Yıllar önce bir sinema salonunda izlediğim “Yüreğine Sor” adlı film biterken tüm salon gözyaşlarına hakim olamamıştı. Kimliklerini, dinlerini gizlemek zorunda kalan insanların yüzyıllar boyunca nasıl ıstırap çektiğine ışık tutan filmi -veya konuyla ilgili çekilen diğer filmlerden en azından birini- izlemenizi tavsiye ederim. Film Tanzimat Dönemi’nde geçiyordu ama herkes verilen mesajı anında almıştı.
Otmanlı’da Müslümanla gayrimüslimler eşit değildi. Türk milliyetçiler tarafından anlatıla anlatıla bitirilemeyen Otmanlı adaletine ilişkin efsanelerin çoğunun yalnızca birer efsane olduğunu bugün artık biliyoruz. Karadeniz kıyılarında binlerce yıldır Rumlar -yani Doğu Romalılar- vardı.
Ya bugün?
Yavaşça başlayalım. Karadeniz’de bilinen ilk Yunan kolonisi bugünkü Sinop’ta (Sinope) kuruldu. Tarih milattan önceki 800 yıllarıydı. Koloniyi kuranlar İyon kenti Miletos’tan gelen tüccarlardı. Bildiğiniz gibi İyonya da şimdiki Türkiye sınırları içindedir.
Yunanlar Karadeniz’e önce “Pontos Aksenios” yani “Konuksevmez Deniz” dermiş ama kolonizasyon ilerledikçe bu ad “Pontos Euksenios” yani “Konuksever Deniz”e evrilmiş. Tabii yalnız Anadolu kıyılarına değil, Romanya, Bulgaristan, Ukrayna, doğuda Gürcistan kıyılarında da Yunan/Grek kolonileri kurulmuş.
“Pontus Rumları veya Karadeniz Rumları, geleneksel olarak Pontus bölgesinde, Karadeniz’in kıyısında Pontus Alpleri’nde (Kuzey Anadolu Dağları) yaşayan etnik Rum grubu”na verilen ad. 1
Sultan 2. Mehmet’in 1461 yılında Trabzon İmparatorluğu’nu yıkmasıyla bu kent imparatorluk topraklarına katıldı. Trabzon Rumlarının bir kısmı batı illerine, İstanbul’a sürgün edildi, bir kısmı ise yerinde kaldı.2
İsterseniz eski tarihi kısa kesip hemen konuya gireyim. Gümüşhane yakınlarında Kurum Vadisi’ndeki madenciler olayıyla yakından ilgilen tarihçi Zeynep Türkyılmaz 2016 yılında yapılan bir söyleşide “İslamlaş(tırıl)mış Rum topluluğu hakkında çok şey bilinmiyor, gerçekten öyle bir topluluk var mı sorusunu şöyle yanıtlamış:
Var ama “İslamlaştırılmış Rum” derken birçok şeyden söz ediyoruz tıpkı Müslümanlaştırılmış Ermeniler gibi. Tek bir grup, deneyim ya da zaman dilimi yok. Meseleye 15. yüzyıldan başlayarak Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı dönemlerinden bakarsak çok parçalı ve katmanlı bir manzara çıkıyor karşımıza. Ama (sözde) soykırım ve tekleşme sonrasında geriye dönüp yazıldığı zaman bütün bu hikâyeler sanki tek kaynaklı, sebepli ve tek merkezle yönetilen benzer deneyimlermiş gibi algılanıyor. Müslümanlaşma deneyiminden geçenlerden hiçbirinin iradî tercihleri yokmuş gibi algılanıyor.
Özellikle benim çalıştığım Müslümanlaştırılmış Rumlar çift-dinli diye de adlandırılanlardan. Bu insanların varlıkları hakkında 1830’lardan itibaren gezginlerin ve misyonerlerin çeşitli notlarından haberdar oluyoruz. Kurumlu olarak bahsettikleri bu grupların Gümüşhane ile Trabzon arasındaki maden bölgelerinde yaşadıklarını belirtiyorlar. Ben Kurumlular’ın hikayesini 1857’de tekrardan Hristiyanlığa dönme taleplerini açıkladıkları noktadan başlatıp, imparatorluğun sonuna kadar takip ediyorum. Bu da Müslümanlaşma, ancak beraberinde bir tür Hristiyanlığı ve ona dönme deneyimi de barındırıyor. Bir de çift din taşımayıp da 17. yüzyılda başlayan Müslümanlaşmasıyla birlikte dili koruyan ama dini uzun süreçte kaybeden Hristiyan Rumlar var. Çok ilginç bir şekilde çift dinli olanlar, hem Hristiyan hem de Müslümanlaşmış Rumlarla yüzyıllar boyu yan yana yaşayabilmişler. 19. yüzyılda artan şiddet politikalarıyla birlikte zorlamayla oluşan Müslümanlaştırma pratiklerini daha net görüyoruz. 1918’den sonrasında da ortaya çıkan ve bugünün korkularını en taze tutan bir İslamlaştırılmış Rum kesimi de var… mübadelede Rum olanın veya Hristiyan olduğunu açıklayanın artık bu topraklarda kalamayacağını düzenleyen bir uluslararası sözleşme var.
Dolayısıyla bir sürü insan, yaşamlarıyla bilinmez bir gelecek arasında tercih yapmak zorunda bırakıldıklarında muhtemelen Müslümanlaşıp kalmayı seçtiler, bu duruma da orada yaşayan herkes tarafından bilinen bir sır diyebiliriz… Zira Of, Çaykara, Maçka ve Tonya gibi birçok yerde Rumca konuşan köyler var ve orada yaşayan insanlar bir sürü başka kimlikleri benimsemiş olsalar da, tarihin izleri tümden silinmek istese de, Rumcanın orada olması, açıklanmaya muhtaç bir durum olarak ortada duruyor. Ancak çift dinli denilenler çok farklı. Polemik olarak kullanılan “gündüz imam, gece papaz” sözü gerçekten var. Tarihsel olarak bu durum mevcut ve Osmanlı belgelerinde de görüyoruz.
Şu anda böyle bir şey var mı? Bunu bilmek çok zor. Aynı zamanda evet var ve saklanıyorlar demek, bu siyasi ortamda, bu insanları hedef haline getirebilecek, onlara zarar verecek bir şey olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda, bilinmezlik hali endişeyi besleyen kaynak. Bir kısmı tümden Müslümanlaşmış, Türkleşmiş, başka bir kısmı muhtemelen tarihin farkında ve bunun ne manaya geldiğini biz asla bilmiyoruz. Birbirinden çok farklı deneyimler olduğunu, her deneyimin kendi koşulları içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini anlamamız lazım. Ve bu kimliklere bir politik misyon da yüklememek gerektiğini düşünüyorum.
Tarihçi Türkyılmaz’ın “Rumların mevcut baskılardan dolayı saklandıklarını söylemek mümkün mü” sorusuna verdiği yanıt ise şöyle:
Tabii tek tük Hristiyanlaşma örnekleri duyuyoruz ama yine de altını çizelim, var olup olmadıklarını net olarak bilmiyoruz. Kim ne kadar döndü ve dönmedilerse acaba tekrar ortaya çıkacaklar mı… bu korkunun beslenmemesi lazım. Bunun yerine oradaki insanlara tekrar kendilerini rahatça ifade edip yaşayabilecekleri bir ortam yaratmak, kendi kimliklerini tayin için alan açmak gerekiyor. Ama bugün Trabzon milliyetçilik açısında en zor yerlerden bir tanesi… Ancak belli bir aidiyeti ispata mecbur hissettiren yerlerden bir tanesi…
Ben tezimde daha çok 19. yüzyıldaki din değiştirme endişesi üzerinde çalıştım ve tam olarak şunu gördüm: 17. yüzyılda Balkanlar’da olduğu gibi bir İslamlaşma dalgası var ve bu Balkanlar’ı ve Anadolu’yu uzun sürece yayılarak Müslümanlaştırıyor ancak 1850’lerde bir grup insan çıkıp “aslında Hristiyanım” diyor… Bir köyden ya da birkaç kişiden söz etmiyoruz burada, yirmi bin insanın birden ortaya çıkması söz konusu. Bu Osmanlı devleti nezdinde ciddi bir endişe yumağı oluşturmuş ve Cumhuriyet’e de aktarıldığını söyleyebiliriz.
Peki bu insanlar kendilerini nasıl tanımlıyorlar sorusuna ise Türkyılmaz’ın yanıtı şöyle: ’Yine 19. yüzyıla gideceğim… Benim çalıştığım Rumlardan söz ederken inanılmaz direngen bir gruptan bahsediyorum – çok yüksek rakımlarda yaşayan madenciler. 1857’de bir deklarasyon yayınlıyorlar ve bu noktada şunu görüyorsunuz; bu insanlar iddia edildiği gibi bir kimliği bırakıp diğerine geçmiyor. Osmanlı belgelerinde görüldüğü gibi şöyle itiraflar var: buçuk Müslümanlık diye bir şey çıktı, bunlar cuma günü camiye, pazar günü kiliseye gidiyorlar. Bu durum bugünkü kimlik algılarımızın ne kadar sterilleşmiş, tek tipleşmiş olduğunu gösteriyor.
Bu insanlar hangi dili konuşuyordu diye merak ettiniz mi?
“Rumca konuşuyorlardı. Muhtemelen Türkçe de biliyorlardı. Çünkü maden bölgeleri ağırlıkla Rumların olduğu bölgelerdi ve Gümüşhane metropolitliği aslında aynı zamanda Rum madencilere has bir metropolitlikti ve o madenler kapandıktan sonra oradaki insanlar çeşitli bölgelere dağılıyor ve Yozgat’taki Akdağ madeni de gittikleri yerlerden bir tanesi. Mesela onların net olarak Türkçe konuştuklarını biliyoruz. Dolayısıyla din ile dil kimlik olarak örtüşmüyor ya da birbirini kısıtlamıyor. Rumca konuşan Müslümanlar veya çift dinliler var… İlginç bir şekilde hem Trabzon’da hem Akdağ Madeni’nde mesela Rumca konuşmak hemen bir dini kimliğe işaret etmiyor.
Çift dinli olanlar daha çok Gümüşhane, Maçka ve Torul bölgesinde yaşıyorlar…Müslümanlaşmış olanlar ise çok daha geniş bir coğrafya kapsıyorlar; Çaykara, Of, Sürmene… Aslında bunlar çok çalışılmış konular değil ve detaylı araştırılması lazım. O bölgelerin 15. yüzyıla kadar Pontus İmparatorluğu olduğunu düşünürsek Müslümanlaşmanın izini Osmanlı arşiv belgeleriyle çok daha net sürebiliriz diye düşünüyorum…
19. yüzyıla geri dönersek bence Osmanlı İmparatorluğu’nun en direngen gruplarından biriler, çok organizeler ve talepleri net. Madencilikten gelen birlikte hareket etme, talep etme özellikleri. İnanılmaz etkileyici bir grup diyebilirim… 150 yıl sonra belgeleri okurken çok siyasi bir şey talep ettiklerini ama aynı zamanda bunu çok net yaptıklarını görüyoruz…
Mübadeleden sonra Türkiye’de kalan Rumlar İstanbul ve iki adayla sınırlı ve bunlar da Yunanistan’daki Müslümanlara denk bir mütekabiliyet teşkil ediyor. Osmanlı döneminde bu bölgeyle örneğin İstanbul Rumları arasında zaten farklılıklar vardı. Mübadeleyle yaratılan kopukluk çok daha büyüyor. Ama şöyle bir gerçek de var, koparıldıkları topraklarla en çok bağ kuran, kurmaya çalışan hatta geride kalan akrabalarını bulmak için Yunanistan’dan gelenler Trabzon- Gümüşhane bölgesinden gidenler olmuştur. İlginçtir, çok yakın geçmişe kadar Müslümanlaşmış Rumlar mevzusuna hem Yunan hükümeti mesafeliydi hem de diğer gruplar ilgisizdi. Belki Pontus Rumlarından çok farklı oldukları için belki de onların başına gelenleri bilmedikleri için.
Bizde sanılır ki Yunanistan’daki milliyetçiler Karadeniz Rumlarına sahip çıkmıştır. 19.yüzyıl başındaki milliyetçiler bakın nasıl tavır almış:
Yunan milliyetçilerinin ilk tepkileri, milletine sadık ‘kalamamış’ ve dinini ‘terk etmiş’ olarak gördükleri bu topluluğu pragmatizm ve fırsatçılıkla suçlamak ve ilgiye değer bulmamak oldu. Yirminci yüzyıl başlarının Yunan milliyetçileri ise, aksine, Kurumluları ve diğer gizli Hristiyanları Osmanlı Devleti’nin bütün zulmüne rağmen özünü korumayı başarmış kurbanlar olarak kurguladı. Fakat bu milliyetçi anlatılar, siyasi retorikleri beslemekle beraber, maalesef, olgunun kendisini anlamamıza hiçbir katkı sunmuyor.
Türkyılmaz Rumların o dönemki taleplerini de araştırmış.
Bir kere kimlik talepleri vardı. Hristiyan olduklarını dile getirip, nedeni hiç söylemeden, genelde kısaca bazı sebeplerden dolayı deyip, ‘zahiren Müslüman ama bâtinen biz zaten Hristiyandık ve artık o örtüyü üstümüzden atıp Hristiyan kimlikle yaşamak istiyoruz’ diyerek dile getiriyorlar. Bunu ısrarla talep ediyorlar. Bunun kendisi çok ciddi bir siyasi talep. Bununla beraber diğer bazı hak talepleri de var, ibadete dair. Baskıyla karşılaştıklarında da ses çıkarmaktan çekinmiyorlar, mesela cenazelerine devlet görevlileri tarafından el konulmasına karşı koyuyorlar. Hristiyan adetlerine göre ve Rum mezarlığında defnetmek için ciddi mücadele ediyorlar.3
Sanırım üzerine fazla söz söylemeye gerek yok. Ama canlı olarak da onları görmek istersiniz diye 2017 tarihli olduğunu tahmin ettiğim Cambridge Üniversitesi yayını bir video buldum. Aslında televizyon ekranlarından görmeye çok alışkın olduğumuz köylü Karadeniz kadınlarını izleyeceksiniz ama onları en eski Yunancanın izini süren Yunan bir dil bilimciyle ana dillerini konuşurken göreceksiniz.4
Herkese keyifli günler.
*Tarihi kayıtlarda Osman diye biri yok, Otman adlı biri var beyliğin başında. Konuya ilişkin yazım.
KAYNAKLAR
1 https://tr.wikipedia.org/wiki/Pontus_Rumlar%C4%B1
2 Özsüer, Trabzon Rum Mektebi: Doğu’nun Deniz Feneri, Ġstanbul 2019, s. 33.
4 Karadeniz-Pontus Rumları I Trabzon-Rize Rumları (Blacksea Romian) -1