“Demokrasinin temel taşlarından biri olan bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemine sahip olmak, bir ülkenin hukuk devleti ilkesine bağlılığının bir göstergesidir. Ancak, tarih boyunca birçok ülkede, demokrasinin temel unsurlarından biri olarak kabul edilen yargı sistemi, çeşitli nedenlerle siyasal oyunlar ve dış müdahalelere maruz kalmıştır. Bu bağlamda, ‘yargı darbeleri’ kavramı önem kazanmaktadır. Yargı darbeleri, bir ülkenin hukuk sistemine yapılan siyasal müdahaleleri ifade eder. Bu müdahaleler, genellikle siyasal iktidarın kendi çıkarlarını korumak veya rakiplerini etkisizleştirmek amacıyla yargı organlarını kullanması şeklinde ortaya çıkar.”
Mülkiye’den sınıf arkadaşım Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış’ın siyaset bilimi çalışmaları kapsamında önemli bir makalesi yayınlandı. Makalenin başlığı, “Türkiye’de Yargısal Darbe ve Yargısal Eylemcilik”. Yukarıdaki ifadeler makalenin giriş kısmından.
Yaşamış’ın makalesi, başta bu alanlarda çalışan akademisyenler, konuya ilgi duyabilecekler için değerli bir çalışma. (*)
Makalede, yargı darbelerini daha derinlemesine anlamak ve bu olguların demokrasi üzerindeki etkilerini değerlendirmek amacıyla tarihsel ve modern örnekleri inceleniyor. Ayrıca, yargı darbelerinin nedenlerini ve demokratik kurumları nasıl tehdit ettiğini anlamak için siyasal, ekonomik ve toplumsal etmenler ele alınıyor… Son olarak, yargı darbelerine karşı mücadele stratejileri ve uluslararası toplumun bu konudaki rolü değerlendiriliyor.
Yaşamış bu makaleyi kaleme alma nedenini şöyle açıklıyor:
“Bu makale, demokrasinin dayandığı hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin dirençlilik düzeyini korumak ve güçlendirmek adına toplumsal bilinçlenmeyi sağlamak ve toplumun savunma amaçlı eylemlerini desteklemek ereğini gütmektedir. Araştırmanın ikinci amacı ise karşılaştırmalı siyaset bilimine ülkemizden derlenen olgularla bir araştırma örneği vermek ve katkı sağlamaktır. Yargı darbesi kavramı (İngilizce juridical coup d’etat) ülkemizde henüz tam olarak bilinmemekte ve genelde yargının yanlış bir kararı olarak algılanmaktadır. Oysa yargı darbesinin önemini anlamak için yargı darbesinin sonuçlarına bakmak gerekir. Yargı darbesi yargının bir kararıyla anayasal düzenin değiştirilmesidir.”
Yaşamış bu olguyu şöyle tanımlıyor:
“Yargının, anayasal düzeni ve siyasal sistemi doğrudan yıkarak veya etkisiz hale getirerek siyasal sürece müdahalesidir. Yargısal darbe, genellikle siyasal otoritenin yargıya müdahale etmesi veya yargı organlarının yetki sınırlarını aşarak diğer devlet organlarının görevlerini engellemesi anlamına gelir. Bu, yasama veya yürütme organlarının yargı organları üzerinde baskı kurarak hukukun üstünlüğünü zayıflatabilecek veya ortadan kaldırabilecekleri bir durumu ifade eder. Yargısal darbe, genellikle demokratik normlara, anayasal ilkeler ve yargı bağımsızlığına zarar verir.”
Konuyla ilgili olan ancak yargısal darbe ile karıştırılmaması gereken bir başka kavram daha vardır: yargısal eylemcilik. Yaşamış yargısal eylemciliği şöyle tanımlıyor:
“Yargının, anayasal yorumu ve yasaları uygulamada, siyasal ve sosyal değişimlere öncülük ederek siyasal sürece müdahalesidir. Yargısal eylemcilik, yargı organlarının mevcut yasalara veya anayasaya dayanarak etkin bir şekilde sosyal veya siyasal değişiklikler yapmaya çalışmasıdır. Bu, yasama organlarının eksikliği veya yetersizliği durumunda hukuksal boşlukları doldurmayı veya toplumsal sorunlara çözüm getirmeyi amaçlayabilir. Yargısal eylemcilik, yargı organlarının pozitif hakları korumak, toplumsal adaleti sağlamak veya temel hakları genişletmek için attığı adımları ifade edebilir. Ancak, yargısal eylemcilik eleştirilere de maruz kalır; çünkü bazıları bu tür kararların demokratik süreçlerin yerine geçtiğini ve yasama organlarının yetkisine tecavüz ettiğini düşünür.”
Makalede dikkat çekici bazı bölümler şöyle…
“Yargı Darbelerinin Tarihsel Örnekleri” başlığında geçmişte yaşanan yargısal darbeler arasında Türkiye’de 1980’de gerçekleşen darbeye de yer verilmiş.”1980’de Türkiye’de gerçekleşen askeri darbenin ardından, yargı organları büyük bir baskı altına girdi. Binlerce kişi tutuklandı, muhaliflerle ilgili davalarda adil yargılamalar yapılmadı” deniliyor.
Yargısal darbelerin gerçekleşeceği koşullar olarak makalede şunlar sıralanmış:
Siyasal Kararsızlık ve Krizler; Yolsuzluk ve Hukukun Zayıflığı; Güçlerin Birleşmesi; Demokratik Kurumların Güçsüzlüğü; Anayasal Değişiklikler; Medya ve Kamuoyu Denetimi; Askeri Müdahale…
Yargısal darbelerin etkileri ve sonuçları ile ilgili olarak da şunlar sıralanmış:
Demokratik İlkelerin Zayıflaması; HukukunZayıflaması; Temel Hak ve Özgürlüklerin Çiğnenmesi; Toplumsal Bölünmeler; Hukuk Dışı Tutuklamalar ve Gözaltılar; Eğitimsel ve Akademik Özgürlüklerin Tehdit Edilmesi; Uluslararası İtibar Kaybı; Uzun Süreli Siyasal Kararsızlık…
Yargısal darbelerin demokrasi üzerindeki etkileri şöyle gösteriliyor:
Demokratik İlkelerin Zedelenmesi; Hukukun Zayıflaması; Halk Katılımının Azalması; Yolsuzluklarda Artış; Siyasal Baskı ve Kısıtlamalar; Sivil Toplum Etkinliklerinde Azalma…
Modern yargısal darbelere de işaret edilen makalede Türkiye’deki yargısal darbeler de ele alınmış. Bu çerçevede şu örnek olaylar incelenmiş:
✓ AKP’nin kapatılması davası (2008),
✓ 17-25 Aralık 2013 Yargıya FETÖ müdahalesi,
✓ Anayasa referandumunda geçersiz oyların Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Kararıyla geçerli kabul edilmesi (2017)
✓ Can Atalay Davası ve sonrasında ortaya çıkan yargısal darbe (2023),
✓ Mahkeme kararıyla bireysel hakların ihlal edilmesi(Kavala ve Demirtaş davaları).
✓ AİHM ve AYM kararlarının gereklerinin yargı tarafından yerine getirilmemesi.
Yürütme organı da yargı darbesi yapabilir. Yürütme tarafından gerçekleştirilen yargısal darbe örneği olarak da, Taksim’de 1 Mayıs kutlamalarının yasaklanması örnek olay olarak gösterilmiş.
Can Atalay Davası yargısal bir darbe olarak niteleniyor. Konu ülke gündeminde halen. Can Atalay’ın tekrar milletvekili olabilmesi için bir engel bulunmamasına karşın Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmasına yönelik TBMM Ağustos ayındaki olağanüstü toplantısında net bir tutum takınamadı. Kamu vicdanı rahatsız. Kamuoyu, Can Atalay’ın Hatay halkının iradesi doğrultusunda yüce mecliste olmasını istiyor.
“Canımızın kıymetini bilelim” başlıklı yazımda aylar önce şöyle yazmıştım:
“O genç insan ki, hayatını emekçinin, işçinin, köylünün, madencinin hakkını korumaya, doğayı savunmaya adamış. Okuduğu hukuk mektebinden mezun olup hak, hukuk ve adalet savunuculuğuna soyunmuş. Genç adam arzu etseydi bu bozuk düzende, çarpık düzende köşe dönmeye meraklı gençlerden biri de olabilirdi. Bu dünyanın nimetlerinden onlar gibi nemalanmayı tercih edebilirdi. Yapmamış, hak, hukuk, adalet, doğa için mücadele yolunu seçmiş. Başına gelmedik kalmamış. Bu tercihinin bedeli ödetiliyor genç insana. Gün gelir o genç insan halk kahramanı ilan edilir. Köroğlu gibi, Karacaoğlan gibi.”
Örnek olay olarak gösterilen tüm yargısal darbeler demokrasimize gölge düşürür nitelikte. İncelemede ele alınan örnek olaylar, Türkiye’de demokrasi ve insan hak ve özgürlükleri açısından önemli gerilemeler ifade etmekte. Gerçekte bu alanlarda gerilemenin olumsuz etkileri pek çok ve çok geniş. Örneğin, ülkeye arzu edilen yabancı sermayenin gelmemesinin nedenleri arasında demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi alanlardaki gerileme ve yargıya güvenilmemesi de gösterilmekte.
Yaşamış, yargısal darbe ve yargısal eylemciliğin siyaset bilimi alanına yeni girmiş kavramlar olduğuna işaret ediyor. Gerçekten öyle. Askeri darbeyi iyi bilir ve tanırız ama yargısal darbelerin yabancısıyız. Oysa makale gösteriyor ki ülkemizde yargısal darbeler yaşanmış. Benzer olguların gelecekte de yaşanması olası. Ülkemizde yargısal darbe konusunda daha fazla araştırma ve bilimsel toplantı yapmaya ihtiyaç duyulmakta. Bu çerçevede, üniversitelerin, düşünce kuruluşlarının ve TBMM’nin inceleme ve soruşturma etkinlikleri önemli görülüyor.
Öte yandan, şu sıralar yargı-siyaset ilişkisine örnek olabilecek bir dava ülke gündeminde: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun davası. Yargı-siyaset ilişkisi her dönemde ülke gündeminde olmuştur. Yargıçların siyasi nitelikteki davalarda verdikleri kararların vicdanları ile siyaset arasında sıkışıp kaldığını gösterdiği her daim ileri sürülmüştür. Yargıya olan güvenin azalmasının nedenleri arasında bu durum da gösterilmiştir. Bu çerçevede İmamoğlu davası da siyasetin yargıyı etkilediği bir dava olarak değerlendirilmekte.
İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir belediye başkanı seçildiği tarihten bu yana iktidarın ve yandaş medyanın hedefinde. Gelecek seçimlerde cumhurbaşkanı adayları arasında adı geçen İmamoğlu’nun bu yarışta saf dışı bırakmak için yargının kullanıldığı ileri sürülmekte. Bu bağlamda “İmamoğlu’na 5 yıl mahkûmiyet cezası verildi, 5 yıl siyaset yapma yasağı getirildi, karar yakında açıklanacak” gibi iddialar sosyal medyada dolanmakta. Bu tür iddialar ne ölçüde gerçeği yansıtıyor bilmiyorum. Ancak aksi yönde iddialar da mevcut. İmamoğlu’nun bu davadan ceza alması gerektiğini savunanlar, İmamoğlu’nun tehditkâr beyanlarına işaret ederek, beraat etmesi halinde kararın siyasi olarak niteleneceğini söylüyorlar. Diğer bir deyişle, yargı ne karar alırsa alsın “siyasi” olarak nitelenecek. Çok hassas bir konu! Sürecin bu kadar uzamasının belki nedenlerinden biri de , siyasetin yargıyı içine düşürdüğü kararsız durum.
Adalete olan güvenin azalmasından yargı camiası üzüntülü ve rahatsız. Kimi meslektaşlarının siyasal ya da benzer güdülenmelerle aldıkları kararlardan duydukları rahatsızlığı aralarındaki özel sohbetlerde dile getirmekte ve bu üzücü durumun nedenlerini tartışmaktala.
Şunu unutmayalım: Adalete duyulan güvenin azalmaması için hukuku siyasete egemen kılmak gerekir. Siyaset hukuka egemen olmamalı.
Yargıçlık büyük özveri gerektirir. Yargıçlar görevlerinde bağımsızdır. Anayasaya, yasalara ve hukuka uygun olarak, vicdani kanaatlerine göre karar verirler. Hiç kimse yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir veremez. Vicdanlarının sesini dinleyerek adaleti gerçekleştiren yargıçlar verdikleri kararlardan utanmazlar, pişman olmazlar, vicdan azabı çekmezler.
(*) Siyaset Bilimi Çalışmaları, Editör: Prof. Dr. Firuz Demir Yaşamış, YAZ Yayınları, Temmuz 2024
Fotoğraf: medyascope tv