Röportaj, medyaya ilişkin en sık duyduğumuz kavramların başında geliyor. Bir kanalın haber bülteninde ya da herhangi bir gazetenin sayfalarında her gün mutlaka bir “röportaj”la karşılaşırız. Bir siyasetçiyle, sanatçıyla, sporcuyla ya da kendi alanında ünlü biriyle yapılmış “röportaj” okuruz sık sık…
Yalnız ortada bir sorun var: “Röportaj” diye sunulanların hemen hemen hiçbiri aslında “röportaj” değil!
Peki, değilse ne?
Söyleşi… Evet bizim medyamızın “röportaj” diye sunduğu-daha vahimi-sandığı gerçekte “söyleşi”.
Söyleşi ile röportaj arasında çok belirgin farklar var.
Söyleşide karşınızdaki kişiye sorular soruyor, yanıtlar alıyor ve bunu olduğu gibi, bir yorum, kişisel bir gözlem olmadan aktarıyorsunuz. Yani özellikle televizyonlarda sunucunun konukla konuştuğu programlarda olduğu gibi; sadece soru ve cevap.
Röportaj ise, gazeteciliğin edebiyata en çok yaklaşan kolu.
Röportajda yazan sadece soru sormakla kalmıyor, kişisel gözlemlerini, yorumlarını da aktarıyor.
Örneğin:
“Bakan görüşmeye çok düşünceli gelmişti. Röportaj sırasında sık sık dalıyor, soruları duraksayarak yanıtlıyordu. Bir ara sigara yaktı ve ‘Ara versek mi’ diye sordu. Hatalarından pişmanlık duyar gibiydi…”
İşin en acı yanı, röportajla söyleşi arasındaki farkı gazetecilerin çoğunun da bilmemesi. Bir de sanki “röportaj” kulağa daha havalı geliyor!
Zaten bilmedikleri için söyleşileri bize röportaj diye yutturmaya çalışıyorlar!
İşin ilginç yanı, röportaj hem söylemesi hem de yazması zor bir kelime.
Ama günümüzde Türk medyasının o kadar büyük sorunları var ki, röportajla söyleşiyi karıştırmak elbette bunların en masumu!
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.