Deneyimli foto muhabiri Serdar Özsoy, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun otobüsüne binmesiyle gündemde olan, Başbakanlık Basın Müşaviri olduğu dönemde gazetecilerin akreditasyonlarını iptal etmesiyle bilinen Akif Beki’ye ilişkin anısını medyaport.net sitesinde şöyle anlattı:
O gün, yani 17 Ekim 2006; büroda sabah toplantısını tamamlamış, verilen görevlere gitmek üzere zamanın gelmesini bekliyorduk. Salı günleri Meclis’in en yoğun olduğu gündür. Yine öyle bir gündü. Bir gece önce, Ramazan nedeniyle gece geç saatlere kadar izlediğim Başbakan Erdoğan AKP Meclis Grubuna hitap etmek üzere Meclis’e gelecekti. Büroda giriş katındaki foto muhabirleri odasında hazırlık yapıyordum. Fotoğraf makinemin bataryalarının durumunu kontrol ediyor lenslerin temizliğini yapıyordum. Bu işlemleri tamamladıktan sonra ekipmanımı çantama tekrar yerleştirdim.
Çok kısa bir süre sonra hiç alışkın olmadığım bir siren sesi duydum. Camdan kontrol etmeye başladım. Siren çalarak giden, Başbakanlık konvoyunda görevli olan motosikletlerin eskortluğunda Erdoğan’ın makam aracıydı. Gözle takip etmeye başladım. İçimden eğer hastaneye yönelirlerse hemen peşlerinden gidecektim. Bu sırada ulaştırma servisini de aramaya başlamıştım. Takip için araç olup olmadığını sordum. Bana o an tüm araçların görevde olduğunu söylemeleriyle birlikte koşmaya başladım. Cep telefonumu unutacaktım ki aklıma geldi ve onu da yanıma aldım. 600-700 metre koşarak hastaneye ulaştım.
Hastaneye ulaştığım anda aslında bir şey çekebileceğimi düşünmüyordum. Ama panikle hareket eden bir ekibin bir ülkenin başbakanını makam arabasında, baygın bir şekilde mahsur bırakabileceğini hiç düşünmemiştim. İnşaatlarda demir bükmede kullanılan bir aletle zırhlı aracın makam şoförünün camını kırmaya çalışan koruma polisleri ile olayın göbeğinde buldum kendimi. Fark edilmemek için kalabalığın arasında kalmaya çalıştığımı da hatırlıyorum. Bu ucu sivri alet yeterli olmayınca, o zamanlar hastanenin ek bina inşaatından balyoz bulup getirdiler. Kısa sürede, camdan içeri uzanabilecek kadar bir boşluk yarattı korumalar. Bu esnada da koruma amirlerinden birisi beni fark etti ve 2 koruma polisi beni oradan uzaklaştırmaya ve engellemeye başladı. Makinemde geniş açı lens takılıydı ve tele lensle değiştirip daha yakın plan çekme düşüncemi, korumaların gelmesiyle değiştirmek zorunda kaldım. Geniş açı lens ile uzak sayılabilecek bir noktada olmama rağmen Erdoğan’ın tam araçtan çıkarılma anını fotoğraflamayı başardım. Sonra hemen apar topar Erdoğan’ı hastanenin acil girişinden içeri aldılar.
Hemen ilk olarak gazeteye haber verdim. Durumu anlattım. Sonra gazetecilikten gelen ve Başbakanlık Basın Müşaviri Akif Beki ile karşılaştık hastane girişinde. Ben de ilk ağızdan bilgi almak istedim, Erdoğan’ın durumunu sordum. O da bana cevap vermek yerine fotoğrafları kendisine vermemi, gazeteye göndermememi istedi. O anda anladım ki işler değişti. Ben böyle bir şeyin kabul edilemeyeceğimi söyleyince de korumalara emir verdi, beni gözaltına alarak, makinemi de almalarını söyledi. Koruma polisleri beni hastanın girişinde, kapının yanına sıkıştırdı ve makinemi almaya çalıştılar. Ben de makinemi ve de fotoğrafları korumak için polarımın içine soktum. Bir taraftan da tek elimle makinedeki disketi alıp cebime sakladım fark ettirmeden.
Bu alaylar yaşanırken kısa bir süre sonra kendi büromdan ve haberi duyan diğer gazetelerden de arkadaşlar hastane önüne gelmeye başladılar. Bürodan arkadaşlarım Gökçer Tahincioğlu, Serpil Çevikcan polislerle arama girmiş tartışırken; ben onlarla birlikte hastaneye gelen foto muhabiri arkadaşım Altan Burgucu’ya fotoğrafların olduğu disketi gizlice verdim. Altan da o olay yerinden büroya giderek fotoğrafları güvene aldı.
Gazetecilik geçmişi olan Akif Beki’nin o gün yaptıkları, kişiselleşmiş gibi görünse de benim yerimde kim olsa aynı şeyi ona da yapacaktı. Akif Beki’nin gazetecilik mesleğine ihaneti böyle başlamıştır. Sadece ve sadece kendi konumu ve elde ettiği baş döndürücü korumu uğruna gazetecilik mesleğine, mesleğin özgürlük ve bağımsızlığına; aynı madenciyi tekmeleyen Yusuf Yerkel gibi tekme atmıştır. Başka zamanlarda da diğer gazetelerden meslektaşlarımın Başbakanlığa girişini yasaklamış; gazete patronlarını veya yöneticilerini arayıp gazetecilerin işten atılmalarını istemiş bir kişidir. Beki’yi böyle tanımak gerekir.
Kimdir?
Serdar Özsoy 1976 yılında Zonguldak’ta doğdu. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fotoğraf Bölümü’nden mezun oldu. Mesleğe 1998 yılında Cumhuriyet Gazetesi Ankara bürosunda başladı. 2004-2014 arasında yılında Milliyet Ankara Bürosu’nda çalıştı. Meslek yaşamı boyunca Musa Anter Gazetecilik Fotoğraf Ödülü, TGC Fotoğraf Ödülü ve Abdi İpekçi Fotoğraf Ödülü’nün de aralarında bulunduğu pek çok ödül aldı. 2014 yılından bu yana serbest foto muhabiri olarak çalışıyor.