İrina, “Aptal kuş, ne olacak!” dedi.
Yuliya, “Hayatım, sen niye öyle suçluluk duygusuna kapılıyorsun ki?” diyerek onu yatıştırmaya çalışıyordu.
İrina, “Aslında sakin kafayla düşününce belki de komşum haklı diyorum. Kedim benim için ne kadar değerliyse, kargası da onun için o kadar değerli olmalı. Zavallı Karkuşa” diyor.
Serkan, kızları kışkırtıp, eğlenmek için ortalıkta “kar-kar” diye mırıldanarak dolaşıyor, ben dışarıda yağan kardan bahsediyor sanıyorum. Meğer bizim kargaların bağırmasını “gak-gak” diye taklit ettiğimiz gibi Ruslar da “kar-kar” diyormuş.
Neden sonra ortalıktaki konuşmaların ne olduğunu anlıyorum.
Karkuşa, İrina’nın komşusu Darya’nın kargasına koyduğu isimmiş. Popüler bir Rus çizgi filmindeki karga karakterin ismiymiş.
İrina’nın kedisi, hani bizim ofisin ara sıra misafiri olan Barsik, yine bir skandala neden olmuştu.
Bu yüzden İrina ile komşusu Darya, biraz tartışmışlardı.
Ne olmuştu? Merak etmiştim doğrusu.
İgor’a baktım, o da ben de bilmiyorum gibilerinden kaşını kaldırdı.
İrina’nın sevgili kedisi, şanslı bir ev hayvanıydı. Orhan Veli’nin şiirindeki “Ciğercinin kedisi”nden daha da şanslı belki.
Barsik, bazen sorunlara neden olsa da çok seviliyordu. Biz de ofis ahalisi olarak ona alışmıştık.
Hatırlarsanız bir keresinde, Serkan’ın bağırtısı üzerine, zavallı kedi korkuyla sıçrayıp, önce bir sandalyenin üstüne, sonra masaya, oradan dolabın tepesine çıkıp, en sonunda da açık “fortoçka”ya tırmanıp, dışarı atlamış, pencereye yakın ağacın dallarından birine tutunmuş, orada bizim avlunun sincaplarından biriyle karşılaşınca afallamış, her ikisi de kaçmaya yeltenmiş, ancak aynı yöne koştuklarını fark edince durmuşlar, sonra biri bir tarafa, diğeri öbür tarafa doğru koşmaya başlamışlardı. Barsik, bu sefer de azman kargalardan biriyle burun buruna gelip, karga o bildiğiniz bet sesiyle “gak”layıp, koca kanatlarını açıp uçunca iyice ürküp, aşağıya atlayıp, koşarak kaybolmuştu.
Uzun bir aramadan sonra onu bahçede bir çöp tenekesinin içinde, sinmiş halde bulmuştuk.
Her şey aynı “Tom ve Jerry” çizgi filmlerindeki gibi olmuştu.
***
Bu defa tersi olmuştu.
Darya’nın kargası Karkuşa, bir gaflet anında, ev havalansın diye açılıp, sonra unutulan pencerenin pervazının dışına çıkmış, gezinirken yan komşusu İrina’nın balkonunda dolanan kedisi Barsik’in hırçın bakışlarından ürkmüş, daha da ötesi paniğe kapılmış, havalanıp, uçmuş, evden uzaklaşmıştı.
Serkan, arka masadan “Aaaa, niye ki?” diye araya girdi.
“Niyesi olur mu? Durum açık, hayvan korkmuş işte” diye gülüyorum.
İgor, “Bir Rus atasözü vardır, ‘Karga bile sebepsiz uçmaz’ diye.”
Serkan, “Karga da ne de olsa kuş beyinli” diye hükmünü veriyor, sonra devam ediyor, “Ne malum kediden korktuğu? Belki başka bir şeydir; yani bir dış tahrik, bir köpek, havada uçan başka bir şey, yırtıcı daha büyük kuş da olabilir” diyor.
İgor, kulağıma eğilip, “Eyvah, bizimki yine komplo teorilerine başladı” diye fısıldıyor.
Serkan, bize dönüp, “Peki, yeni yıl kutlamalarının gecikmiş, yolunu şaşırmış havai fişeklerinden birinden ürkmüş olamaz mı mesela?” dedi.
İrina, kedisini suçlamalardan kurtaracak bu ihtimaller üzerine “acaba” diye soran gözlerle bakıyor.
***
İrina, Yuliya’ya olanı biteni anlatmaya devam ederken pencerenin kenarında bir yandan da dışarıya bakıyordum.
Kışı yarılıyorduk neredeyse. Uzun yeni yıl tatili de bitmişti. Göçmen kuşlar hüzünlü veda şarkısını söyleyip kaç ay önce yola revan olup gitmişlerdi.
Göçmen kuşlar gidince kargalarla, güvercinlerle baş başa kalmıştık.
***
Sonradan hatırladım, İrina, ofiste daha önce bahsetmişti komşusundan ve kargasından.
“Tuhaf bir komşuya çattım, evde karga besleyenine de ilk defa rastlıyorum” diye dedikodusunu yapmıştı.
İrina, bir keresinde kapıda karşılaşınca “Sevgili komşucuğum, bak şu dışarıya, şu ağaçların dallarına bak, karga dolu. Sen ne akla hizmet evinde karga besliyorsun? Git şu Moskova’nın her semtindeki güzelim parklardan birine, her taraf karga dolu, güvercin dolu; besle besleyebildiğin kadar” demişti.
Hazırcevap komşusu da:
“Bak kardeşim, sen de bak şu dışarıya, sokak kedileri fink atıyor. Sen o zaman ne akla hizmet evinde kedi besliyorsun?” demişti.
Kızcağız haklıydı. Cevabını da oturtmuştu.
Niye karışıyordu ki?
O da karga besliyordu işte.
Herkesin tercihi başkaydı; kimi köpek, kimi kedi, kimi de İrina’nın komşusu Darya gibi karga besliyordu.
Kim ne karışır?
Darya, “Canım tartışmak istemiyor. Ama anla işte, biz bu kargaya çok alıştık, küçücük bir yavruyken bulduk, o da bizi annesi, babası gibi benimsedi. Evde ona bir çocuk gibi ihtimam gösterdik” demişti İrina’ya.
***
Bana tuhaf gelmiyor, bir keresinde bahsetmiştim, bizim de kendi deyimiyle hayvanları kocasından daha çok seven bir komşumuz var. Daçasında beslediği üç köpek, dört kedi, bir at, onlarca tavuk ve horoza ilâve olarak, kanadı kırıldığı için uçamayan dişi bir karganın da bakımını üstlenmişti. Büyük ihtimalle yırtıcı bir kuşun saldırısına uğrayan yaralı karga için arka bahçesinde yuva yapan komşumuz, kargayı hazmı kolay et sulu tahıl çorbalarıyla itinayla besliyor.
Sadece bildiğimiz evcil hayvanlara değil, her türlü hayvana merakı var Rusların.
İgor, “Birlikte gittiğimiz hayvan mezarlığını hatırlıyor musun?” diye sordu.
İyi hatırlıyordum, zira çok etkilenmiştim.
Meraklı olunca Moskova’da bazen Rusların bile bilmediği ilginç mekanları keşfediyorsunuz.
Aslında gez, gez bitmiyor Moskova.
Bu mekanlardan birine İgor, oğlu Maksim ve ben gitmiştik. Himki, Maşkinskoye Şoşe 15 numaradaki hayvan mezarlığına. Hayvansever Rusların yitirdikleri sevgili dostlarını gömdükleri bir özel mezarlıktı burası.
Köpeklerin, kedilerin, atların ve diğer hayvanların mezarları yan yana sıralanıyor orada.
İlginç mezarlardan biri de hayvansever bir ailenin vaktiyle evin içinde birlikte yaşamış olan ölen köpeklerini, kedilerini ve farelerini bir arada gömdüğü mezardı.
Kedi, köpek, fare, karga bir arada olur mu?
Olmuş işte!
Djoy, Yeta, Hvost, sağlıklı yıllarındaki dostluklarını, birlikteliklerini, mezarda da sürdürüyorlar.
Mezarlığı gezerken insan, bu hayvanseverlere saygı duyuyor. Vefanın böylesine şapka çıkartmak lazım…
Doğayı, çiçekleri, hayvanları sevmeyenlerin insanları sevebilmesi mümkün mü?
Kesinlikle hayır!
Bu nedenle bu mezarlık, hem ilginç, hem de ibretlik.
***
Darya, bir keresinde evlerinin önündeki otobüs durağında karşılaştıklarında bekledikleri süre içinde İrina’ya Karkuşa’nın hikayesini ayrıntılı bir şekilde anlatmıştı.
Bir gün civar bahçelerden birinde komşu kedilerinden birisini ağaçtan düşmüş karga yavrusunu avlama hazırlığında iken görmüş, yerden aldığı taşı fırlatıp, kovalamıştı.
Kaçıp giden kedinin hevesi kursağında kalmıştı.
(Demek kedi fobisi o zamandan girmişti karganın içine.)
Yaralı yavru kargayı eve getirmişti. Yaralarını merhemle iyileştirmiş, elleriyle beslemişti.
Karga bir süre sonra iyileşmiş, büyümüş, irileşmişti. Darya’ya alışmıştı. Bir evcil hayvan gibi onu takip ediyordu. Darya omuzunda onunla dolaşıyordu.
Bazen karşısına alıp konuşuyordu, aynı karga gibi “Gak” diye bağırıyordu.
Karga da ona adeta cevap veriyordu:
“Gak!”
Adını da “Karkuşa” koymuştu.
( Serkan beni uyarıyor: “Bu, Rus kargası abi, “gak” demiyordur, “kar” diyordur.” )
***
Muhabbet böyle uzayıp gidiyordu.
Serkan, “Benim bu kargayla ilgili hikayeler pek aklıma yatmıyor, abi” diyor, sen daha iyi bilirsin, bizde çok meşhur bir söz vardır, ‘besle kargayı oysun gözünü’ diye. Bildiğimiz bir kara karga işte. Ayrıca kargaların söylendiği kadar akıllı olduğuna da inanmıyorum” diyor.
Kızları ve beni kızdırmak için çocukluğunda ninesinden öğrendiği tekerlemeyi yüksek sesle mırıldanarak dolaşıyor:
“Karga, karga, gak dedi, çık şu dala bak dedi, çıktım baktım o dala, şu karga ne budala.”
Onunla aynı fikirde değiliz.
İgor, “Aldırma sen ona, bu kargalar dünyanın en akıllı yaratıklarından” diyor.
“Ben de öyle düşünüyorum” diyorum. “Halbuki biz, Ezop ve La Fontaine masallarından hep kargaların ahmaklıklarını biliriz. Hani şu ağzındaki peyniri tilkiye kaptıran gibi… Birçok edebi eser, dini inanç, masal ve efsanede de kargalardan aleyhte bahsedilir.
Bu masallardaki ana karakterlerde; karga, aptal, saf, basit fikirli, beceriksiz, kendini beğenmiş; tilki ise kurnazdır, aldatıcıdır.
Tilkinin kurnaz, karganın aptal olarak anlatılması bana çok gerçekçi gözükmüyor.
Bence kargalar, töresel ve dini inançların tam tersine, zeka seviyesi -insandan sonra- en gelişmiş hayvan türlerinden biri.
Yaşadıkları ortama kolaylıkla uyum sağlayabilen kargaların; kedi miyavlaması, endüstriyel makinelerin motor gürültüleri ve insan seslerini taklit etme yetenekleri de var. Kargalar farklı gruptaki hemcinsleriyle iletişim kurmak için melodi ritimli sesleri tercih ederlermiş.”
Rusçada “fabl”a yani kıssadan hissesi olan masalsı, şiirsel öykücüklere “basniya” diyorlar. Ünlü Rus basniya yazarı İvan Andreyeviç Krılov da 1807’de yazmış “Karga ve Tilki” isimli bu hikayeyi.
Hikayede yine karganın biri, bir parça peynir bulur ve peyniri yemek için bir ağaç dalına tüner. Peyniri ele geçirmek isteyen bir tilki, kargayı pohpohlar ve karganın ne kadar güzel olduğundan, sesinin de kendisi gibi güzel olup olmadığından bahseder. Karga ötmek için gagasını açtığında ağzındaki peynir düşer ve tilki, düşen peyniri yer.
Hikaye, güzel ve aynı, ancak tilkinin kurnazlığına değil, ama karganın aptal bir hayvan olarak anlatılmasına benim itirazım var.
***
Karkuşa, korkusundan evden 40 kilometre uzağa, ta Puşkina’ya kadar kaçmıştı.
Sonrasında yolunu şaşırmış, yorulunca da bir çam ağacının dalına konup, tünemişti.
Darya, Karkuşa’nın boy boy fotoğraflarını, onunla yaşadığı olayları sosyal medyada o kadar çok paylaşmıştı ki karga çok ünlenmişti.
Fenomen haline gelmişti. “Maskot karga” diyorlardı ona.
Kaybolunca da internette olayı duyurup, yardım istemişti.
Tesadüf bu ya, ormanda spor yapan bir genç kız ağaç dallarından birine konmuş şanslı kargayı fark etmişti.
Hemen tanımıştı.
Doğruydu, Karkuşa, alışkın olduğu için insanlardan kaçmıyordu.
Ağaca tırmanıp kargayı yakalamış, hırkasının içine sarıp eve getirmişti.
Annesi de görünce hemen, “Aaa, bu maskot karga, ben biliyorum bunu. Sahibi yana yakıla arıyor sosyal medyada” diye çığlığı basmış.
Genç kız hemen internetten müjdeli haberi duyurmuş.
Darya, İrina’ya telefon edip, sevinçle haberi verdi, “Hayatım, birlikte gidebilir miyiz?” diye rica edip, olurunu alınca koşa koşa bizim ofise geldi.
İrina’nın komşusu nefes nefeseydi.
Hoş bir kızdı. İlk kez görüyorduk lafı çok edilen Darya’yı. Serkan, kulağıma eğilip, “Abi, şaşıracaksın belki, ama bir kargayı kıskanacağım daha önce hiç aklıma gelmezdi” diye fısıldıyor.
Darya, kapı aralığında, bildiğimiz hikayeyi gözleri yaşlı, heyecanla bir daha anlatıyor:
“Bir ilkbaharda yüksek bir ağaç dalındaki bir yuvada doğmuştu.
Düşmüştü, onu yerde bulduk. Kötü niyetli bir kedinin elinden kurtardık. Çaresizdi. Eve götürdük, ona aynı bir çocuk gibi baktık, büyüttük. Çok sevdik onu. O da bizi benimsedi. Alıştık birbirimize.
İsmini söylediğim vakit hemen gelir. Evde kucağımdan inmez. Nereye gitsem arkamdan gelir. Her yere benim omzumda gider. Beraber dışarıda gezeriz.
Hiç ayrılmazdı bizden, dışarıda da insanlardan kaçmazdı, çünkü öyle alıştı, ama kedinin korkusundan kaçtı işte. Çok üzüldüm kaybolunca. Neyse bulduk. Ay, ne kadar mutluyum bilemezsiniz!”
***
İrina bizim Serkan’ı da alıp, Darya ile birlikte arabayla hemen Puşkina’ya gittiler.
Tahmin ettiğiniz gibi Darya, Karkuşa’sına kavuşunca sevinçten deliye döndü. Biz de yeni yılın ilk iş gününü mutlu bir şekilde kapatmış olduk.
Bu tür durumlar bana hep, Nasrettin Hoca’nın “eşeğini kaybedip, sonra bulup mutlu olma” hikayesini hatırlatır.
Umarız yeni yılın gerisi de hep böyle olur.
Dileğim Karkuşa ile Barsik’in da birbirlerine alışmaları, dış tahrikler bile olsa komşu komşu barış içinde yaşamaları.
İlgili yazı: