Juba’da görevliyken, Türkiye bursları ile üniversitelerimizde eğitim şansı yakalayan Güney Sudanlı öğrencileri Büyükelçilikte ağırlar, sorularını cevaplayıp bilgilendirir ve arkalarından su dökerek Türkiye’ye yolcu ederdik.
Bu uygulamanın devam ettiğini memnuniyetle uzaklardan izlemekteyim.
Türkiye’ye döndüğümde zaman zaman bir araya geldiğimiz bu öğrencilerin çoğunun diplomalı meslek sahibi olarak ülkesinde, devlet kurumları dahil birçok alanda çalışmaya başladığını keza memnuniyetle duymaktayız.
Bu gençlerden, daha Juba’dayken ilk günde “Bize her yer Trabzon”u öğrenen Kuot Emmanuel, geçen günlerde, elinde Karadeniz Teknik Üniversitesi Eczacılık diploması ile Ankara’ya geldi.
Su gibi Türkçesi ile adını artık “Mutlu Dünyalı” olarak değiştirmek istediğini, Türkçe konuşmayı, kültürünü, şarkı söylemeyi sevdiğini, başka ülkelere seyahat ettiğinde Türkleri aradığını, Türkçe konuşan birilerini bulunca kendini evinde hissettiğini söyleyen Kuot, samimi ifadelerle, “Bizi karşılıksız sevdiniz, yetiştirdiniz, size ödeyemeyeceğimiz vefa borcumuz var, keşke Türkiye’ye aldığımdan fazlasını verebilsem” dedi.
Kuot’un, Türkiye deneyimlerini içeren hikâyesini, kendi kaleminden çıktığı şekliyle aşağıda sizlerle paylaşmak istedim:
“Benim hikâyem”
İsmim Kuot Emmanuel. Sudan’da veya günümüzdeki adıyla Güney Sudan’da doğdum.
Çocukluğumun çoğunu liseye kadar Doğu Afrika’da, Uganda’da geçirmiştim. Belli bir dil, kültür veya dinle büyümedim ve kendimi hep kimlik krizinde buldum.
Türkiye’ye Eylül 2017’de geldim.
Açıkçası benim için o kadar da kolay olmadı. Trabzon’da ve genel olarak Türkiye’de uluslararası öğrenciler olarak buraya gelmek için farklı yollar izlemiş olabiliriz. Bazılarımız bursla ve bazılarımız ise kendi imkanlarını kullanarak geldiler.
Uganda’daki normal lise eğitimimi tamamladıktan sonra Türkiye de dahil olmak üzere, üniversite okumak için birkaç ülkeye başvurdum. Türkiye’den olumlu geri dönüş aldığımda ailem bundan hemen feragat etmemi istedi. Türkiye’ye gitmemi istemediler. Onlara karşı çıktım, kendilerini ikna etmek kolay değildi. En sonunda dayım evrakları imzalayıp “Git şansını dene. En azından olmazsa bize döneceksin” dedi.
O günleri hatırlamak dahi istemiyorum. Ailem Türkiye’de eczacılık okuma fikrine pek sıcak bakmıyordu yani. Doğruyu söylemek gerekirse bu süreç hiç kolay olmadı ama bence bu karar hayatımda aldığım en zor ama en iyi kararlardan biri oldu.
O dönem Juba’da Büyükelçi Hasan Sevilir Aşan’ı hatırlıyorum. Bize birkaç nasihat verdi. Aslında benim maceram orada başlamıştı.
Daha “merhaba”nın ne olduğunu bilmeden “BİZE HER YER TRABZON” demeyi öğrendim. Büyükelçi her daim bizimle iletişim halinde oldu ve öğrenci etkinliklerimizde bile Eskişehir ve Ankara’da yanımızda oldu.
Trabzon
Trabzon’a ilk geldiğimde, dürüst olmak gerekirse gerçekten ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Öncelikle dil bilmiyordum fakat üniversite eğitimim için Doğu Afrika’ya geri dönmemekte kararlıydım, çünkü sadece denemek istiyordum ve başarısız olursam eşyalarımı toplayıp Güney Sudan’a geri dönebilirdim.
Evet, birkaç kez başarısız oldum. Ülkeden ayrılmayı istedim ama üniversitedeki öğretmenlerim, KULDER’deki (Karadeniz Uluslararası Öğrenci Derneği) ailem ve diğer yakın arkadaşlarım aldığım kararı tekrar düşünmemi tavsiye etmişlerdi.
Bu vazgeçme düşüncelerimden kurtulmak için Antalya’ya gitmiştim. O zor zamanlarda hayatımda her gün kıyamet kopuyordu içimde.
”Ne demek yapamıyorum Kuot! Diğerleri yaptıysa sen de yapabilirsin. Hiç umutsuzluğa kapılma” dedi bana Burak Hoca. Bunu ve Atatürk’ün “Hiç bir şeye ihtiyacımız yok, yalnız bir şeye ihtiyacımız var: çalışkan olmak” sözünü harmanlayınca hemen kolları sıvayıp işe koyuldum.
Trabzon halkı, belediyesi ve oradaki okulumuz her zaman yanımızda oldu. Renk, kültür, din, dil veya ülke ayırt etmeksizin bizden hiçbir şey esirgemediler.
Biz uluslararası öğrencileri hiçbir karşılık beklemeden sevdiler. Maddi, manevi her konuda destek oldular. Hatta bazı uluslararası öğrenciler “eğitim bahane, evlilik şahane” demiş olacaklar ki Trabzon’da evlenip yuva kurdular zira Trabzon hiçbir zaman onları yalnız bırakmadı.
Bu durum Covid zamanında daha da netleşti. Herkesin kendi kabuğuna çekilip, kendilerine “acaba sıradaki kurban ben miyim?” diye sorduğu, insanların hatta yakın dostların bile birbirine yaklaşmaktan korktuğu insanlık tarihindeki o anlardan biriydi. O anda bile Trabzon ve KULDER ailemiz bizi yalnız bırakmadı.
Bize “yabancılar” diye değil, “misafir öğrencilerimiz” diye hitap ederlerdi. “Siz bize emanetsiniz. Siz bizim ellerimize emanet edildiniz ve sizin okulunuzu tamamlamanız, donanımlı bir şekilde evinize dönmeniz ve dünyaya katkıda bulunmanız bizim sorumluluğumuzdur. Herhangi biriniz başarısız olursa hepimiz kaybederiz” derlerdi.
Anadolu
Ayrıca Türkiye’deki diğer şehirleri ziyaret etme şansımız oldu ve dürüst olmak gerekirse, her zaman bize gösterebilecekleri en iyi muameleyi gösterdiler. Kim yapar bunu? Tabii ki Türkiye.
Anadolu’yu gezebilmek benim için bir altın fırsat oldu. Hiç korkmadan Artvin’den Çanakkale’ye, Trabzon’dan Hatay’a ve belki sadece kitaplarda duymuş ya da okumuş olabileceğim, hatta duymamış olabileceğim medeniyetlere beşiklik eden Anadolu’yu gezebildim. Bunu asla hafife almayacağım. Özgürlüğün kıymetini çok iyi bilirim ve bunun için Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’ne çok minnettarım ve biliyorum ödenemeyecek bir borcum var.
Şarkılar
Küçük bir katkı olarak, Trabzon’daki KULDER ailemizle bir proje yaptık.
Trabzon’daki birkaç liseye İngilizce pratiği yapmaya gidiyoruz. Dünya hakkındaki görüşlerimizi yeniden düşündürecek kadar meraklı olan öğrencilerle yuvarlak masada oturduk ve bir sürü şey öğrendim.
Ayrıca sahneye çıkma ve müzik yapma şansım da oldu ve her zaman olduğu gibi Şenay Yüzbaşıoğlu’nun “Hayat Bayram Olsa” ve Cem Karaca’nın “Son Olsun” şarkılarını yüksek sesle söyledim.
Türk müziği de hayatımda çok büyük bir yere sahiptir. Sadece eğlence için değil, eğitim, manevi destek ve en önemlisi Türkçeyi köklerinden öğrenmek için. Gerçekten de hayatımı etkilediler. Müslüm Gürses, Barış Manço, Sezen Aksu, Levent Yüksel ve daha bir çoğu. Kenan Doğulu’nun “Ne yaparsan yap aşk ile yap” sözüyle haraket ediyordum her zaman.
Türkçe
Bir eğitim aracı olarak, Barış Özcan, Çağrı Mert Bakırcı, İlber Ortaylı hocamızın güvenilir Türkçe kaynaklarından istifade ettim.
Gerçekten iyi ki Türkiye’ye gelmiştim. Hayatım boyunca beş yıldan fazla süreyle aynı yabancı ülkede yaşamamıştım.
Hatta Avrupa’ya geldiğimde bile orada beş aydan fazla kalamamış, ev diyebileceğim tek yer olan Türkiye’ye geri dönmek zorunda kalmıştım.
Farklı ülkelere seyahat ettiğimde, ilk sorum her zaman “Türkler nerede?” olmuştur, Türkçe konuşan birini bulduğumda kendimi evimde hissediyorum!
Türkçe benim için sadece bir dil değil, aynı zamanda bana yeni bir bakış açısı kazandırıyor. Bir de farklı şiveler öğrenince farklı dünyalara dalıyor insan. “Habu”, “da”, “öyle da”, “sen araysın macera”, “na yapaysın”, “ne diysin gardaş” vs. insana mutluluk verir.
Türk mutfağının ne kadar zengin olduğunu kelimeler ile ifade etmeye çalışsam aciz kalırım.
Trabzon kuymağı, Maraş dondurması, Antep kebabı ve baklavası, Erzurum cağ kebabı, Kastamonu banduması, Siirt’in büryan kebabı vs. deneme şansım oldu, sizin de bunları denemenizi tavsiye ederim. Türkiye’nin yöresel yemek yelpazesi çok geniştir.
Türkiye Cumhuriyeti’ne ne kadar teşekkür etsem azdır. Bana sağladığı imkanlar için çok minnettarım. Bu benim sahip olduğum altın bir fırsat idi ve asla bunun kıymetini hafife almayacağım. Her zaman bir elçi olarak kalmaya devam edeceğim.
Okulum ve öğretmenlerim benim bir dünya vatandaşı olarak yetişmemde önemli katkılarda bulundular.
Bizi karşılıksız sevdiğiniz ve yetiştirdiğiniz için teşekkür ederiz Türkiye. Size bir vefa borcum var. Keşke aldığımdan fazlasını verebilsem Türkiye’ye.”
Güle güle
Güle güle sevgili “Mutlu Dünyalı” Kuot, senin gibi eğitimli genç enerjilere, genç kuşaklara ihtiyacı olan güzel ülkene beklediği hayati katkıları yapmanı dileyerek yolun, şansın açık olsun.