İmamoğlu, Menderes, Özal ve Erdoğan-Zülal Kalkandelen (Cumhuriyet)
“Ekrem İmamoğlu’nun The Financial Times’a yazdığı yazı, medyada geniş yer buldu. “Türkiye’nin demokratik geleceği dünya için neden önemli” başlıklı yazısında, “Beni parmaklıklar ardına yerleştirmek Erdoğan için bir zafer değildir; aksine bir uyanışı tetikledi” diyerek iktidara yönelik haklı eleştirilerde bulunmuş.
azının bir yerinde ortaya koyduğu yaklaşımın üzerinde durmak istiyorum. Şöyle demiş İmamoğlu:
“Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden bu yana Türkiye’nin izlediği yol ilgi çekici bir model sundu: Çoğunluğu Müslüman, laik, demokratik bir cumhuriyet moderniteye doğru ilerliyor. Ancak Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 yıllık iktidarında bu model çözüldü. Demokratik kurumlar aşındı, muhalefet kriminalize edildi ve yargı silahlandırıldı. Bu demokratik çürüme ekonomik krizi derinleştirdi ve halkın umutsuzluğunu yaydı.”
Bu paragrafın son iki cümlesi tümüyle doğru. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra laik Cumhuriyete yönelik tasfiye hareketi yani karşıdevrim Erdoğan döneminde değil, çok daha önce başladı. Aralarında İmamoğlu’nun da olduğu siyasetçilerin şimdilerde yücelttiği Menderes ve ardından Özal iktidarları bugünleri hazırladı.”
Kıbrıs aynasında Türkiye-Aydın Ünal (Yeni Şafak)
“Hindistan sineması dünyanın en üretken ve en renkli sinemasıdır; sadece çer-çöp değil oldukça kaliteli filmler de çekilir. Nüfusu 1,5 milyara yaklaşan Hindistan’ın o çok dilli, çok dinli, çok etnili yapısı hakkında filmlerden küçük de olsa fikir edinmek mümkündür. Hindistan uzun yıllar İngiliz işgali altında kaldı. Filmlerden gördüğümüz kadarıyla Hindistan üniversite gençliği, üniversite mezunları ve elit kesim işgalci İngilizlere karşı büyük bir hayranlık içindeler. Konuşmalarında sıkça İngilizce kelime ve cümleler kullanıyorlar. Kılık kıyafetlerini, yaşam tarzlarını, yeme içme alışkanlıklarını, müzik ve eğlencelerini İngilizlere, genel olarak Batı’ya uydurmaya çabalıyorlar. İsimlerini Hristiyan isimlerinden seçiyor, haç dövmeleri yaptırıyor, haç takılar takıyorlar. Hemen hepsinin hayali kapağı İngiltere’ye, ABD’ye atmak. Ülkenin büyük kesimi çok yoksul ve kast sistemi var; gençler, elitler doğal olarak böyle bir halkın içinde yaşamaktan sıkılıyor, bunalıyor, halkı da aşağılıyorlar.
Filmlerde Hint gençliğinin bu taklidini, bu öykünmesini izleyince insan manzaraya acıyarak, üzülerek bakıyor. Oysa Türkiye’de manzara hiç de farklı değil. Hatta işgalci İngiltere’ye, Batı’ya benzemek Türkiye’de kuruluşundan bu yana devlet politikası. Ancak Hintlilere dışardan bakabildiğimiz için gördüğümüz o acınası, o içler acısı manzarayı, Türkiye’ye içerden baktığımız için göremiyoruz.
Aslında elimizde bir ayna var: Kıbrıs, daha doğrusu KKTC. Yavru vatanda yaşananları dışardan izlemek ve aynaya bakar gibi “biz de bu muyuz?” demek imkanımız var.”
Özel için her şey yeni başladı-Yaşar Aydın (BirGün)
“Semra Kardeşoğlu’yla birlikte gerçekleştirdiğimiz Özgür Özel söyleşisi, 19 Mart sonrası Türkiye’sinde değişen siyaset tarzını da gösteriyor.
Rejimi “cunta” olarak tanımlayan Özel, girdiği mücadelenin zorluklarının farkında. İşinin kolay olmayacağını biliyor. Ama arkasından güçlü esen rüzgârı da hissettiği her hâlinden belli. Başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere CHP’ye yönelik operasyonların stresi olsa da, partisine hâkim ve artık tartışılmayan bir isim olmanın rahatlığına sahip. Hem içeride hem dışarıda daha özgüvenli. Bu durumu, dünya ile kurduğu ilişkilerde de gösterdi. Bugüne kadar CHP’nin dış dünya ile kurduğu ilişkiler, iktidar tarafından “Bizi Batı’ya şikâyet ediyorlar” diye kamuoyuna sunuluyordu. CHP ise bu konuda çok utangaç davranıyordu. Özel ise bu süreçte tüm dünya medyasına konuştu, Batılı mevkidaşlarıyla bir araya geldi. Artık “Şikâyet edilecek bir şey varsa şikâyet edersin. Ben durum tespiti yapıyorum.” diyecek kadar rahat.”
Harvard’ın Trump’a meydan okuması haber oluyorsa-Hakkı Öcal (Milliyet)
“Devirler değişti, artık köpeğin insanı ısırması da haber olabiliyor. Ama bir eğitim kurumu, hele Harvard gibi, 388 yaşında, dünyada bilimin Mekke’si sayılan bir kurumun, hükumetin, “Eğitim ve personel işlerinizde şöyle-şöyle kararlar almalısınız!” diyen bir mektubunu ciddiye almayıp, çöpe atması neden haber değeri taşısın?
Hükumet binalarının bakımından sorumlu dairesi (GSA) ile eğitim ve sağlık bakanlıklarının hukuk danışmanlarının ortak imzasıyla gelen böyle bir mektup, hangi özerk üniversiteye gönderilse “hayatın normal akışı içinde” çöpe atılır; cevap bile verilmezdi. Ancak ABD’nin başında, Amerika’yı yeniden daha büyük ve güçlü hale getirmeye kararlı bir başkan var; bu başkan, Amerika’nın küçülmesine ve zayıflamasına sebep olan faktörlerden biri olarak pozitif ayrımcılığı görüyor. Pozitif ayrımcılık, ayrımcılıkların açtığı hasarı gidermek için uygulan bir sosyal politika aracı.
Bizdeki uygulamalardan örnek veremeyiz; şükür, öyle bir sorunumuz olmadı. Ama ABD’de derisinin rengi, kaşının gözünün şekli Avrupa kökenli beyazlardan farklı (ve nüfusun yüzde 26’sına ulaşan) kesimin işe alınmaktan tutun, eğitim imkanlarından yararlanmasına kadar, kamu ve özel sektör nezdinde uğradıkları ayrımcılık o kadar yaygın ki, 1990’lardan bu yana, “Affirmative Action” (Olumlu Eylem) adı verilen bir denge sağlama siyaseti uygulanıyor.”
Bu vesileyle ‘imana gelebilirsiniz’ mesela-Cansu Çamlıbel (T24)
“İki gündür Sırrı’nın yaşama tutunmaya çalıştığı hastaneye devletin en tepesinden ziyaretçi akınını izlerken ensemden beynime doğru yürüyen karıncalanama hissinden uzun süre kurtulamadım. Adeta ‘Duvara Karşı’ bir hayat yaşayan bir dostu, ameliyat masasında doktorların tasvir ettiği biçimde göz önüne getirmenin ağırlığı üzerine bir de siyaset erkanı tarafından yine aptal yerine konulmanın öfkesi binince asabım hepten bozuldu.
Bugün Sırrı Süreyya Önder’i yaşatmak için bütün imkanlarını seferber eden devlet aygıtının çarkları, daha kısa zaman öncesine kadar onu ve onun gibi düşünen neredeyse tüm siyasetçileri -bırakın siyaset yapmayı- nefes alamaz hale getirmek için dönmüyor muydu?
Türkiye’de epey bir zamandır ‘yeniden tarih yazımı’ çok moda. Adalet Kalkınma Partisi de muktedir olmaya başladıktan sonra uzunca bir süre bu yola tevessül etti. Ancak artık son dönemde tarihi yeniden yazmakla da uğraşmıyorlar, tarihin beğenmedikleri bölümünü siliyorlar ve konu kapanıyor. ‘Yaptım oldu’ya eşlik eden ‘sildim oldu’ kafasıyla formatlıyorlar toplumu. Sildim, oldu! Sildim, çok da güzel oldu.”
TCMB doğru olanı yaptı-Prof. Dr. İbrahim Ünalmış (Dünya)
“Son dönemde oluşan belirsizlik ortamı son 25 yılın zirvesine çıktı diyebiliriz. Hem yurt içi siyasi gelişmeler hem yurt dışında Trump 2.0 politikalarının yarattığı belirsizlik ortamı geleceğe yönelik karar alan ekonomik birimler için zorlu bir ortam oluşturmaya başladı.
Nitekim, BloombergHT tüketici güveni ön endeksi Nisan ayının ilk yarısında gerileme kaydetti. Artan belirsizlik ortamında tüketimin ötelenmesi gayet doğal bir tepki. İlk üç aylık enflasyon %10 seviyesinde ve reel ücretleri azaltmaya devam ediyor. Kur artışları, mevduat ve tahvil faizlerindeki artışlar ve hisse senedi piyasasındaki sert hareketlerin de tüketim eğilimini azalttığı kanaatindeyiz. Diğer taraftan, tüketici kredi faizlerinin Mart ortasından beri 300 baz puan artarak %73 seviyesine geldiğini gözlemliyoruz. Bu durumun da borçlanarak tüketim eğilimini azaltacağını söyleyebiliriz.
Şirketler kesimi için artan borçlanma maliyetlerinin şirketlerin yatırım ve üretim kararlarında etkili olmaya başladığını söyleyebiliriz. Mart ortasında %55 seviyesinde olan ticari kredi faiz oranları Nisan başında %63’e yükseldi. Bu 2024 Temmuz ayından beri gördüğümüz en yüksek oran. Artan maliyetlere yurt dışı belirsizlikleri eklediğimizde mevcut yatırım ve üretim stratejilerinin gözden geçirilmesi ve ertelenmesi kaçınılmaz görünüyor.”
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: