Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından hemen sonra Batılı ülkeler Moskova’ya ağır yaptırımlar uygulamakla kalmadı, Kremlin’le yakın ilişki içinde bulunan “oligark” diye tabir edilen Rus iş adamlarının mallarına el koymaya da başladı.
Savaşın başlamasından bu yana yaşanan bazı “el koyma” olayları şöyle:
Avrupa Birliği’nin (AB) yaptırım listesindeki 25 Rus iş insanından biri olan Özbek asıllı milyarder Alişer Usmanov’un 600 milyon değer biçilen Dilbar yatıyla, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e çok yakın olan ve Igor Seçin’in Amore yatına el konuldu.
AB’nin yaptırım kararlarına dahil ettiği Aleksey Mordaşov ile Gennadiy Timçenko’nun İtalya limanlarında demirli yatları da aynı kaderi paylaştı.
Sadece İtalya’nın el koyduğu beş Rus oligarka ait yat ve gayrimenkulün değeri 143 milyon euroyu buluyor.
En çok yankı yaratan ise, İngiltere’nin yine Putin’e çok yakın bir oligarkların başında gelen Roman Abramoviç’e uyguladığı yaptırımlar oldu. Ülkedeki mal varlığı dondurulan Abramoviç’e, sahibi olduğu ünlü Chelsea kulübünden el çektirildi. 2019 yılı rakamıyla 12 milyar dolardan fazla serveti bulunan Abramoviç’in kulüpteki hisselerini satmasına da yasak getirildi. Son haberlere göre ünlü iş adamı el konulmasından korktuğu için İspanya’da demirli lüks yatı Solaris’i Karadağ’a gönderdi. İngiliz hükümetinin Abramoviç’in varlığını dondurma hakkı bulunuyor ancak servetine el koyamıyor.
“Oligark” kavramı, Rusya’da “vahşi kapitalizm” rüzgarlarının estiği 1990’larda çok kullanılır oldu. O dönemde özelleştirilen dev işletmeler devlet içinde bağlantıları bulunan iş insanları tarafından yok pahasına satın alındı. Bunlardan bazıları Kremlin’le yakın ilişkilerini hep sürdürdü, sahip oldukları güçle ülke siyasetini yönlendirmeye çalışanlar ise “kara liste”ye alındı.
Çok iddialı görünse de, 1990’lı yıllarda Rusya’da zenginliğe kavuşan neredeyse bütün iş insanlarının servetinin şaibeli olduğunu söylemek mümkün.
Ancak, bu kişilerin yasadışı yoldan zenginliğe kavuşmuş olması Batı ülkelere onların mallarına el koyma hakkı verir mi?
Bu soruyu yönelttiğimiz Avukat Atasoy Zer’in değerlendirmesi çok net:
“El koyma işlemlerinin örneğin, kara para aklama, gümrük kaçakçılığı gibi sağlam bir mahkeme kararına bağlı değilse, hiçbir hukuki temeli yoktur. Haberlerde yer aldığı kadarıyla, bu gibi işlemler, bir suç isnadına veya mahkeme kararına dayalı gibi gözükmüyor. Bu nedenle yapılan işleme ‘gasp’ nitelemesi dahi yapılabilir. Benim bu konuda genel görüşüm el koymalarla Batı, üzerinde yükseldiği mülkiyet hakkının korunması ilkesini bu süreçte yerle bir etti.”