Net Zero 2050 hedefi ve Katar’ın sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) politikası, birer çevre planı değil; küresel ekonomide merkezî rolü kaybetmeme planları. NEOM, Masdar, ACWA Power gibi dev projeler, yalnızca şehir değil, ideoloji inşa ediyor: “sürdürülebilir büyüme” adı altında sürdürülen gelir yoğunlaşması.
Körfez’in yeni elitleri, enerji arzını değil, enerji algısını yönetiyor. Petrol çağında jeopolitik güç sahada askerle, şimdi ise laboratuvarda algoritmayla kazanılıyor. Bu dönüşüm, otoriter yönetimlerin meşruiyetini yeniden üretiyor: fosil yakıtların finansmanı artık iklim bilinciyle cilalanmış durumda. “Yeşil monarşiler” çağındayız; karbon ayak izini azaltırken siyasal baskıyı artıran bir model.
Bu sessiz devrimde Körfez’in ekonomik çeşitlenme çabası, toplumların değil, rejimlerin güvenliğini sağlıyor. Devlet fonları yenilenebilir enerjiye, dijital altyapıya ve yapay zekâ yatırımlarına yöneliyor; ancak emek piyasaları hâlâ göçmen işçiler üzerine kurulu. Güneş tarlaları büyürken işçilerin hakları gölgede kalıyor. Bu tablo, enerji adaletinin yerini enerji otoritarizminin aldığını gösteriyor.
Körfez ülkeleri uluslararası düzlemde de bir “yeni tarafsızlık diplomasisi” izliyor. Batı’nın yeşil finans kurumlarıyla iş birliği yaparken, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’yle de derin bağlar kuruyorlar. Washington’dan Pekin’e uzanan bu çift yönlü diplomasi, onlara büyük oyuncular arasında benzersiz bir denge alanı sunuyor. Enerji artık petrolün değil, jeopolitik esnekliğin dili.
Perde Arkasında Bir Oyuncu: İsrail
Körfez’in bu enerji hamlesinin görünmeyen mühendislik katında İsrail yer alıyor. İsrail enerji üretiminde dev değil, ama bilgi üretiminde kritik. Enerjinin yakıttan çok veriyle ilgili olduğu bu çağda, kontrolü sağlayan şey artık rezerv değil, algoritma.
Tel Aviv merkezli teknoloji şirketleri, Körfez’in enerji projelerine yazılım, güvenlik ve veri altyapısı sağlıyor. Yapay zekâ tabanlı enerji yönetim sistemleri, su desalinasyon teknolojileri ve dijital gözetim ağları, Körfez’in “akıllı şehir” projelerinin omurgasını oluşturuyor. Abraham Anlaşmaları yalnızca diplomatik bir yakınlaşma değil; teknolojik entegrasyonun resmi ilanıydı.
Doğu Akdeniz gaz sahalarından Avrupa’ya uzanan boru ve fiber optik hatlar, bu yeni düzenin sinir sistemi. İsrail’in kontrol ettiği veri akışı, enerji piyasasında görünmeyen bir gözetim ağı yaratıyor. Artık enerji güvenliği, çevreyle değil, gözetimle tanımlanıyor. Körfez’in sermayesi finansmanı sağlıyor; İsrail teknolojiyi, Batı ise standartları. Ortaya çıkan yapı, “piyasa dostu emperyalizm”in çağdaş biçimi.
Bu iş birliği, bölgedeki güç asimetrilerini yeniden üretiyor. Enerji gelirleri bölge halklarının refahını artırmıyor; aksine dijital kontrol sistemleriyle yönetilen bir güvenlik ekonomisine dönüşüyor. İsrail’in enerji diplomasisindeki rolü, teknik uzmanlık görünümü altında ideolojik bir yeniden yapılanma: bölgesel sermaye bloklarının bilgiye dayalı hegemonyası.
Türkiye: Enerji Dengesinin Kavşağında
Türkiye bu denklemde hem köprü hem baskı noktası. Coğrafyası, enerji hatlarının geçişi için stratejik bir avantaj sağlıyor; fakat aynı zamanda ekonomik kırılganlığı da derinleştiriyor. Türkiye, Körfez sermayesini çekmekle kendi üretim bağımsızlığını riske atmak arasında ince bir çizgide yürüyor.
Zengezur Koridoru, Orta Koridor, Kalkınma Yolu… bu projeler yalnızca ulaştırma hatları değil, sermaye ve nüfuz geçiş yolları. Türkiye’nin enerji diplomasisi, dış politikada bir denge aracı işlevi görüyor, ama içerdeki ekonomik yapıyı dönüştürmüyor. Yenilenebilir yatırımlar hızla artsa da, üretim araçlarının mülkiyeti hâlâ yabancı yatırım fonlarının elinde.
Körfez yatırımları kısa vadede finansal rahatlama sağlasa da, uzun vadede yeni bir bağımlılık yaratma riski taşıyor. Türkiye enerji geçişinde hem Batı’nın hem Doğu’nun müşterisi durumunda; bu konum, diplomatik esneklik kadar kırılganlık da getiriyor.
Enerji projeleri çevresel ve sosyal açıdan da yeni bir gerilim kaynağı. Rüzgâr türbinleri ve güneş tarlaları, doğa koruma bölgeleriyle, köylü arazileriyle çatışıyor. Yeşil enerji yatırımları yerel halk için çoğu zaman yeni bir kamulaştırma biçimine dönüşüyor. Türkiye, enerjideki yeni düzeni doğru okuyabilir; ama eğer bu düzeni toplum lehine çeviremezse, yalnızca transit ülke olmanın ötesine geçemeyecek.
Yeşil Enerjinin Karanlık Aynası
Küresel sistemin dili değişti, ama sınıfsal yapısı değişmedi. “Yeşil enerji” kavramı, kapitalizmin kendi krizini ahlaki bir maskeyle örtmesinin aracı haline geldi. Enerji geçişi, eşitsizlikleri azaltmıyor; yalnızca biçim değiştiriyor.
Batı ekonomileri “karbon nötr” hedeflerini açıklarken, üretim zincirlerini ucuz iş gücü bölgelerine taşıyor. Afrika’nın güneş enerjisi projeleri Avrupa’nın emisyon hesaplarını temizliyor; ancak o projelerde çalışan işçilerin ne sosyal güvencesi var ne de paylaşılan refahı. Doğanın kurtuluşu, emeğin sömürüsünü gölgelemeye yarayan yeni bir ideolojik perdenin adı haline geldi.
Körfez’in enerji fonları Londra ve New York borsalarında “yeşil tahvil” olarak işlem görüyor. Enerji dönüşümü, küresel finans sisteminin yeni teminatı. İsrail teknolojiyi, Körfez sermayeyi, Batı denetimi sağlıyor. Bu üçlü yapı, yeni bir enerji imparatorluğu kuruyor: sessiz, görünmez, piyasa dostu.
Ekolojik kriz, etik bir uyarıdan çok ekonomik bir fırsata dönüştü. Kapitalizm artık kendi çelişkisini sürdürülebilirlik adı altında yönetiyor. İnsanlık, doğayla barışmak yerine, onu daha verimli sömürmenin yollarını arıyor.
Sonuç: Enerji ve Adalet Arasında
Enerji haritası gerçekten yeniden çiziliyor, ama kalem hâlâ aynı ellerde. Haritanın rengi yeşil, ama satır araları siyah. Küresel sistemde güç merkezleri değişiyor; fakat sömürü biçimleri sabit. Yüzyıl önce petrol uğruna savaşan ülkeler bugün “iklim nötrlüğü” için yarışıyor, ama dünyanın yoksulları için fark eden tek şey, faturanın hâlâ onlara kesiliyor olması.
Körfez’in yeni oyun planı, sermayenin tarihsel sürekliliğini kanıtlıyor. İsrail bu düzenin kodlarını yazıyor, Batı finansmanı denetliyor, Türkiye dengeyi kurmaya çalışıyor. Fakat bu denklemde eksik olan şey, halkların sesi. Enerji, eğer yalnızca büyümenin aracı olarak kalırsa, dönüşüm hiçbir zaman adalete dönüşmez.
Geleceğin enerji düzeni doğaya değil insana saygı temelinde kurulmadıkça, “yeşil çağ” yalnızca daha estetik bir sömürü çağı olarak anılacak. Belki de asıl kriz, enerji değil vicdan krizidir. Çünkü enerji, teknik bir mesele olmaktan çok, kimin için üretildiği sorusunun aynasıdır.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
