“Kırgızların ataları kimlerdi” sorusuna yanıt vermek için onların Orta Asya’ya veya Tanrı Dağları’na ne zaman geldiklerini saptamaya çalışır tarihçiler.
Ünlü tarihçi V.V. Radlof* Kırgızların Yenisey ve Altay bölgesinden Tanrı Dağları’na göç ettikleri yönündeki fikirlere pek sıcak bakmaz, ona göre eğer bu sav doğru olsaydı yani Kırgızlar erken dönemlerde Tanrı Dağları’na göç etmiş olsalardı Kırgız yazılı ve sözlü kültürlerinde buna ilişkin izler olması gerekirdi. Ama böyle izler yok, bu yüzden Radlof Kırgızların 9-10. yüzyıllarda veya 13. yüzyılda, hani Moğolların Orta Asya’yı işgal ettikleri dönemde bu bölgeye geldiklerini düşünmekte.
Bir başka önemli tarihçi Barthold** da en erken tarihlerden 19. yüzyıl ortalarına kadar olan süreci izleyerek Kırgızların Tanrı Dağları’na göç ettiklerini belirtir.
A. N. Bernştam, E. Manaev gibi tarihçilerse Kırgızların çok daha erken dönemlerde Yenisey’den Tanrı Dağları’na göç ettiklerini öne sürer. Onlara göre Kırgızlar, Hunlar döneminde yani büyük kavimler göçü esnasında bölgeye göç etmeye başlamışlardır. 9. yüzyılda artarak devam eden bu göç hareketi Moğollar devrinde son bulmuştur.1
T. Coroev, Y. Hudyakov ve Ö. Karaev ise bu halkın Yenisey’den Tanrı Dağları’na Kırgız Kağanlığı sırasında yani 9. yüzyılın ortalarında göç ettiklerini ileri sürer. Görüldüğü gibi söz konusu olan Kırgızlar olunca herkes farklı bir şey söylemekte. D. G. Savinov*** adlı tarihçi ise Kırgızların 13. yüzyılda doğu göçebe boylarının Orta Asya’ya en yoğun biçimde göç ettikleri dönemlerde Tanrı Dağları’na geldiğini söyler. Savinov’un bu düşüncesini arkeolojik bulgular da desteklemektedir.
N. A. Aristov ve H. Y. Biçurin adlı tarihçiler ise Kırgızların Tanrı Dağları’nın yerli halkı olduğunu söyler. Evet yanlış duymadınız, yerli halkı. Kırgızlar ve bazı diğer boyların Usunların devamı olduğunu da ileri sürer. Hepiniz soracaksınız bu Usunlar da kim diye. Vusunlar ya da Usunlar2, Han Hanedanı döneminde (M.Ö. 206 – MS 220) yaşamış göçebe-yarı göçebe Türk veya Hint-Avrupa kökenli bir halktır.3
Türk veya Hint-Avrupa kökenli bir halk ayrıntısına dikkat ettiniz mi? Usunlarla ilgili dipnota bakılınca görülür ki Kırgızlar eğer Usunların torunlarıysa durum biraz farklı bir hal alacaktır çünkü Usunlar bu kaynakta açık renk gözlü ve kızıl saç ve sakallı olarak geçmektedir.
Ancak bazı arkeolojik bulgular Kırgızlar ile Usunlar arasında kültürel benzerliklerin varlığını gösterse de bu durum tek başına Kırgızların Usunlar’dan geldiğini kanıtlamıyor tabii ki. Biçurin ise Tan (Çin) sülalesi döneminde Tanrı Dağları’nda yaşamış olan ve kaynaklarda Burut adıyla geçen halkın Kalmuk ve Cungarlar ile birlikte Kırgızların da ataları oldukları düşüncesindedir.1
Renkli göz, kızıl saç, sakal
Kırgızların Hunlar döneminde de var olduklarını öğrendik bu bilgilerden. Yani Hun kökenli değiller. Ancak bu renkli göz ve kızıl saç sakal konusuna biraz eklemede bulunmak gerekiyor, yarım yamalak oldu galiba.
Milliyetçi düşüncedeki tarihçilerimizden Ahmet Taşağıl, W. Barthold ile Eberhard’ın Kırgızlar üzerinde saç ve göz renklerinin farklı olduğu ve kurttan türemediklerine dayandırarak Türklerden değildir gibi fikirlerine, kurttan türeme rivayeti ile ilgili bilgilerin sadece Göktürklere değil Kao-chelara ve Usunlara da ait olduğunu ve Göktürkler döneminde kurt yani Aşina’ya bağlananların yalnızca hanedan olduklarını dile getirmiştir. Göz ve saç renklerinin farklı olması konusunda da Kırgızların başka bir etnik kökenden geldiklerini göstermediklerini belirterek Hazarlar, Bulgarlar, Kuman-Kıpçakların da tarihî kaynaklarda sarışın ve mavi gözlü şeklinde tasvir edildiklerini, ayrıca I. Göktürk devletinin kağanı Mukan’ın da Çin kaynaklarında kızıl yüzlü, renkli gözlü şeklinde anlatıldığını söylemektedir (2013, 74-75).4
Aslında Taşağıl hoca kendine göre yanlış bulduğu bir savı düzelteyim derken Türklerin kökeni konusundaki bilgileri de açığa çıkardığının farkında değil gibi görünüyor. Moğol görünümlü Türklerin yanı sıra kızıl saçlı, renkli gözlü Kırgızların ve yine sarışın Kumanlar (Kuman Türkçede sarışın demektir ancak diğer halklar da onlara sarışın anlamına gelen adlar vermiştir), Bulgarlar, Hazarların da bulunduğunu söylüyor. Böyle bir şey olabilir mi diye sormayın çünkü oluyormuş demek ki.
Ezberlerin bozulması, yanlış öğretilen tarihimizin yerli yerine oturtulması gerekiyor. Gerçek tarihimizde utanılacak hiçbir şey yok ki, niye reddediyoruz? Çok etniliyiz/kökenliyiz ve bundan gurur duymamız gerekiyor. Türkçe bir bayrak gibi birçok etnik yapıyı çevresinde toplamış. Çok etnili yapılar doğaya en uygun yapılardır. Çünkü doğa da “çok çeşitli”dir, yani melezdir, yani çok dayanıklıdır, yani muhteşemdir.
Tereyağı ve tuz sunan Kırgız kadınları
Lybyer ne diyordu?
Sözü yine bir tarihçiye bırakarak bu kısmı bitireyim. 20. yüzyılın başlarında İstanbul’da da öğretim üyesi olarak bulunan Amerikalı tarihçi Albert Howe Lybyer**** “Kanuni Sultan Süleyman Devrinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Yönetimi” başlıklı yapıtında Selçuklular ve bu topraklara girmelerinden beri Anadolu’daki “toplum”a ilişkin şu değerlendirmeyi yapar:
“Selçuk Türkleri zaten karışık bir ırktı ve ataları gibi onların da yeni insanların kendi soylarına katılmasına itirazları yoktu. Bu topraklara Türk ordusu olarak gelmişler, arkalarından Türkmen göçebeler sökün etmişti. Askerler ülkenin kadınlarıyla evlendi, erkeklerini ve çocuklarını hizmetlerine aldı. Göçebeler de uzun ve çetin yolculukta kırılan karıları ile çocuklarının yerlerini, geldikleri bu toprakların kadın ve çocuklarıyla doldurdu. Serbest bırakılan yetişkin Anadolulular, Muhammed’in yolunu seçmekte bin türlü yarar gördü. Üstelik Müslümanlığın basit ve avutucu doktrini, Anadoluluların mizacına da, koşullarına da uygun geliyordu. Hristiyanlık bu kişilerin çoğunda büyük izler bırakmamıştı. Müslümanlığın da aynı şekilde yüzeysel olarak benimsendiği söylenebilir, çünkü bugünkü (yazar 1913’ü kastediyor) Ön Asya Müslümanları arasında Hristiyanlık, hatta Hristiyanlık öncesi inanışlar ve uygulamalar görülmektedir. O zamanlar Müslüman olmak demek, bugün de süregittiği gibi, Türk olmak demekti. Üç yüz yıl içinde yerleşim ve din değiştirme süreci tamamlandı. Ön Asya platosunun hemen tamamı Müslüman ve Türk oldu. İstilacı Türkler ile din değiştiren Hristiyanların oranını belirleyecek herhangi bir istatistikī veri yoktur. Türk istilâlarının yapısına, steplerden başlayan yolculuğun uzunluğuna ve zorluğuna bakarak ileri sürülen olasılıklar dışarıdan gelip yerleşen Türk sayısının oldukça az olduğunu göstermektedir. Ne var ki bu çifte karışık insanlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun en karakteristik Türkleri sayılan kesimini oluşturdu.” 5
Kırgız sözcüğünün kökeni
Herkesin bildiği tekerleme gibi bir açıklama vardır: “Kırk kız zamanla Kırgız’a dönüşmüştür”. Kırk-kız, Kır-kız, Kırgız. Oysa gerçek daha karışıktır. Sonda söyleyeceğimizi baştan söyleyelim, bu sözcüğün anlamı üzerinde tarihçiler hâlâ ortak bir kanıya varamamıştır. Çinli tarihçi Simea Qian M.Ö. 203-201 yılları arasındaki olayları anlatırken Kırgız sözcüğünü Ko-k’un olarak kullanır. Sonraki dönem kaynaklarında ise ise Chien-k’un, Ch’i-ku, Chie-ku, Ho-ke-ssu sözcüklerine rastlanır.
Göktürk ve Uygurca metinlerde Kırgız sözcüğü geçerken Kaşgarlı Mahmud sözcüğü Kırkız biçiminde yazmıştır. İstahrī, Şeyhürrabve ed-Dımaşkī, İbn Havkal, İbn Hurdazbih gibi Arap kaynaklarıyla Gerdīzī, Zekeriyyā El-Kazvīnī gibi Fars kaynaklarında Hır-hız, Hir-hiz olarak adlandırılan Kırgızlar Ata Melik Cüveynī tarafından Kır-kız, Kır-gız, Kırk-kız biçimlerinde adlandırılmıştır. Ebülgazi Bahadır Han’ın “Şecere-i Terâkime”sinde ise Kır-gız, Kir-giz, Kır-kız şekilleri görülmektedir.
Moğol, Kalmuk ve Tunguz kaynaklarında Burut, Burugut diye geçen kelimenin Kırgızları işaret ettiği ileri sürülür. Kırgız adının anlamı ve etimolojisi konusunda birçok tarihçi görüş bildirmesine rağmen bu adın anlamı günümüzde de bilinmemektedir. Radlov, Orhon ve Yenisey’deki Göktürk yazıtlarına dayanarak Kırgız adının “kırk” ve “yüz” sayılarından (kırk+yüz) oluştuğunu ve “kırk grup” manasına geldiğini ileri sürerken D. Banzarov, L. Ligeti, S. M. Abramzon, kırk sayısına eski Türkçedeki -ız çokluk ekinin eklenmesiyle ortaya çıkan Kırk-ız’ın “kırk boy, kırk oymak” demek olduğunu söyler. Z. V. Togan ise “Kırk-er” fikrini ileri sürmektedir. Kırgız adı hakkında görüş belirten bilim insanlarının ortak kanısı ise Kırgız adının kırk sayısıyla bağlantılı olduğu yönündedir. Buna delil olarak da Kırgızların kırk boydan meydana gelmesini gösterirler.1
Kırgızların ünlü çadırı
A. A. Asankanov, O. I. Brusin, A. Z. Caparov editörlüğünde kaleme alınan “Kırgızlar” başlıklı yapıt, Kırgızistan ve Rusya’yı temsil eden büyük bir grup bilim insanının uzun soluklu ve ortak bir çalışması. Yapıt Rusya Beşeri Bilimler Vakfı’nın mali desteği ile basılmış. Kitabın dili doğal olarak Rusça ve 623 sayfadan oluşuyor. Bu yapıtın yazılmasında akademik kurumlarda ve üniversitelerde görev yapan yaklaşık 50 bilim insanını emeği geçmiş. Bu yapıt, bugünkü Kırgız halkının tarihi üzerine yapılan en geniş ve en kapsamlı çalışma olup çok değerli kitaplar arasında yerini almış bulunuyor.
Bu yapıtta göçebe bir halk olarak bilinen Kırgızlarda çadırın günlük yaşamdaki yeri de anlatılıyor. Kırgızlarda taşınabilmesi ve yapılabilmesi kolay konut, çadır olmuştur. Araştırmalara göre bu tarz çadır evler 1. yüzyılın ilk yarısında eski Türklerin çevresinde Türk-Moğol göçebe halkın ana taşınabilir konutu olarak bilinmektedir…
Çadırı tek bir barınma alanı olarak kabul etmeyin, çünkü içi yekpare değil, bölümleri var. Çadırın içindeki yaşam alanı göçebe toplumun sosyal yapısını ve hiyerarşisini yansıtıyor. Çadır üç bölümden oluşuyor: 1) Tör cak: Kapıdan girildiği zaman hemen karşıda olan bu yere ancak misafirler veya evin en büyükleri oturmakta. 2) Er cak: Erkeklerin oturduğu ve savaş, iş ve av aletlerinin bulunduğu sol taraf. 3) Epçi cak: Kadınların ve mutfak eşyası bulunan sağ taraf. Böylece çadırın her bir parçasından göçebe hayatın ve Kırgızların felsefesi anlaşılabilir.6
Ustukan nedir?
Kırgızlar deyip de “ustukan”dan söz etmemek olmaz. Haşlanmış etlerin parçalanmış kemiklerine bu ad veriliyor. Kemik deyip geçmeyin, bakın ustukan dağıtmak toplumsal hiyerarşiye nasıl yansıyormuş.
Beslenme kültüründe dikkat çeken noktalardan biri Ustukan dağıtmaktır. Haşlanmış etlerin parçalanmış kemiklerine ustukan deniliyor ve bu ustukanların misafirlere dağıtımı, beslenme kültürünün önemli bir unsurunu oluşturuyor. Hayvanın karkasının belirli bölümlerinin prestij tanımı veya belirlenmesi antik karakteri yansıtıyor. Bu belki ilkel avcılar arasında kurulmuş da olabilir. Bu varsayım, Kırgız avcılarının karşısına çıkanlara vahşi dağ keçilerinin karkaslarını dağıtmak özelliğiyle olan benzetmeye dayanıyor. Bu ritüel ‘Şıralgı’’ diye adlandırılıyor ve av seferinden başarılı dönen avcılar ‘Şıralgı Baatır-Şanslı avcı’ diye tebrik edip selamlanmaktaymış.
Avcı da ganimetinden yaşına, sosyal statüsüne göre parça parça herkese dağıtırmış. Kırgız halkının etnokültürel geleneklerinde, ustukanın yaş ve cinsiyete göre dağılımı, belirli parçaların prestij derecesi, yemeklerin ne için yapıldığı (bayramlık, cenaze veya ritüeldik vs.) son derece önemliymiş. Önemli törenlerde ustukanları dağıtmak için özel bir kişi – çıgdançı veya bökööl görevlendiriliyormuş. Sorumlu bir role atanan çıgdançı gelen insanlar arasında ustukanı doğru bir şekilde dağıtmakla yükümlüymüş.6
Herkese keyifli günler dilerim.
Manşet fotoğrafı: yugnash.ru
*Alman asıllı Rus tarihçi, Türkolog. Adı onun için Vasili Vasilyeviç Radlof veya Wilhelm Radloff olarak yazılır.
** 1869-1930 yılları arasında yaşamış Rus tarihçidir.
*** Savinov ile ilgili ayrıntılı bilgi için https://journal.archaeology.nsc.ru/jour/article/view/1237/792
**** Albert Howe Lybyer(1876, Putnamville, Indiana – 1949)[1] Orta Doğu ve Balkanlar tarihi üzerine çalışan bir akademisyendi. Lybyer, 1909’dan 1913’e kadar Oberlin Koleji’nde ortaçağ ve modern Avrupa tarihi dersleri verdi ve ayrıca İstanbul Robert Koleji’nde (1900–1906), Harvard Üniversitesi’nde (1907–1909) ve Illinois Üniversitesi’nde (1913–1944) öğretmenlik pozisyonlarında bulundu. 1919’da King-Crane Komisyonu’nda teknik danışman olarak görev yaptı. Kanuni Sultan Süleyman Zamanında Osmanlı İmparatorluğu’nun Yönetimi kitabı onun en etkili eseriydi. Barnette Miller’a 1931 tarihli Türk sarayı hakkındaki Yüce Babıali’nin Ötesinde adlı kitabı için taslak geri bildirimi verdi. Princeton Üniversitesi ve Harvard Üniversitesi’nden mezun oldu.
KAYNAKLAR
1- https://islamansiklopedisi.org.tr/kirgizlar
2-Usunlar Merkezi ve Orta Asya’yı M.Ö. 3. yüzyıl- M. S. 5. yüzyıla kadar vataN edinen kabileler birleşimidir. M.Ö. 160 yıllarında Merkezi Asya’dan Tanrı Dağları’na göç ederek yerli Sakaları kendi egemenliği altına almışlardır. Antroplojik özellikleri bakımından Usunlar, Mangoloid özellikler taşımaktadırlar. Usunlar bazı bilim adamlarına göre Doğu İran kabilelerinden Asman-Asiylere benzetilirken, bazı bilim adamları Türk dilinde konuşan halklara ve Hind-Gotlara benzetilmiştir (Kırgız Tarıhı Kıskaça Ensiklopediya, 2003: 238). Avrupalı bilim adamlarına göre Usunlar İndo-Cermendirler ve Avrupadan gelmişlerdir. Usunlar hakkında ilk yazılı kaynak Çin kaynaklarında Mao-tun‟un mektubunda geçmektedir. Fakat bu mektupta sadece isimleri zikredilmiştir. Yerleştiği yer hakkında ise Han-shu, Usunlar ile Yüeçilerin Tun-hunag ile Chi-lienlerin arasında yaşadıklarını zikretmiştir. Atropolojik özellikleri hakkında elimizde bulunan tek yazılı kaynak da Yen Shih-ku tarafından yazılmıştır. Bu kaynağa göre gözlerinin mavi, saç ve sakallarının kırmızı olduğu bilinmektedir (Ögel, 148: 259-278). Sf.3-4’te yer alan dipnot 2. file:///C:/Users/glb_m/Downloads/557284.pdf
3- https://tr.wikipedia.org/wiki/Usun
4-Meder Saliev, Osmanaalı Sıdık Uulu’nun Eserleri Örneğinde Geçiş Dönemi Kırgızcası. Doktora tezi. Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Avrasya Araştırmaları Anabilim Dalı Avrasya Araştırmaları Bilim Dalı, file:///C:/Users/glb_m/Downloads/557284.pdf
5- Kanuni Sultan Süleyman devrinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Yönetimi, Albert Howe Lybyer, Süreç yayınları, sf.21-22.
6- Asya Araştırmaları Dergisi | Sayı: 2 / Cilt: 2 / ISSN: 2667-6419, Şahrizada Kalıbek Kızı, “Kırgızistan ve Rusya’nın Önde Gelen Tarihçileri Tarafından Hazırlanmış Kırgızlarla İlgili Yeni Temel Çalışma Kırgızlar*” (*A.A. Asankanov & O.İ. Brusina & A.Z. Caparov, Kırgızı, Moskova: Nauka Yayınları, 2016, 623 s. ) adlı Eser
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/698935
Şahrizade Kılabek Kızı, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi.