Gazetecilik değil gerçeği saklamak suçtur-Murat Ağırel (Cumhuriyet)
“Saat 05.45. Kapıya vurulan tok sesle uyandım. Polisler evdeydi. Gözaltı kararı vardı. Suçum: Gazetecilik. Ama belgede şantaj yazıyordu.
Cumhuriyet’te yayımlanan “Kim bu milyarlarca liralık çarkı döndürenler?” başlıklı dört bölümlük yazı dizimi bu köşeyi okuyan okurlarım hatırlarlar. Yasadışı bahis sitelerinin parasını sisteme sokmakla itham edilen ve hakkında iddianame, MASAK raporu düzenlenen ve somut delillerle yargılaması başlayan ama duruşmaların görülmediği bir dosyayı anlattım.
Yazımda ne varsa bugün savcılığın son iddianamesinde yer alan rakamların ve isimlerin aynısını içeriyordu. Yani ben suç işlemedim, aksine suçun delillerini yayımladım.
Bugün elimize ulaşan iddianame de beni kanıtladı. İddianame, MASAK ve Hazine Denetim Kurulu raporlarıyla birlikte gerçeği en net biçimde ortaya koyuyor. Yasadışı bahis sitelerinin finansını kontrol eden Erkan Kork, kurduğu şirketler vasıtasıyla milyarları sisteme sokmuş ve aklamış. Bunu yaparken kontrol edip önlem alması gereken kurumlar “yetmez” diyerek banka lisansı vermiş, yetmemiş elektronik para ödeme lisansı vermiş, yetmemiş ulusal bir kanalı alması için izin vermiş.
Yahu dünyanın neresinde hakkında MASAK raporu düzenlenip karapara aklıyor diye iddianame düzenlenen bir kişiye banka lisansı, kripto para lisansı verilir? Parayı daha kolay aklasın diye mi?
Ben, çıkan iddianamedeki ayrıntıları size anlatayım… İddianamede 55 şüpheli var ve 22 şirketin karapara aklama ve yasadışı bahise aracılık yaptığı belirtiliyor. Örgüt lideri olarak Erkan Kork belirtilmiş. Türkiye’de bir “fintech başarı hikâyesi” olarak sunulan ve dijital dünyanın yeni yıldızı diye parlatılan bir yapı vardı: PayFix.
Dijital cüzdan, yenilikçi ödeme sistemi, hızlı para transferi… Ancak perde arkasında, sistemin kalbinde dönen paraların kaynağına inenler için tablo bambaşka görünüyordu.
MASAK raporları, Hazine denetimleri ve savcılık soruşturması artık aynı noktada birleşiyor: Yasadışı bahiste dönen para 500 milyar TL. Tespit edilebilen sadece 48 milyar TL’lik yasadışı bahis akışı PayFix sistemi üzerinden yönlendirilmiş.
İddianamede Erkan Kork’un kurduğu ve yönettiği şirket ağı ayrıntılarıyla anlatılıyor. Bu şirketlerin ortak özelliği, birbirleriyle yönetsel ve mali bağlarla örülmüş olmaları. Para birinden diğerine “danışmanlık”, “teknoloji hizmeti” veya “ödeme altyapısı” adı altında aktarılıyor. Ancak MASAK’ın ifadesiyle bu işlemler, “suç gelirinin sistematik biçimde dolaşıma sokulması ve finansal izinin silinmesi amacıyla kurulan örgütsel yapı” olarak değerlendiriliyor.”
Trump’ın Halkbank talimatının sınırları 2.0-Cansu Çamlıbel (T24)
““Amerikan tarafının talebi son derece netti; ‘siyasi bir rehine’ olarak gördükleri Pastör Brunson aleyhindeki ‘uydurma’ iddialar düşürülerek 18 Temmuz’daki duruşmanın ardından ülkesine gönderilmeliydi. Türk tarafının ABD’den genel beklentiler listesi aslında çok uzun olsa da bu tür bir pazarlıkta somut bir karşı talebin masaya konulması gerekiyordu. Ankara tercihini – yine kimseye sürpriz olmayan bir hamleyle – kısa vadede Türkiye’ye ekonomik anlamda büyük zarar verme potansiyeli taşıyan Halkbank dosyasından yana kullandı.
Halkbank dosyasını bu tür bir pazarlığa elverişli hale getiren en önemli unsur kuşkusuz eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın aylarca bir Amerikan mahkemesinde yargılanarak hüküm giymiş olmasıydı. Ankara kendisinden yargıya müdahale bekleyen ABD yönetimine ‘benden talep ettiğini sen de yap’ diyordu. Hakan Atilla’nın kalan cezasını çekmek için Türkiye’ye gönderilmesi paketin Ankara’yı kamuoyundaki görüntü açısından kurtaracak bir unsuru olacaktı.
Amerikan tarafı pazarlıklar sırasında Brunson’a karşılık Atilla’nın Türkiye’ye gönderilmesi fikrine yeşil ışık yaktı. Hatta ABD’nin Zarrab’la başlayan Atilla’yla nihayetlenen dava nedeniyle Halkbank’a kesilmesi muhtemel cezayı en düşük sınırda tutma yönünde bir takım garantiler verdiği de anlaşılıyor.
Ancak Washington’ın bu iki kuvvetli adımı atması dahi Ankara’nın Halkbank konusundaki baş ağrısını çözemeyecekti. Zira Halkbank dosyasının henüz kamuoyunda bilinmeyen boyutu şuydu; İran’a yönelik yaptırımların delinmesi iddiasıyla Halkbank yeniden soruşturma altındaydı. Hem de ABD’de Halkbank’ı hedef alan sadece bir değil, iki yeni soruşturma yürüyordu. Birinci soruşturma, iki gün önce Başkan Trump’ın talimatıyla Adalet Bakanı Gül ile İçişleri Bakanı Soylu’yu yaptırım listesine alan ABD Hazine Bakanlığı’na bağlı Yabancı Varlıkların Kontrolü Ofisi (OFAC) tarafından yürütülüyordu. İkinci soruşturmanın adresi daha da tanıdıktı; Zarrab ve Atilla davalarını başlatan New York Güney Bölgesi Başsavcılığı (SDNY).
Ankara, Brunson’ın salıverilmesi karşılığındaki anlaşma paketine söz konusu iki soruşturmanın da düşürülmesinin eklenmesi konusunda ısrarlıydı. Siyasi talimatla iş yapan OFAC gibi bir kurumun soruşturmadan vazgeçmesi elbette teknik olarak mümkündü. Ankara’nın talebini Trump yönetimi açısından daha sıkıntılı hale getiren ise New York Güney Bölgesi Başsavcılığı’nda süren Halkbank soruşturmasıydı.”
Yukarıdaki uzun alıntı 3 Ağustos 2018 tarihinde Hürriyet’in Washington Temsilcisi olarak kaleme aldığım ancak 4 saat kadar gazetenin internet sitesinde kaldıktan sonra yayından kaldırılan yazımdan. Demirörenlerin gazeteyi Doğan Grubu’ndan satın almasından dört ay sonra yediğim bu sansür, beni kısa süre içinde istifaya götüren sürecin köşe taşlarından biri olmuştu. Yazıyı yayından kaldırmışlardı kaldırmasına ama hem yazıdaki içerik hem de yazının uçurulması uzun süre Twitter’da ‘trending topic’ olarak daha çok dikkat çekmişti. Zira pek çok kişi zaten yazının görselini almış, T24 dahil pek çok internet gazetesi bu sansürü haber yapmıştı.
Yazının tümüne ulaşabileceğiniz bu linke girdiğinizde 25 Eylül’deki Oval Ofis randevusunda kameraların önünde bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açtığı Halkbank mevzusunda hükümetin Trump nezdinde eli nereden açtığını hatırlayabilirsiniz.”
AKP’ye göre fotoğraftaki en hevesli-Uğur Ergan (halktv.com.tr)
“TBMM’nin açılışında gündeme oturan tartışmalı fotoğrafın üzerinden yarın itibariyle bir hafta geçmiş olacak.
Mermerli Salon’da çay partisi olarak lanse edilen fotoğraf tezgahını doğrudan Saray mı hazırladı, yoksa fikir İletişim Başkanlığı’nın başına yeni geçen Burhanettin Duran’dan mı çıktı, ya da TBMM Başkanı Numan Kurtuluş’un düşüncesi miydi, yahut üçlü ortak çalışmanın ürünü müydü?
Bunların hiçbirinin önemi yok.
Önemli olan o parti tabanlarının bu fotoğrafa verdikleri tepki.
İlk 24 hatta 48 saat içinde AKP kurmayları ve giden talimatlar sonrası iktidar medyası, CHP’yi yoğun bir bombardımana tuttular.
Neymiş efendim, o fotoğraf millet iradesinin çok güzel yansımasıymış; CHP’nin millet iradesinden kaçtığının kanıtıymış; millet kendi iradesine saygı göstermeyene gereken yanıtı verecekmiş vs.
Bak sen hele…
Siyasi talimatlı yargı eliyle CHP’li belediyelere yapılan operasyonlarla 7 milyona yakın seçmen iradesi, başta Silivri olmak üzere ülkenin değişik cezaevlerinde aylardır tutuklu olacak.
Millet kendi iradesine yapılan bu siyasi darbeyi görmeyecek ama bu gelişmelere yol verdiği için Erdoğan’ı protesto etmek amacıyla TBMM’nin açılışına ve resepsiyona katılmayan CHP’den ise hesap soracak.
Kitabın ortasından girerek hemen söyleyelim.
Millet yeni anayasa, yeniden adaylık ve bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçiminde de aday olabilmeyi garanti altına almak için ana muhalefetsiz bir uzlaşma zemini arayan Erdoğan için hazırlanmış bu fotoğraf tezgahını yemedi.
Fotoğraf sonrası DEM yönetiminin özeleştiri kokan açıklamalarından daha çok tabandan ve parti içinde saha çalışması yapan kesimden gelen yüksek volümlü tepkiler, AKP’den kopmuş DEVA ve Gelecek Partisi yönetimlerinin yanı sıra İyi Parti ve Saadet Partisi’nin de tabanlarından gelen eleştiriler üzerine izahat yapmak zorunda kalmaları, söz konusu tezgahın tutmadığının somut göstergeleri.
Dikkat edilirse diğer partilerin izahat içerikli açıklamalarından sonra hem AKP’nin, hem de yandaşların CHP’yi hedef alan söylemlerinin dozu düştü.”
Siyaset arenasında birileri hesabını yanlış yapıyor-Fehmi Koru (Karar)
“Demokrat Parti döneminde (1950-1960) partiler ve liderleri arasında yaşanan gerilimleri, her gelişmenin en sert biçimde yankılandığı bir sosyal ortamın bizim eve de yansımasından hatırlıyorum.
Çocuktum, ama pek çok şeyin farkındaydım.
Son 50 yılın ise yakın gözlemcisiyim.
Menderes-İnönü, Demirel-Ecevit, Demirel-Özal arasındaki çoğu kez kavga boyutuna ulaşan çekişmeler siyasi hayatımızın doğallığı içerisinde kabul edilir.
Bir keresinde, gazeteci olarak, Cumhurbaşkanı Özal ile Başbakan Demirel arasındaki çekişmenin tarafı haline bile gelivermiştim.
Yumuşamalarından yana taraf…
Her eğilimden yorumcuların genellikle anlamakta zorlandığı, bir kesiminin şiddetle karşı çıktığı, 31 Mart 2024 yerel seçimi sonrasında, seçimden birinci parti olarak çıkmış CHP’nin yeni lideri Özgür Özel’in başlattığı ‘yumuşama’ girişimine olumlu yaklaştıysam, uzun yıllara dayalı gözlemlerim sayesindedir.
Aynı Özgür Özel, bu defa, Meclis’in yeni yasama yılının ilk günkü oturumunu ve ardından TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un verdiği daveti partisine boykot ettirdi.
CHP’li belediyelere reva görülen muameleye ve partisinin ilan edilmiş cumhurbaşkanı adayının cezaevinde bulunmasına bakarak, bu tepkiyi haksız bulduğumu söyleyemem.
İktidar ile ana-muhalefet partisi arasında çekişmeci bir dönemden geçiyoruz.
Tıpkı 1950’li, 1960’lı, 1970’li ve 1980’li yıllarda yaşanan siyasi gerilimler gibi…
Görünümü bozan gelişmeyi biliyorsunuz: Meclis’in açıldığı günün akşamı verilen davette CHP dışındaki bütün partilerin liderleri, tam ortalarındaki koltukta yer alan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile samimi bir fotoğraf verdiler…
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olma yanında AK Parti genel başkanı sıfatı da bulunduğu görmezden gelindi ve fotoğraf günlerdir tartışılıyor…
Bana kalırsa, son bir yıl içerisinde maruz kaldıkları saldırılarda yumuşamaya vesile olabileceği umuduyla, CHP’lilere, “Keşke biz de o fotoğrafta yer alsaydık” dedirtebilecek bir fotoğraf o.
Ortamın -özellikle de CHP açısından- yumuşamaya ihtiyacı var çünkü.
Vaktiyle Özgür Özel’in başlattığı türden bir yumuşamaya…
CHP canibinden o fotoğrafa yüklenen yorumu anlamakta zorlanıyorum.”
Vefa, boza değildir-Fikri Sağlar (BirGün)
“15.5 Milyon yurttaşın oy vererek, CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı yaptığı Ekrem İmamoğlu’nun adaylığıyla başlayan çürüme süreci sadece AKP’yi değil, ülkenin de geleceğini kararttı… İmamoğlu’nun diplomasını iptal ederek başlayan hukuksuzluk ve aymazlık dönemi, yaklaşık 6 aydır hangi gerekçeyle tutuklu olduğunun açıklanamaması ne hakka ne hukuka ne de vicdana sığmıyor…
Hele hele CHP’li 18 Belediye Başkanı ve yüzlerce Belediye Bürokratı’nın da delilsiz ve mesnetsiz tutuklanması çürümenin geldiğini vahim noktayı belirtiyor…
Üstelik “Havuz Medyası” aracılıyla itibarlarının yok edilmeye çalışılması, bardağı taşıran son damlalar oluyor… Türkiye’nin birinci partisi haline gelen ve ilk seçimde hem Cumhurbaşkanını hem de TBMM’nin çoğunluğunu alacak olan CHP’nin yükselişinin, oynanan kirli oyunlarla engelleneceğini sanmak, siyaset bilmezliğin yanı sıra, milletin tepkisi ve nefretini de üzerlerine çekmek olacaktır. Bunun bile farkında değiller…
AKP, kaybettiğini biliyor. Yerinde kalmak için “ülke kaynakları pahasına Trump’tan icazet alma “yollarını deniyor… Oysa sözcüsü Tom Barrak’ın “Erdoğan’ın yaşından bahsetmesi” büyük şok oluşturuyor… Anlaşılan o ki, ABD de Erdoğan’a oyun oynuyor… Barrak’ın bu sözleri sonrası, AKP içindeki aday adaylarının kıyasıya yarışı, AKP’den daha çok ülkemize zarar verecektir…
Yarış nedeniyle ülke kaynaklarının, emperyalist yandaşlara daha hızlı peşkeş çekileceği açık… AKP, koltukta kalmanın çarelerini arıyor…
Tek çaresi CHP’nin karışması! “CHP’liler yolsuzluklar yaptılar” zorlamasında da başarılı olamıyor çünkü devletin gücünü kullanmasına rağmen istediği “hırsızlar” algısına da milleti kanmıyor! Ayrıca, CHP’li başkan ve yöneticileri hakkında yayılan “usulsüzlük ve hırsızlık” haberlerinin de yurttaş nezdinde hiçbir itibarı bulunmuyor…”
Not: Başlıklara tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
