İnan Özbek
Uzun süredir dünya ekonomisinin dalgalarına karşı yüzmeye çalışan, bu yüzden de ilerlemek bir yana her dalgada biraz daha geriye düşen ekonomimiz açısından deniz bitti anlaşılan.
Dünya genelinde yaşanan enflasyonist süreçte fiyat artışlarıyla baş edebilmek için çoğu merkez bankası geleneksel politikalara uygun biçimde faiz arttırarak parasal sıkılaştırmaya başvururken, Merkez Bankamız tam tersine Eylül 2021den itibaren faiz indirimlerine başlayınca, tetiklenen kur krizi ve buna bağlı hızlı fiyat artışları, enflasyonu kontrolden çıkardı.
Zamansız indirilen politika faizi, temel faiz oranıyla, kamunun borçlanma faizleri olan bono ve tahvil faizleri ve de kredi faizleri başta gelmek üzere piyasa faizi arasındaki ilişkiyi tamamen kopardığı içindir ki, politika faizi fiilen etkisizleşti ve dolayısıyla Merkez Bankası da yüksek enflasyonla olan bu çetin savaşta, en önemli silahından yoksun kalmış oldu.
Bugün karşımızda duran makro ekonomik tabloya bakılınca; yüzde 70 gibi çok yüksek oranda bir tüketici enflasyonu, yüzde 120 gibi çok daha yüksek bir noktada bulunan ve önümüzdeki aylarda tüketici enflasyonunu daha da yukarı çekmesi kaçınılmaz olan bir üretici enflasyonu görmekteyiz.
Yine oldukça yüksek ve daha da önemlisi istikrarsız seyreden döviz kurları, enerji başta olmak üzere ithalat maliyetlerini çok arttırdığı içindir ki, yanan yüksek enflasyon ateşine durmadan odun taşımaktadır.
Ocak 2022’den beri düzenli ve gittikçe artan oranlarda verilerek Nisan ayı sonu itibarıyla 32.5 milyar dolara ulaşan cari açık, MB’nin düşük hatta net rakam olarak eksiye düşmüş bulunan döviz rezervi düşünüldüğünde, finanse edilmesi gittikçe zorlaşan bir açık olarak karşımızda durmakta.
Uluslararası ekonomik aktörlerin ve yabancı yatırımcıların, bir ülkenin ekonomisi ile ilgili değerlendirme yaparlarken baktıkları temel bir gösterge olan ve 500 puanın üzerinde olmasının o ülkeyi riskli ülke kategorisine soktuğu, kredi risk sigorta primimizin (CDS) bugünlerde 700’lü rakamlara ulaşmış olması da, son derece ciddi sorunlarımızdan birisi.
Saydığımız ve çoğu ağırlaşmış olan makro sorunlarımız karşısında, serbest piyasa kurallarını zorlayarak girişilen; KKM (Kur Korumalı Mevduat ) ve ihracatçı firmaların döviz gelirlerinin bir kısmını Merkez Bankasına satma zorunluluğu gibi uygulamaların, sorunları öteleyerek zaman kazanmaktan öte bir anlam ifade etmedikleri açık.
“O halde ne yapmalı” sorusunu soracak olursak, fazla seçeneğimizin olmadığını, acilen bir faiz artırımından başlayarak atılacak ilave Ortodoks politika adımlarıyla, iç ve dış piyasalara güven telkin etmek ve bu yolla da bir an evvel beklentilerin düzeltilmesine odaklanmak, akla yatkın bir tutum olacaktır.
Karikatür: İbrahim Özdabak-Gülsüm Sağman