Jacques Baud (manşetteki fotoğraf), İsviçre ordusundan albay rütbesiyle emekli olmuş, Stratejik İstihbarat Servisi’nde de çalışmış Doğu Avrupa konusunda uzman bir asker. Baud, Birleşmiş Milletler’in barış operasyonlarına katılmış, Sovyetlerin dağılmasından sonra Rusya ile yapılan askeri görüşmelerde yer almış, 2014’den itibaren NATO’nun Ukrayna’ya yardım programında görevlendirilmiş bir uzman. İstihbarat, savaş ve terörizm konularında kitapları yayınlanan Baud kısa süre önce Ukrayna savaşıyla ilgili yankı yaratan bir yazı kaleme aldı. Sott.net sitesinde yayınlanan uzun yazının özet çevirisi:
Mali’den Afganistan’a yıllarca barışı korumak için hayatımı tehlikeye atarak görev yaptım. Mesele savaşı haklı göstermek değil, neyin yol açtığını anlamak.
Ukrayna sorununun kökenlerini incelemeye çalışalım… Son sekiz yıldır Donbass’taki ayrılıkçılardan ya da bağımsızlık yanlılarından söz ediliyor ama bu tanımlamalar doğru değil. Mayıs 2014’te Donetsk ve Lugansk’ın düzenlediği referandum bazı ahlaksız gazetecilerin iddia ettiği gibi bağımsızlık değil, kendi geleceğini tayin ya da özerklik oylamasıydı. Rusya’nın bu meseleye taraf olduğu da doğru değil. Üstelik referandumlar Vladimir Putin’in karşı çıkmasına rağmen yapıldı.
Gerçekte bu cumhuriyetler Ukrayna’dan ayrılmaya çalışmıyor, özerk statüye kavuşmak ve Rusçanın resmi dil olmasını sağlamak istiyordu. Çünkü Başkan Viktor Yanukoviç’i ABD’nin desteğiyle deviren yeni hükümetin 23 Şubat 2014’te aldığı ilk karar Rusçanın Ukrayna’da resmi dil olmasıyla ilgili yasayı iptal etmekti.
Fırtına yaratan bu karar sonucu Odessa, Dnepropetrovsk, Harkov Lugansk ve Donetsk gibi Rusça konuşanların bulunduğu bölgelerde ağır bir baskı uygulandı. Şubat 2014’te başlayan süreç sonucu durum askerileşti ve Rus nüfusun bulunduğu yerlerde korkunç katliamlar yaşandı.
Bu aşamada Ukrayna Genelkurmayı özerklik yanlılarına boyun eğdirse de tam bir zafer kazanamadı.
2014 yılında NATO’dayken görevim hafif silahların yayılmasını önlemek ve Moskova’nın müdahil olup olmadığını anlamak için Rusya’nın isyancılara silah verip vermediğini belirlemekti. Bu konudaki bilgilerin hemen hemen tamamı Polonya gizli servisinden geliyordu ve AGİT kaynaklı bilgilerle örtüşmüyordu. İddialara karşın Rusya’dan silah ve askeri malzeme gönderilmiyordu. İsyancıların elindeki silahların kaynağı, Doğu Ukrayna’ya sığınan Rusça konuşan Ukrayna ordusu askerleriydi. Giderek güçlenen özerklik yanlıları karşısında başarısız olan Ukrayna Minsk Anlaşması’nı kabul etmek zorunda kaldı.
Fakat Minsk Anlaşması’nın imzalanmasından sonra Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko Donbass’ta şiddetli bir “antiterör operasyonu” başlattıysa da NATO subaylarının kötü yönlendirmesiyle ağır bir yenilgi aldı ve 2. Minsk Anlaşması’nı kabul etmek zorunda kaldı.
Şu hususu hatırlatmak gerekiyor: Her iki Minsk Anlaşması da cumhuriyetlere ayrılma ya da bağımsızlık hakkı değil, Ukrayna çatısı altında özerklik veriyordu. Bu mesele Ukrayna’nın iç sorunu kabul ediliyor ve cumhuriyetlerinin statüsünün Kiev’le cumhuriyetlerin temsilcileri arasında yapılacak görüşmelerle belirlenmesini öngörüyordu.
Rusya işte bu nedenle 2014’ten başlayarak görüşmelere taraf olmayı reddetti ve anlaşmaların uygulanmasını talep etti.
Buna karşılık Fransa önderliğinde Batı, Minsk yerine Ruslarla Ukraynalıları yüz yüze getirecek “Normandiya formatı”nı gündeme getirmeye çalıştı.
Hatırlamamız gerekiyor ki, savaşın başlamasından önce Donbass’ta tek bir Rus askeri bile yoktu.
Genç Ukraynalıların Donbass’ta savaşmak yerine göç etmeyi yeğlemesi nedeniyle Ukrayna Savunma Bakanlığı ordunun daha çekici hale gelebilmesi için NATO’dan yardım istedi. Benden Ukrayna Silahlı Kuvvetleri’nin imajının düzeltilmesine yönelik bir programa katılmam istendi. Ama bu zaman alacak bir süreçti, Ukraynalılar ise biran önce harekete geçmek istiyordu. Bu nedenle asker açığını kapatmak için paramiliter milisleri kullanmaya başladılar. Reuters Ajansına göre, 2020 yılında bu milislerin sayısı 102 bine yükselmiş ve ordunun yüzde 40’ını oluşturur hale gelmişti. ABD, İngiltere, Kanada ve Fransa tarafından finanse ediliyor, silahlandırılıyor ve eğitiliyorlardı. Milis güçleri arasında 19 değişik ülkeden kişiler vardı.
Yahudi düşmanı, vahşi, acımasız ve fanatiklerden oluşan milis güçlerinin en iyi bilineni, amblemi Nazilerin 2. Panzer Birliği’nin amblemine benzeyen Azov Taburu’ydu. Söz konusu Panzer Birliği 1943 yılında Harkov’u Sovyetlerden kurtardığı için Ukrayna’da saygı görüyordu.
Ukrayna’daki paramiliter milislerin Nazı ya da Neonazi olarak gösterilmesi Rus propagandası kabul ediliyor ama Batı’da bu konu çıkmış yayınlar var. Kısacası Batı, sivillere yönelik katliam, tecavüz ve işkence suçları işleyen milisleri desteklemeye ve silahlandırmaya devam etti.
Savaşın başlaması
Kasım 2021’den itibaren Amerikalılar Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edeceğini söylemeye başladı. Başlarda Ukraynalılar bu görüşte değildi.
24 Mart 2021’de Volodimir Zelenski’nin Kırım’ın yeniden ele geçirilmesiyle ilgili bir kararname yayınlamasının ardından Ukrayna ordusu güneye yerleşmeye başladı. Bu sırada NATO ve Rusya karşılıklı tatbikatlar yaptı ama o yılın ekim-kasım aylarında durum sakinleşti. Ukraynalılar yetkililer, Rusya’nı savaş için hazırlık yaptığı fikrini reddetti.
Ama o sıralarda Ukrayna Donbass üzerinde SİHA’larla hava operasyonları yaparak Minsk Anlaşmaları’nı ihlal ediyordu.
7 Şubat 2022’de Moskova’yı ziyaret eden Macron Putin’in Minsk Anlaşmaları’na bağlı olduğunu doğruladı. Belli ki ABD’nin baskısı altında olan Ukrayna ise anlaşmalara uymayı reddediyordu. Bunu üzerine Putin Macron’un boş sözler verdiğini söyledi.
Ukrayna’nın temas hattında hazırlıkları sürmesi üzerine Rusya parlamentosu 15 Şubat’ta Ukrayna’daki cumhuriyetleri tanımasını istediyse de Putin önce yanaşmadı.
17 Şubat’ta ABD Başkanı Biden Rusya’nın birkaç gün içinde Ukrayna’ya saldıracağını açıkladı. Bunu nasıl bildiği bir sır ama AGİT gözlemcilerinin raporlarına göre 16 Şubat’tan itibaren Donbass’a yönelik topçu saldırıları önemli ölçüde artmıştı. Elbette, ne medya ne AB ne NATO ne de Batılı hükümetler bir tepki gösterdi ya da müdahale etti. Sonradan bunun bir Rus dezenformasyonu olduğunu söylediler. Öyle görünüyor ki AB ve bazı ülkeler, Rusya’nın müdahalesini kışkırtacağını bilerek Donbass’a yönelik katliam hakkında özellikle sessiz kaldı.
Bu sırada Donbass’ta sabotaj eylemleri düzenleniyordu. Ukraynalı ve Avrupalılardan oluşan sabotaj grupları CIA’in paralı askerleri olabilirdi.
16 Şubat’ta Biden Ukraynalıların Donbass’ı yoğun top ateşine tuttuğunu biliyordu. Böylece Putin’i zor bir seçimle karşı karşıya bıraktı: Donbass’a askeri yardım göndererek uluslararası bir sorun yaratmak ya da bölgedeki Rusça konuşan halkın ezilmesini izlemek.
Putin Rus müdahalesin Donbass’la sınırlı kalma ya da daha ileri gitme seçeneklerinin sonuçta aynı kapıya çıkacağını, Batı’nın yaptırım yağmurunun başlayacağını biliyordu yani her durumda ödenecek bedel aynı olacaktı. Putin 23 Şubat’ta parlamentonun çağrısını kabul ederek Donbass’taki iki cumhuriyetin bağımsızlık kararını tanıdı ve karşılıklı dostluk ve yardımlaşma anlaşmaları imzaladı.
Rusya’nın müdahalesini yasadışı göstermek isteyen Batılı güçler savaşın aslında 16 Şubat’ta başladığı gerçeğini sakladı. Ukrayna ordusunun 2021 yılında bile Donbass’a saldırmaya hazırlandığını Rus ve bazı Avrupalı istihbarat örgütleri iyi biliyordu.
Putin 24 Şubat’taki konuşmasında operasyonun iki amacını açıkladı: Silahsızlandırmak ve Nazilerden arındırmak. Yani Ukrayna’yı ele geçirmek, işgal ya da yok etmek söz konusu değildi.
Bundan sonra operasyonun gidişatıyla ilgili bilgilerimiz sınırlı ama Rusya’nın Kiev’i alarak Zelenski’yi yok etmeye çalıştığı bilgileri hep Batı kaynaklı. Putin’in Zelenski’yi devirme ya da kurşuna dizme gibi bir amacı hiç olmadı. Rusların istediği iktidarda kalması ama görüşmelere zorlanmasıydı. Ukrayna’nın tarafsız bir ülke olmasını istiyorlardı.
Pek çok Batılı yorumcu Rusların askeri operasyonlar sürerken sorunu görüşmeler yoluyla çözme çabalarını sürdürmesine şaşırdı. Bunun açıklaması Sovyet döneminden kalma stratejik Rus yaklaşımında. Batı’da politikanın bittiği yerde savaşın başladığı kabul edilir. Rus yaklaşımında ise savaş politikanın devamıdır, çatışmalar sürerken bile birinden diğerine geçiş yapılabilir, böylece düşmanı görüşme masasına oturtmak için baskı koşulları yaratılır.
Sonuç
Eski bir istihbarat görevlisi olarak bana en çok çarpıcı gelen Batılı haber alma servislerinin son bir yılda yaşananları doğru tahlil edememesi. Aslında Batı’daki gizli servislerin politikacılar tarafından ezildiği görülüyor. Eğer karar alıcılar dinlemezse dünyadaki en iyi istihbarat örgütü bile gereksiz duruma düşer. Ukrayna krizi sırasında olan da budur.
Bazı Batılı politikacıların çatışma çıkmasını istediği açık.
Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu hayali saldırı senaryoları zamanında ABD’nin Irak’taki kimyasal silah iddialarına çok benziyor.
Rusya’nın saldırısından üzüntü duyabilir ve kınayabiliriz. Ama çatışma çıkması için koşulları biz (yani ABD, Fransa ve AB) yarattık.
Yazının İngilizce orijinalini okumak için tıklayın