Alper Eliçin (noktakibris.com)
Bundan 15-16 yıl önceydi. Boğaziçi Üniversitesinden hocam da olan rahmetli Prof. İbrahim Kavrakoğlu’nun danışmanlık şirketinde çalışıyordum. Yaptığımız iş şirketlere yöneticilik eğitimleri vermek ve danışmanlık yapmaktı. Bu iki iş doğası gereği birbirini destekleyen nitelikteydi.
İbrahim Hoca piyasada tanınan biriydi. Dolayısıyla oldukça büyük şirketlere de hizmet verirdik. Bu şirketlerden birinin Rusya’da önemli yatırımları vardı. Şirketin ismini burada vermek istemiyorum, o nedenle ne ürettiğini de belirtmeyeceğim. Ama ürüne mizahi bir isim vereceğim. Evet bu firma, Rusya’da üç değişik bölgede ‘zirtok’ üretiyordu.
Aslında zirtok üretimini Türkiye’ye ilk getirenler SSCB zamanında Ruslar olmuş ama zamanla bu sektör Türkiye’de çok gelişmiş ve söz konusu Türk firması Rusya’da özelleştirme kapsamında üç bölgede zirtok fabrikaları satın almış, bu tesisleri tamamen yenilemiş ve üretime başlamıştı.
Aynı dönemde bir başka Türk firması da, başka bir sektörde Rus pazarına girmiş ve o ülkede çok talep olan bir ürünü, ‘birtok’u üretmeye başlamıştı. Birtokun ambalajı olarak en çok zirtok kullanıldığından söz konusu firma Rus piyasasından zirtok bulmaya çalışmış ama, kalite ve kapasite olarak kendine uygun bir tedarikçi bulamamıştı.
Danışmanlık yaptığımız zirtok üreticisi olan firma, Türkiye’de büyük bir birtok üreticisinin en büyük ambalaj tedarikçisiydi. O nedenle birtok firmasının Rusya yatırımını haber almış ve kendilerine Rusya’da da zirtok tedarik edebileceklerini iletmişti.
Sonuçta, Türkiye’den birbirini iyi tanıyan bu iki firma Rusya için de kısa sürede anlaşmışlardı. Bu sayede danışmanı olduğumuz firma, Rusya’da yapacağı büyük yatırımlar sonucu üreteceği zirtokun önemli bir bölümü için müşterisini de bulmuştu.
İbrahim Hoca bir gün bana zirtok firmasına eğitim vermek için Rusya’ya gidip gidemeyeceğimi sordu. Ben de kabul ettim. Zaten o sıralar şirkette kimse Rusya’ya gitmeye hevesli değildi.
Şirketin en büyük tesisi Moskova’nın 200 km kadar doğusunda Nijni Novogrod yakınlarında, adını Türkçeye Nohut/Bezelyetepe olarak tercüme edebileceğimiz bir yerdeydi. Üç dört kez gittiğim bu tesise ulaşmak için önce Moskova’ya uçuyordum. Sheremetyevo Havalimanı’nda şirketin bir şoförü beni karşılıyor, sonra bir Lada arabayla dört saatlik bir yolculukla Bezelyetepe’ye ulaşıyorduk. Genellikle kışın gittiğim bu yolda hep ciddi miktarda kar olurdu. O zamanlar yol iki şeritti ve kayın ormanları arasında dümdüz uzanıp giderdi. Bu yolculukta Nazım Hikmet’in Karlı Kayın Ormanı’nda (1) adlı şiirini hatırlamamak mümkün değildi.
Bezelyetepe o zamanlar Allah’ın unuttuğu, küçücük bir yerdi. Sovyet taşrası olarak kalmıştı. Köyde 10-15 odalı tek bir otel vardı. O da ağırlıklı olarak zirtok firmasına Türkiye’den gelen misafirlere hizmet veriyordu.
Fabrika ise dev bir kompleksti. Kapısında Türk ve Rus bayrakları dalgalanan bu tesiste, önemli bir bölümü kadınlardan oluşan 730 civarında çalışan vardı ve hemen hemen tüm yöneticiler erkek ve Türk’tü. Yönetim bölümü bir köprü gibi fabrikanın bir ucundan öbür ucuna uzanıyordu. Yöneticilerin ofisinden bakıldığında bir tarafta üretim bölümü, diğer tarafta depolar görülüyordu. Fabrikada günde üç vardiya haftanın yedi günü çalışılıyordu.
Eğitimleri İngilizce veremiyordum. Zira çalışan Rusların önemli bir bölümü yabancı dil bilmiyordu. O nedenle anlattığım konulara tanışık olan Türkoloji okumuş iyi bir Rus tercüman bulmuştum. Ben dersi anlattıkça, Türkler ilk ağızdan dinliyorlar, Ruslara ise tercüme yapılıyordu. Zahmetli ve ağır ilerleyen bir süreçti ama sonuçta eğitim alan herkes faydalanıyor ve mutlu oluyordu. Eğitime katılan Türklerin hepsi erkekti. Rusların ise yarıdan fazlası kadındı.
Akşamları Türk yöneticiler beni yakındaki Derjinsk kentine veya yarım saat mesafedeki Nijni Novogrod’a yemeğe götürüyorlardı. Yemeklerde, Türk ekip hep Rusların işi öğrenme zorluklarından, hırsızlıklarından, disiplinsizliklerinden bahsediyordu. Türkiye’den zirtok üretiminde uzmanlaşmış ustalar getirilmesine rağmen, nedense Ruslar bir türlü işi tam öğrenemiyorlardı. İş tatminsizlikleri üst düzeydeydi ve çalışan sirkülasyonu çok yüksek olduğundan ustabaşılar tarafından verilen eğitimler de boşa gidiyordu.
Bir süre sonra zirtok firması eğitimlere ek olarak bizden yirmi günlük bir danışmanlık hizmeti almaya karar verdi. Üç kişilik bir ekip oluşturmaya karar verdik. Benimle birlikte Ankara temsilcimiz Aydın Sezer (2) ve asistanım Arda Güreller (3) de Bezelyetepe’ye gelecekti. Aydın’ın son derece akıcı Rusçası, ülkenin kültürünü tanıması ve dışa dönük karakteri bizim için bir avantajdı. Ben ve Aydın’dan daha genç olan Arda da dışa dönük bir yapıya sahipti.
Sonuçta üçümüz, bu kez danışmanlık yapmak üzere Bezelyetepe’ye gittik. Yapacağımız iş ağırlıklı olarak “360 derece check-up” adı verdiğimiz kapsamlı bir durum değerlendirmesiydi. Şirketin hem değişik bölümlerinde çalışanlarla mülakatlar yapacak, hem de şirketle ilişkisi olan, başta birtok üreticisi olmak üzere müşteriler, tedarikçiler, bankalar, Bezelyetepe belediye başkanı gibi, şirketin dışındaki kişilerden şirketi dinleyecektik. Ancak, çalışma check-up’la bitmeyecek, sorunlara çözümler getirecek, bazı konularda da sorunun derinine inilebilmesi için proje önerileri geliştirecektik.
İlk gün ön hazırlıkları yaptıktan sonra çalışmaya başladık. Akşamları bir araya gelip günün değerlendirmesini yapıyor, bazen de fabrikanın müdürü veya yardımcısına brifing veriyorduk.
Çalışma sırasında yirminin üzerinde önemli sorun belirledik. Hepsini burada anlatmam olası değil ama bazı ilginç konulara bu yazımda değinmek istiyorum.
Bunlardan iki tanesi bizim yönetim biliminde hijyen faktörler dediğimiz konularla ilgiliydi. Çalışanların olmazsa olmazları diyebileceğimiz ve ‘hijyen faktörler’ olarak adlandırılan koşullarla ilgili sorunları olduğunda, kişiler hoşnutsuz olarak çalıştıklarından, genellikle yöneticilerine sorunları aktarmak yerine zam talepleriyle gelirler.
Kışın çok soğuk bir dış ortamdan fabrikaya girildiğinden, 800 derecenin üstündeki fırınların önünde iş görebilmek için çalışanların kıyafetlerini değiştirmeleri gerekiyordu. Kürkler, çizmeler, kazaklar çıkıyor, ince pantolonlar ve fanilalar giyiliyordu. Ancak, soyunma odaları küçük, dolap adedi yetersizdi. Bu da çalışma konforunu olumsuz etkiliyordu. İlk önerimiz soyunma odası kapasitesinin arttırılması oldu.
İkinci konu yemekhane ile ilgiliydi. Mutfaktan her gün gayet iyi yemekler çıkıyordu ama Rus çalışanlar şikayetçiydi. Yapılan mülakatlarda mutfak taşeronunun Türk, çıkan yemeklerin de Türk yemekleri olduğunu öğrendik. Tatile Türkiye’ye gelindiğinde Türk mutfağı hoştu ama iş yerinde öğlen-akşam Türk mutfağı olmuyordu. Pancar, şalgam, lahana, patates gibi Rus mutfağına özgün ürünler ve Rus pişirme teknikleri aranıyordu. Tavsiyemiz üzerine taşeron değişti ve Rus yemekleri pişmeye başladı.
Türk yöneticiler açısından ise önemli sorunlardan biri, fabrikada büyük oranda hırsızlık olmasıydı. Alet edevat hırsızlığı üst düzeydeydi. Bu yüzden çalışanların işten ayrılırken sanki elmas madeninden çıkıyorlarmış gibi üstleri ve çantaları aranıyordu. Tabii küçük düşürücü bir durumdu, ama yapacak başka bir şey de yoktu. Yakalananlar da derhal işten atılıyordu. Ancak biz Rus halkının büyük oranda hırsız olamayacağı kanaatindeydik.
Bu aşamada Aydın’ın Rusçası ve engin Rusya deneyimi devreye girdi. Ruslarla yaptığı özel sohbetler sonucunda hırsızlık nedeni ortaya çıktı. Konu Sovyet zamanına dayanıyordu. Sosyalizm döneminde, kişinin evi de, fabrika da, fabrikadaki alet edevat da devlete aitti. Özel mülkiyet son derece kısıtlıydı. O nedenle toplumda fabrikadan malzeme alıp eve götürmek son derece doğal karşılanıyordu. Alet çantasını eve götüren, çalmak veya satmak için yapmıyordu. Bozulan buzdolabını tamir ediyor, sonra komşusuna arabasını tamir etmesi için veriyordu. Sonuçta mal kamunundu. Bu konu sosyologlarla da görüşüldü ve eğitimle aşılabileceği sonucuna varıldı.
Bir başka sorun da işbaşı eğitimleriyle ilgiliydi. Göreceli olarak Türkiye’de benzer işi yapan işçilerden daha iyi eğitim almış olan Ruslar, iş esnasında ustaların detaylı olarak gösterdiği işleri bir türlü düzgün yapamıyordu. Yapılan mülakatlar ve konunun uzmanlarıyla yapılan görüşmeler sonucu durum anlaşıldı. Türk işçisi nedenini sorgulamadan ustadan görerek öğrenmeye yatkın iken, Ruslar sınıf içi eğitimde anlatılanı daha iyi anlıyorlardı. Gösterilen bir işin, neden o şekilde yapıldığını bilimsel olarak anlamak istiyorlardı. Bu sorun da, ustaların yaptığı uygulamalı eğitimden önce ciddi bir dershane eğitimi verilmek suretiyle aşıldı.
Karşılaştığımız en garip problem ise kalite kontrol bölümündeydi. Üretilen zirtokların kalite kontrolünde rastgele yöntemi kullanılıyordu. Belli bir palette hatalı ürün oranı düşük çıkarsa o paletteki ürünler birtok üreticisine gönderiliyordu. Hata oranı yüksekse, yüksek fırınlarda girdi olarak kullanılmak üzere o paletteki tüm ürünler ham madde ambarına yollanıyordu.
Ancak, Bezelyetepe Fabrikası’nda bir esrarengiz bir sorun vardı. Birtok fabrikasına yollanan zirtoklar, kalite kontrolünden geçmiş olmasına rağmen, yüksek oranda hatalı çıkıyor ve paletlerle iade ediliyordu. Bu da çok büyük bir zararın oluşmasına neden oluyordu. Firmanın Türkiye’deki tesislerinde ise böyle bir kalite problemi yoktu. Üstelik Bezelyetepe Fabrikası’ndaki tüm kritik bölümlerde olduğu gibi kalite bölümünde de hat sorumlusu olarak Türkiye’den gelen bir usta bulunuyordu.
Türk ustalar şirketin Türkiye’deki zirtok fabrikalarında en az yirmi yıl hizmet verdikten sonra emekli olmuş kişilerdi. Kişiler, bilgi birikimlerinden yararlanmanın yanı sıra, kendilerine bir vefa borcu olarak iki yıl kadar iyi para kazandırmak düşüncesiyle Bezelyetepe’ye yollanıyorlardı.
Kalite departmanındaki ustabaşının altında sadece kadınlardan oluşan on iki kişilik bir ekip vardı. Bu ekipten biri de ustabaşı yardımcısı olarak görev yapıyordu.
Kalite kontrol bölümünde yapılan gizli kamera çekimlerinde ilginç bir durumla karşılaşıldı. Üç vardiya çalışmasına gerek olmayan bu bölümde, ilk iki vardiyada her şey düzgün yapılıyor, kalite sorunu olan paletler ayrılarak ayrı bir bölüme alınıyor, kontrolü geçen paletler ise sevk için çıkış ambarına yollanıyordu.
Gece olduğunda ise gündüz kalite kontrolü yapan kadınlardan bir ikisi gizlice çalışma alanına geri dönüyor, hata oranı yüksek bulunan paletlerin bir kısmını depodan çıkarıyor ve sevk deposuna götürüyorlardı. Olay tam bir sabotajdı. Ama neden?
Konu polisiye romanlara rakip olacak bir şekilde çözüldü. Bu çalışmada Aydın kendini feda etti ve bu işi yapan Rus kadından birkaçıyla bir akşam fabrika dışında bol votka tüketildiğini tahmin ettiğimiz bir yemeğe gitti. Ertesi sabah yorgun argın geldi ve bize durumu anlattı. Birlikte yaptığımız değerlendirme sonucu durum iyice açıklığa kavuştu ve fabrika müdürüne ve İstanbul’daki şirketin genel müdürüne aktarıldı.
Göbekli ve bıyıklı, başı hafifçe erkek kelliği diyebileceğimiz şekilde açılmış emekli ustabaşılar ayda 2000 dolar maaş alıyorlardı. Altında çalışan yirmili, otuzlu yaşlardaki kadınların maaşı ise 200 dolar civarındaydı. Kalite bölümünün başındaki ustabaşı en hoşuna giden kadını kendisine yardımcı tayin ediyor, maaşının bir miktar artmasını sağlıyorlardı. Ayrıca birlikte yaşamaya başladıkları bu kadına, ayda 200 dolarla yaşayabilecekleri hayatın çok üstünde bir yaşam olanağı tanıyorlardı.
Diğer kadınlar bu işten hoşnut olmuyor, ustabaşı yardımcısı kadının ayağını kaydırıp yerine geçmek için bu sabotajı yapıyorlardı. Ustabaşı Türk olduğundan yerini koruyor ama ustabaşı yardımcısı Rus kadın görevden alınıyordu. Bu, guruptaki diğer kadınlardan birinin onun yerini alma fırsatını sağlıyordu. Türk ustabaşı da tahmin edebileceğiniz gibi, hep çalışan kadınlardan en liyakatlisini bu pozisyona atıyordu.
Araştırma derinleştirilince benzer uygulamaların diğer departmanlarda da yaygın olduğu anlaşıldı. Çözüm önerimiz ise şu şekilde oldu. Zaten sınıf içi eğitime yatkın olan Rusları eğitmek için bu kadar Türk ustabaşı gönderilmesine gerek yoktu. Sayıları düşürülmeliydi. Türklerle Ruslar arasındaki maaş farkı azaltılmalı, ayrıca yönetimde sadece Türkler değil Rus yöneticiler de olmalıydı. 730 kişi civarında çalışanı olan fabrikada otuz iki Türk’ün toplam bordrodan aldıkları pay %50’ydi. Bu durum zaten genel bir hoşnutsuzluk yaratıyordu ve zaman içerisinde dengelenmeliydi.
Azaltılması önerilmesine rağmen, hala bir miktar Türk ustabaşına ihtiyaç da olacaktı. Onların maaşlarının da bundan böyle %75’i Türkiye’de yaşayan eşlerinin hesabına yatırılacak, kendilerine verilmeyecekti.
Yirmi günlük çalışma bitti. Türkiye’ye döndük. Çalışmanın raporunu yazdım. İbrahim Hoca da okudu ve beğendi. Ayrıca zirtok firmasının İstanbul’daki tepe yönetimine de bir sunum yaptık. Çalışmayı onlar da çok beğendiler. İbrahim Hoca da danışmanlık hizmetini veren biz üç kişiye birer maaş ikramiye vererek teşekkürlerini iletti.
Genellikle yönetim danışmanlarının yaptığı önerilerin %50’si müşteri tarafından uygulanırsa büyük başarı olarak kabul edilir. Bu çalışmanın %80’i, belki de daha fazlası uygulandı. Neler yapılacağı da önceden çalışanlara fabrika müdürü tarafından izah edildi.
Sekiz ay sonra zirtok firmasının genel müdürü, beni ve İbrahim Hoca’yı Bezelyetepe’ye yılbaşı kutlamasına davet etti. Hep birlikte Moskova üzerinden, bu kez ciplerle Bezelyetepe’ye gittik. Yine kar kıyamet bir gün ve ısı -20 dereceydi.
Fabrikaya girerken farklı bir durum gözlemledim. İlk gittiğimde birtok üreticisi tarafından iade edilen paletler fabrikanın etrafında iki kere dolanacak şekilde yığılıyken bu kez hiç iade ürün yoktu. Zirtok üretiminde mutlaka %10-15 oranında defolu ürün kullanılması gerektiğini bildiğimden de fabrikanın müdürüne bu ihtiyacı nasıl karşıladıklarını sordum. Müdür, artık hatalı üretim oranının sıfıra yaklaştığını, o nedenle St. Petersburg yakınındaki diğer fabrikalarından trenle hatalı zirtok getirerek yüksek fırınlarda girdi olarak kullandıklarını anlattı.
Akşam kutlamanın yapılacağı salona girerken, alkışlar ve çiçeklerle karşılandık. O donuk, az konuşan, dil nedeniyle zaten mesafeli kalmak zorunda kaldığımız Rus personel bizi büyük bir sevgiyle karşıladı. Maaşları artmış, çalışma ortamları, soyunma odaları iyileştirilmiş, yemekler arzu ettikleri şekilde düzenlenmişti. Yazları ise yüksek fırınlar nedeniyle inanılmaz derecede ısınan üretim alanının çatısı masraftan kaçınılmadan açılır kapanır hale getirilmişti. Soğuk günlerde kapanıyor, yaz sıcağında açılıyordu. Ayrıca artık pek çok çalışan için firmada kariyer yapma ve terfi etme olanağı ortaya çıkmıştı.
İnsanların gözlerindeki sevinci ve motivasyon yüksekliğini görmek hepimizi çok mutlu etmişti. Oldukça güzel bir gece geçirdik. Yirmi yılı aşkın bir zamandır yönetim danışmanlığı yapıyorum. Rusya’da yaptığımız bu danışmanlık, bu işler arasında en fazla haz duyduğum çalışmalardan biri olarak anılarımda yer etti.
(1) http://anadolusanat.org/siir/nazim13.html
(2) Aydın Sezer Dış Ticaret Müsteşarlığı’nda çalışmış, Kahire ve Moskova Büyükelçiliklerinde görev yapmış dil öğrenmeye çok yatkın bir kişidir. Şu anda yazılı ve görsel medyada Rusya konusunda yaptığı değerlendirmeleri sık sık izliyoruz.
(3) Arda Güreller şu anda Ericsson’da araştırma projeleri koordinatörü olarak görev yapıyor.
Not: Fotoğraflar temsilidir.
Yazının orijinali için tıklayın