Emre Dilek
İlk defa İsveç Televizyonunda bir futbol maçı seyrederken duymuştum ‘’kalabalik‘’ (bilerek “i” ile yazdım) kelimesini. Ceza sahası içerisinde bir türlü uzaklaştırılamayan top ve karamboller silsilesini İsveçli spiker, “Aman Tanrım, nasıl bir kalabalik…” diye anlatmıştı.
Evet, etimolojik köken olarak Türkçe kalabalık kelimesinden geliyor. Kaynağı meşhur İsveç Kralı XII. Karl’ın, bizdeki ismi ile Demirbaş Şarl’ın bugün Moldova sınırları içerisinde kalan Bender’de çok uzun süren misafirliği sırasında gerçekleşen bir olay. Sebebi Osmanlı Seraskeri ve İsveç ordusu arasındaki bir anlaşmazlık olan olayda Osmanlı askerleri Bender’deki kampı basar ve gün boyu bir çatışma olur. Olayın sebebi her iki taraf için de çok net olmadığı için bir kargaşa, koşuşturmaca ve yanlış anlaşılmalarla doludur. Bu olaydan sonra bizim kalabalık kelimesi anlamı biraz değişerek karmaşa ve kaotik ortamları tarif etmek için günümüzde de hâlâ sıklıkla kullanılan bir kelime olarak İsveç diline girmiştir.
İsveç ile Türkiye’nin yolları birçok zaman tatlı veya tasız şekilde birçok kereler kesişmiş. Ben bu yazıda denizdeki kesişmelerden birkaç ilginç örnek vermeye çalışacağım. Demirbaş Şarl, Avrupa’da Danimarka Saksonya ve Polonya’yı yendikten sonra ezeli düşmanı Rusya’ya karşı sefere çıkar ama Poltava’da Rus Çarı Deli Petro karşısında ağır bir yenilgi alır, ordusunu kaybeder. Kalan az sayıda askeri ile Rusya’nın diğer bir düşmanı olan Osmanlılara sığınır. Başlangıçta, birkaç gün kalacağı düşünülen XII. Karl’ın Osmanlıdaki misafirliği tam beş yıl sürmüş! Ve rivayet odur ki Osmanlı Devleti tarafından ağırlanan İsveç Kralının masraflarının bütçenin hangi kaleminden karşılanacağı konusunda Osmanlı maliyesinde sorun çıkmış, sonunda bu harcamaların bütçedeki “demirbaş” kaleminden karşılanmasına karar verilince, Kral’ın lakabı “Demirbaş Şarl” olarak kalmış.
Gelelim gemilere….
Demirbaş Şarl İstanbul’da kaldığı günlerde Marmara Denizi’nde gördüğü yüksek karinalı hızlı Osmanlı gemilerin planlarını çizmiş, gizlice İsveç’e göndermiş ve Karlskrona tersanelerinde 2 adet yaptırmış ki, bu gemiler 100 sene sonra Rusya’ya karşı İsveç kralı IV. Gustav’a zafer kazandırmış. Gemilerin birisinin ismi Jilderim diğeri ise Jaramas. Yani Türkçe Yıldırım ve Yaramaz. Bu isimlerle İsveç donanmasına uzun yıllar hizmet ederler ve görevleri bittiğinde yenileri yapılır. Serinin en sonra Jaramas’ı 1944 yılında aktif görevden alınır ve eğitim gemisine dönüştürülür. Bugün Karskrona’daki deniz müzesinde gezilebilir.
İkinci hikâyemiz biraz hüzünlü. Amerikan Donanmasına ait USS Blower denizaltısı 1950’de ABD Donanması tarafından Türk Deniz Kuvvetlerine devredilir ve TCG Dumlupınar ismi ile göreve başlar. 1953 yılının Mart ayında Akdeniz’de yapılan NATO tatbikatına katılan denizaltı Gölcükteki üssüne dönmek için sisli bir gecede Çanakkale boğazından girdikten kısa bir süre boğazın en dar yerlerinden biri olan Nara Burnu yakınlarında İsveç bandıralı Nabolan adlı şileple çarpışır. Maalesef bu kazada 81 denizcimiz hayatını kaybeder. Kazadan sonra Naboland gemisine haciz konulur ve kazada hatası olduğu düşünülen iki kaptan da yargılanır. Yapılan duruşmaları sonucu İsveç gemisi kaptanı Lorentzon 6 ay hapis, 500 lira ağır para cezasına, Dumlupınar Komutanı Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu 1 yıl 8 ay ağır hapis ve 800 lira para cezasına çarptırılır.
Maalesef ismini ilk defa İsveç’te duyduğum ve bir İsveçlinin bilip de benim bilmiyor olmamı biraz da utanarak karşıladığım bir isim İlhan Koman. İsveç’teki ilk yıllarımda çalıştığım iş yerinde bir iş arkadaşımdan duymuştum. Türk olduğumu öğrendiğinde “İsveç Meclisinin dış cephesindeki rölyefi ve metro istasyonlarından birinin işlemelerini yapan heykeltıraş bir Türk” demişti bana.
İttihat ve Terakki üyesi ve aynı zamanda doktor olan babası Fuat Koman Balkanlar’dan gelip Edirne’ye yerleşir. 1. Dünya Savaşında yüzbaşı olarak görev yapar. İlhan Koman Edirne’de büyür. Edirne Lisesinin ardından İstanbul Güzel Sanatlar Akademisine lise yıllarındaki uzun hastalık döneminde çizdiği resimlerle başvurur ve kabul edilir. Okul yıllarının ilk dönemlerinde hocaların tavsiyesi üzerine resmi bırakıp heykel ile uğraşmaya başlar ve okulu bitirdiğinde Paris’ten burs kazanır. Dönüşünde Anıtkabir Projesi kapsamında açılan yarışmaya katılır ve kazanır. 1952-54 arasında, Anıtkabir’de mozoleye çıkan merdivenlerin doğu kanadındaki ‘’Sakarya Meydan Muharebesi’’ konulu rölyefleri yapar. 1950’li yılların sonunda Belçika’da katıldığı bir yarışmada tanıştığı İsveçli mimar ile ortak projeler üzerinde çalışmak üzere Stockholm’e gelir ve ölene kadar orada yaşar.
“Gemi ile İlhan Koman’ın alakası ne” diye soruyorsunuz muhtemelen ama geliyorum oraya. Çalıştığı atölyesinden çıkmak zorunda kaldığı bir dönemde 1905 yapımı 25 metrelik bir tekne alır, tadilatını yapar ve yaz kış hayatının sonuna kadar o teknede yaşar. Tekneye Hulda ismini verir. Koman İsveç’te bulunduğu dönem içerisinde ülkenin çeşitli yerlerinde hâlâ duran birçok esere imza atar uygulamalı sanat akademilerinde öğretim görevlisi görevlerinde bulunur. Ölümünden sonra külleri Baltık Denizine savrulur.
Hulda’nın hikâyesi Koman’ın ölümü ile bitmez. Komanın küçük oğlu Korhan “Hulda Sanat Festivali” adını verdiği bir etkinlikle 2009 yılında Stockholm’den yola çıkar, yol boyunca ücretsiz olarak sergi ve atölye çalışmalarına ev sahipliği yapar. Hulda, Amsterdam, Anvers, Bordeaux, Lizbon, Barselona, Napoli, Valletta, Selanik’ten sonra son durak olarak İstanbul’a gelir. “Hulda Festivali”nin sürdüğü 2 ay süresince tekneyi yaklaşık 10.000 kişi ziyaret eder. 4.600 öğrenci bilim ve sanat konulu atölye çalışmalarına katılır. 2019 yılında Bodrum’da yelken yarışlarına katıldığına dair haberler okudum ama şu an nerededir bulamadım maalesef.
Talihsiz Dumlupınar kazasının yaratmış olduğu acının dışında, birbirine bu kadar uzak iki coğrafyanın yollarının bir yerlerde kesişip ortak değerler yaratmış olmasını heyecan verici buluyorum. İsveç ve Türkiye arasında sandığımızdan daha fazla ortak hikâyeler olduğunu düşünüyorum. Belki başka yazılara konu olur. Yazıyı Oktay Rıfat’ın İlhan Koman için yazdığı şiirden bir bölümle noktalayayım.
Çelebi bir korsandı o
fora ediyor bütün yelkenlerini
demir alıp engine süzülüyordu
evcil kadırgasıyla her akşam.
Bir gül yağmuruna tutuyordu
tunç toplarıyla İsveç kıyılarını.
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.