Dün Colani’yi ekenler, bugün biçiyor-Mehmet Ali Güller (Cumhuriyet)
“Suriye’de bugün çeşitli aktörlerin güç mücadelesine dönüşen iki temel mesele var:
1) Suriye’nin İsrail’le anlaşması konusu.
2) Suriye’nin kuzeydoğusundaki PYD bölgesinin geleceği konusu.
ABD’nin Suriye’ye yaptırımları kaldırıp kaldırmayacağından Ankara’nın PKK ile yürüttüğü “silah bırakma” sürecine kadar pek çok mesele, bu iki konunun geleceğini belirleyecek nitelikte.
ABD için iki konu da kritik önemde ve ikisi de birbirini etkileyecek nitelikte. Washington yönetimi o nedenle, HTŞ lideri ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet eş Şara’yı yaptırım kartı ile sıkıştırıyor bir süredir.
Sunduğu şartlara bakılırsa Beyaz Saray’ın yeni önceliği, Suriye’nin İsrail’le normalleşmesi. ABD Başkanı Donald Trump bu amaçla Suudi Arabistan ziyareti sırasında Şara ile görüştü ve Suudi Veliaht Prens Muhammet bin Selman ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı dörtlü zirvede masaya şartlarını koydu. ABD’nin beş şartından biri yaptırımların kaldırılması karşılığında Suriye’nin İbrahim Anlaşması’nı imzalayarak İsrail’i tanıması. Hatta Trump görüşmenin ardından “Kendisine (Şara’ya) anlaşmaya katılmasını önerdim, o da kabul etti” dedi.”
Müslümanlık üst kimliğimizdir-Aydın Ünal (Yeni Şafak)
“Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti Teşkilat Akademisi Liderlik Okulu Programı’nda yaptığı konuşmada “Coğrafya ve tarih Türk, Kürt ve Arap’ı çözülmez, dağılmaz biçimde birbirine sıkıca bağlamıştır. Malazgirt, Çaldıran, Ridaniye, Kudüs’ün ve İstanbul’un fethi Türk, Kürt ve Arap’ın ortak zaferidir. Biz bu coğrafyada ittifak yapınca büyüdük, güçlendik, cihana hükmettik” ifadelerini kullandı.
Erdoğan’ın Cuma günü İstanbul’da AK Parti Gençlik Buluşması’nda yaptığı konuşmada da tarihi referanslar vardı. Cumhurbaşkanı, “Biz, 100 yıldır, 200 yıldır tarih sahnesinde olan bir millet değiliz. Doğu’dan Moğollar geldi, yaktılar, yıktılar, taş üstünde taş, baş üstünde kelle bırakmadılar; biz vazgeçmedik. Timur geldi, filleriyle, ordusuyla geldi, Anadolu’yu baştan başa istila etti, yılmadık, yıkılmadık. Şah İsmail, içerden dışardan vatanımızı sarstı, salladı, eyvallah demedik… Her fetret döneminden daha güçlü çıktık. Her bozgundan sonra toparlandık. Bizim, millet olarak, hafızamızda, ruhumuzda, damarlarımızda akan kanda, işte o tarihin birikimi var, tecrübesi var. Biz büyük milletiz, büyük düşünen bir milletiz.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarihî hakikatleri yerli yerine koyan ve bu yolla geleceğe ilişkin doğru bir perspektif kurmaya çabalayan tespitleri, ırkçılar tarafından yoğun tepkiyle karşılanıyor. Örneğin, Erdoğan’ın yukarda alıntıladığımız ifadelerine, “Malazgirt sadece Türklerin zaferidir”, “Timur da, Şah İsmail de kardeşimizdir; Ankara Savaşı da Çaldıran da kardeş kavgasıdır”, “Malazgirt’ten İstiklal Savaşı’na kadar hiçbir yerde Kürt ve Arap yoktur” gibi tepkiler geliyor.”
Fesih olsun, hem pastam dursun hem karnım doysun-Cansu Çamlıbel (T24)
“PKK tam bir hafta önce -yani kurucusu Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki ‘fesih’ çağrısından yaklaşık iki buçuk ay sonra- örgütsel yapısını feshettiğini, silahlı mücadele yöntemini ve PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdığını ilan etti. Fesih açıklaması içinde aylarca, hatta yıllarca tartışacağımız anahtarları da mayınları da ziyadesiyle barındırıyor kuşkusuz. Bu metin üzerine bugünden kurulabilecek belki de tek net ve anlamlı cümle, Türkiye’nin defalarca ulaşılmaya çalışılan o başlangıç noktasına nihayet varmış olduğudur. Heba edilmemesini umduğumuz bu durak, aslında ilk durak. Asıl yolculuk şimdi başlıyor… Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet aygıtının bunun farkında olmama ihtimali yok. Ancak yolculuğun selameti, devlet bürokrasisinin ferasetine değil, siyasi iktidarı elinde tutanların bu yolculuğu siyaseten nasıl çerçeveleyeceğine bağlı olacak.
Son yıllarda üst üste yaptıkları yapısal hatalarla iktidarda kalma ihtimallerinin zayıfladığının farkındalığı içinde olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partisinin bu durağı, iktidara tutunabilmek için ‘Allah’ın bir başka büyük lütfu’ olarak gördüklerini bir haftadır yetkili ağızlardan dinlediğimiz açıklamalara hâkim olan coşkudan da anlıyoruz.
Hükümet cenahından sızan bilgilere göre beklenti ‘silahların gömülmesi’ işinin sonbahara kadar paketlenmesi yönünde. Gerçi biz uluslararası literatüre geçtiği şekliyle ‘silahların gömülmesi’ ifadesini kullanmaya devam etsek de Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, devlet tarafındaki asıl talebin “PKK’lıların silahlarıyla birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri’ne teslim olması” olduğunu söylüyor. Hatta Irak’ın kuzeyindeki Türk üslerinin de ‘teslim olma’ faaliyeti için kullanılabileceğini ekliyor. İşin bu ‘teslim olma’ boyutunu AKP ve ortağı MHP’den pek duymuyoruz.”
Uçuyoruz ama fakirleşiyoruz-İbrahim Kahveci (Karar)
“Öyle bir uçuyor öyle bir uçuyoruz ki, yakalayabilene aşk olsun. Ülke gelirini uçurduk, Milleti refah sarhoşluğu içinde adeta zenginliğe boğduk.
Uçuyoruz işte…
Konuya şöyle girelim.
2005 yılında kişi başına gelirimiz 7.416$ iken 2020 yılında 8.648$ olmuş. Dolar bazında 15 yılda zenginleşemedik derken aslında gerçeği göremiyorduk.
Yine çokça tartıştığımız konu: 2013 yılında KBG 12.586$ iken bir daha bu seviyeyi 2023 yılında yakalayabildik.
Aslında dolar bazında kişi başına gelir verileri tam doğruyu vermiyor. Mesela 2005 yılında 7.416$ ile 15,7 aylık gıda ihtiyacımızı (açlık sınırı) karşılayabiliyorduk. 2020 yılında 8.648$ ile 21,0 aylık gıda ihtiyacımızı karşılayabilir duruma gelmiştik.
2005-2020 yılı karşılaştırmasında dolar bazında sadece yüzde 16,6 büyüme gösterirken gıda alım gücü açısından yüzde 33,4 refah artışı sağlamıştık.
Bakın bu hesabı aslında en güzel veren dönem 2021-2024 yılı karşılaştırmasıdır:
2021 yılında KBG 9.752$ iken bu gelirle 24,1 aylık zaruri gıda ihtiyacımızı karşılayabiliyorduk.
2024 yılına geldiğimizde KBG 15.473$ seviyesine yükseliyor. Oysa bu gelirle zaruri gıda ihtiyacını ancak 22,6 ay olarak karşılıyoruz.
Dikkat buyurun: Gelirimiz 9.752 dolardan 15.473 dolara muazzam bir yükseliş yaşıyor. Lakin aynı dönemde ulusal gelir ile gıda satın alma gücümüz 24,1 aydan 22,6 aya düşüyor.”
Kurtuluş ve kuruluş-Fikret Bila (halktv.com.tr)
“Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında kurtuluş ve kuruluşu çoktan planlamıştı.
Kurtuluş Savaşı’yla Anadolu’nun işgaline son verecek, saltanatı ve hilafeti kaldıracak, laik, demokratik çağdaş bir Türkiye Cumhuriyeti kuracaktı.
Samsun’a doğru hareket etmeden önce yapacağını Mazhar Müfit Kansu’ya not ettirmişti:
“Zaferden sonra şekli hükümet cumhuriyet olacaktır. Bu bir. İki, padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icab eden muamele yapılacaktır. Üç, tesettür kalkacaktır. Dört, fes kalkacak medeni milletler gibi şapka giyilecektir. Beş, Latin alfabesi kabul edilecektir.”
Atatürk, zaferden sonra istediği rejimi kurabilirdi ancak O, gençlik yıllarından beri düşündüğü demokratik bir cumhuriyet kurulması fikrini hayata geçirdi.
İstese padişah ve halife bile olabilecekken ve kendisine böyle öneriler yapılmışken çağdaş değerlere ve kurumlara sahip bir cumhuriyet kurmayı seçti.
Kurtuluş Savaşı’nı zafere ulaştırdıktan sonra yüz yıl ilerisini gören bir anlayışla devrimleri gerçekleştirmeye başladı.
Atatürk’ün gerçekleştirdiği ilk devrim saltanatın kaldırılmasıdır.”
Atatürk, zaferden sonra istediği rejimi kurabilirdi ancak O, gençlik yıllarından beri düşündüğü demokratik bir cumhuriyet kurulması fikrini hayata geçirdi.
İstese padişah ve halife bile olabilecekken ve kendisine böyle öneriler yapılmışken çağdaş değerlere ve kurumlara sahip bir cumhuriyet kurmayı seçti.
Kurtuluş Savaşı’nı zafere ulaştırdıktan sonra yüz yıl ilerisini gören bir anlayışla devrimleri gerçekleştirmeye başladı.
Atatürk’ün gerçekleştirdiği ilk devrim saltanatın kaldırılmasıdır.
Beni beğenirseniz sevinirim-Ateş İlyas Başsoy (BirGün)
“İyi eğitimli olduğu giyim stilinden belli, yakışıklı (ama asla maço değil) uzun boylu (ama fasulye sırığı değil) bir delikanlı elinde iki kağıt kahve bardağı ile zincir kahve dükkanlarından birinden çıkıyor.
Avrupa’da bir meydandayız, hava güneşli (ama çok da sıcak değil, bahar havası), meydan temiz ve yeşilliklerle dolu. Delikanlı birini arar gibi çevresine bakıyor ve karşıda bir açık hava mekanında bira içen, şişman, uzun saçlı sakallı (ve muhtemelen gay) orta yaşlı bir adama bakar gibi yapıyor. Şişman adam bu yakışıklı delikanlının kendisine bakmasına hem şaşırıyor, hem de bu durum hoşuna gidiyor. Delikanlıya “masama buyur” der gibi bir bakış atıyor. Meğer delikanlı şişman adamın hemen arkasında bir bankta bekleyen sevgilisi genç kadına bakıyormuş.
Genç kadın da güzel (ama bir puanlama yapmak gerekirse, kadın on üzerinden yedi, delikanlı on üzerinden sekiz), sevgilisine el sallıyor. İkisi de gülümsüyorlar. Şişman biracı ofsayta düştüğünü anlayıp, hafif bir utançla bira bardağına odaklanırken, iki genç sevgili buluşuyorlar. Bu sırada fondaki tanıdık melodi, küçük bir değişiklik içeren vokalin girmesiyle yükseliyor “take the sunshine in”. (Bu şarkının orijinali Fifth Dimension grubundan “let the sunshine in”; “bırak güneş içeri girsin” demek ve şarkı 68 öğrenci hareketleri ve cinsel devrimin marşlarından biri olarak kabul edilir. Take the sunshine in ise “güneşin tadını çıkar” diye çevrilebilir) Genç çift buzlu kahvelerini içerken ekranda kahve bardakları ve bir yazı çıkar, “Original Shine from Ethiopya..”
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: