Türkçede “vasatlık” genellikle ortalama, sıradan veya avam gibi anlamlarla ilişkilendirilir ve dikkate değer bir özelliği olmayan durumları ya da kişileri tanımlamak için kullanılır.
Buna göre vasat olan, belirli bir standardın altına düşmese de üstüne de çıkamayan bir düzeyi temsil eder. Bu bağlamda vasatlığın zıttı olarak üstün, seçkin, nadir veya kaliteli gibi niteliklerle ifade edilen bir düzey öne çıkar.
Tasavvuf literatüründe ise “havas” kavramı, bu sıradanlığın ötesine geçerek özel bilgi ve yeteneklere sahip bireyleri tanımlar. Havas, herkesin sahip olamayacağı ortalamanın üzerinde hatta ayrıcalıklı bir bilgi düzeyine işaret eder.
Vasatlık, bireylerin ve toplumların potansiyelini sınırlayan bir olgu olarak karşımıza çıkarken “havas” anlayışı, bireyin sıradanlığın ötesine geçme yolculuğunu sembolize eder. Bu iki kavram arasındaki ilişki, hem dilsel bir zıtlık hem de gelişim açısından derin bir düşünce alanı sunar.
Felsefi açıdan bakıldığında, bazı düşünce akımları ve yöntemlerin vasatlığı meşrulaştırma riski taşıdığı görülür. Çıkar odaklı oportünizm, yüzeysel sonuçlarla yetinen pragmatizm ve benmerkezci narsisizm gibi yaklaşımlar, yüksek değerlere yönelmek yerine vasatlığın norm haline gelmesine hizmet edebilir. Bu tür eğilimler, bireylerin ve toplumların potansiyelini törpülerken daha ileriye gitme arzusunu ve gerekçelerini zayıflatır.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi üzerinden değerlendirildiğinde ise, büyük idealleri olmayan ve temel ihtiyaçlarını karşılamaktan fazlasını hedeflemeyen bireylerin vasatlığa teslim olduğu anlamı çıkarılabilir. Bu kitleler, kolay yönlendirilebilen yapılarıyla siyasal güç oyunlarının etki aracı haline gelebilir.
Öte yandan, vasatlık sadece bireylerin değil, ekonomik sistemlerin de bir parçasıdır. Tüketim ekonomisinde vasatlık, sermayenin temel dayanağı olan geniş kitlelerin ihtiyaçlar ve beklentiler etrafında şekillenen homojen profilini çizer. Genellikle ortalama gelir seviyesindeki bu kitle, popüler ürünlerin tüketimi üzerinden ekonomiyi canlı tutar. Tüketim ekonomisi modeli, bireylerde yaratıcılığı baskılayan, vasatlığı pekiştiren bir döngü yaratır.
Vasatlığın ölçütleri elbette çeşitlilik gösterir; ancak gençlerin potansiyellerini değerlendirme kriteri üzerinden bakıldığında Türkiye, ne yazık ki olumsuz bir tablo sergiliyor, bu durumun kronikleşmesinde eğitim sisteminin rolü oldukça büyük.
Türk öğrencilerin uluslararası PISA testlerinde aldığı sonuçlar, özellikle okuma ve matematik becerileri açısından gelişim ihtiyacını ortaya koyuyor. Bu tablo, öğrencilerde eleştirel düşünme ve yenilikçilik kapasiteleri geliştirilmeden sürdürülebilir bir kalkınma sağlanamayacağını gösteriyor.
Tarihsel perspektif bize, Osmanlı’da üretim ve bölüşüm mekanizmalarının Avrupa’ya kıyasla geri olduğunu, düşük istihdam oranlarının ve kayıt dışılığın yaygınlık gösterdiğini gösterir. “İdareimaslahat” anlayışıyla şekillenen yönetim kültürü, maalesef günü kurtarmaya çalışan bir zihniyetin izlerini taşıyor.
Liyakate dayalı olmayan fakat toplumsal yapılarda köklü bir yer edinmiş olan bu yaklaşım, modernleşme süreçlerinde dahi etkisini sürdürebilmiştir. Bugünün bürokratik yapıları modern görünse de, geçmişten belli ölçüde devralınan bu alışkanlıkların vasatlığı aşma çabalarını baltaladığı bir gerçek.
Cumhuriyet reformlarının halkın aktif katılımından ziyade merkezi otoritenin belirleyiciliği doğrultusunda yukarıdan aşağıya doğru uygulanması nedeniyle toplumsal dönüşüm kalıcı hale gelemedi. Oysa Fransız Devrimi gibi örnekler halkın hak ve özgürlükler için verdiği mücadelelerle, değişimin tabandan gelen bir güçle gerçekleştiğini, dönüşümün kalıcı olabileceğini göstermektedir.
Bu noktada, konfor alanının getirdiği rehaveti ve bireylerin bu alandan çıkmaya ve değişime karşı gösterdiği direnci irdelemekte yarar var. Toplumsal dönüşüm, halkın cesaretini toplaması, değişimi kucaklaması ve haklarını savunmayı öğrenmesi halinde daha kalıcı ve etkili olacaktır. Konfor alanı bozulmadığı sürece bilgiye dayalı, sorgulayan, yenilikçi ve düşünebilen bir toplum inşa etmek neredeyse imkânsız görünüyor
Amerikalı matematikçi John Nash’in veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, “Matematik bilmeyen toplumlarda, adalet sistemi doğası gereği kusurludur.”
Türkiye’nin vasatlıkla yüzleşme ve mücadele zamanı gelmiştir. Eğitim ve bilimde atılacak yenilikçi adımlar, zihinsel sınırları aşmayı ve toplumun potansiyeli açığa çıkarmayı destekleyerek vasatlıkla hesaplaşmaya olanak tanıyacaktır. Daha aydın ve ileri bir düzeye ulaşmak, kararlılıkla yürünen bu yolculuğun sonucunda mümkün olacaktır.
Bu yolculuk sadece bugünün değil, geleceğin de inşası için bir gerekliliktir.
Ozan Aykut Orhan
***
Not: Medya Günlüğü’nün yeni açılan Bluesky hesabını takip etmek için: https://bsky.app/profile/mgunlugu.bsky.social
İlgili yazı: