Karadeniz bölgesi geçmişten günümüze çeşitli devletlerin mücadele verdiği alan olarak değerlendirilmiştir.
“Jeopolitik” terimini ilk kullanan Rudolf Kjellen; bu kavramın ülkeden ülkeye farklılık gösterebileceğinin altını çizmiştir. Özellikle “Soğuk Savaş” döneminden sonra farklı devletlerin ortaya çıkmasıyla jeopolitik kavramı tanım değiştirmiştir. “Soğuk Savaş” döneminde Sovyetlerin güney tarafına ulaşmasını sağlayan denizdi ve stratejik önceliği bulunmaktaydı.
Sovyetlerin dağılmasıyla beraber güvenlik ve ekonomik faaliyetlerle bütünleşen Karadeniz ilgi odağı olmaya devam etmiştir. Karadeniz’e kıyıdaş olan ülkeler; Romanya, Gürcistan, Rusya, Bulgaristan, Ukrayna ve Moldova’dır. Karadeniz’in açık veya kapalı oluşu sürekli tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmalar değerlendirildiğinde; Karadeniz’e kıyısı olan devletler için “kapalı deniz” olarak tanımlanır. Uluslararası hukuk açısından resmi kaynaklara göre ise “yarı kapalı deniz” olarak belirtilmiştir. Sonuç itibarıyla coğrafi süreklilik unsuru ve uluslararası dengenin sağlanması Karadeniz’in en belirgin özelliğidir.
Türkiye ve Türk Boğazları Karadeniz’i Orta Doğu’ya açılan kapı olmasında en büyük payı üstlenmiştir. Karadeniz bölgesi; Orta Doğu bakımından değerlendirildiğinde petrol ve doğal gazın kontrol altına alınması ve petrolün Batı’ya ulaştırılmasında boru hatları ön plana çıkmaktadır. “Soğuk Savaş” sonrası dönemde özellikle ABD kendini bu bölgede konumlandırmış ve terör olaylarının operasyon alanı olarak bakmıştır. Her ülke bu dönemde politikalarını yeniden düzenlemiştir. “Soğuk Savaş” sonrası oluşan boşluktan yararlanmak isteyen Rusya’nın yükselen profilini karalamak ABD’ye düşmüştür.
Kutuplaşmanın somut yansımaları Karadeniz’e elbette yansımış ve ülkeler arayış içerisine girmişlerdir. Orta Doğu ise Süveyş Kanalı, Kızıl Deniz ve Akdeniz’i birbirine bağlayan stratejik coğrafyalardan biridir. Çok boyutlu olarak tanımlamak gerekirse; Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Somali, Sudan, Mısır, Umman, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Katar’dan meydana gelmektedir. Suudi Arabistan, Filistin, Lübnan, İsrail, Yemen, Suriye, Irak, Afganistan, Pakistan ve İran diğer bölge ülkeleridir. Uluslararası ticaret ve askeri bakımından ayrı bir önem teşkil etmektedir. Geçiş güzergahında olması bu bölgeyi ön plana çıkarmıştır.
İlk başta doğu ve batı yönünde gelişme gösterse de teknolojinin ilerlemesiyle çok boyutlu bir ticaret kapısı haline gelmiştir. Deniz taşımacılığı yönünden önemli limanlara ev sahipliği yapmaktadır. Bunlar; İstanbul, İzmir, İskenderun, Trablus, Beyrut, Yafa ve Hayfa limanlarıdır. Suudi Arabistan petrol bakımından en başta yer almaktadır. ABD burada petrol şirketlerine ortak durumda olması durumundan değil fakat petrolden elde edilen gelirlerin ABD kaynaklarına gitmesi sebepli bağımlılık söz konusudur. ABD bu durumda kendisini değil karşı ülkeleri kendisine bağımlı hale getirmektedir.
NATO’nun “Güneydoğu Kanadı” olarak Türkiye’ye biçtiği rol ve konumlandırması gerek Karadeniz gerekse Orta Doğu jeopolitiğinde geniş yankı uyandırmıştır. Karadeniz bölgesi Orta Doğu’ya olan uzantısı sebebiyle AB üyesi olan ve NATO bünyesinde bulunan ülkelerin odak noktası olmuştur. Konumu itibarıyla petrol ve doğal gaz kaynaklarının geçiş güzergahı üzerinde bulunması birçok ülke ile doğrudan ikili diplomasilerin kurulmasına ve enerji arz güvenliğinin sağlanmasına neden olmuştur. Bu sebeple Türkiye daha hızlı bir büyüme sürecine girmiş ve büyümede istikrarı elde etme fırsatı bulmuştur.
NATO’nun “Soğuk Savaş” sonrası dönemde dikkatini Orta Doğu’ya vermesi yeni hedeflerin gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Türkiye’nin hem NATO üyesi olması hem de NATO’nun Türkiye’yi “Güneydoğu Kanadı” olarak konumlandırması Türkiyenini uluslararası alanda imajını arttırmıştır ve NATO’nun caydırıcılığını güçlendirmiştir.
“Soğuk Savaş” sonrası NATO tüm stratejilerinde değişikliğe gitmiştir. Çünkü Sovyetler Birliği artık yoktu ve güvenlik tehdidi algısı boyut değiştirmişti. NATO bu yeni düzende kendine yeni bir misyon arayışına girmiştir. NATO bu arayışı gerek Karadeniz gerekse Orta Doğu politikaları üzerinden deneme yoluna girmiştir. Eski düşünceleri yok etme çabası ve tehditlerin niteliği politikaları belirlemede zor bir sürece sokmuştur. NATO’nun oluşturmaya çalıştığı yeni politikalar artık daha geniş bir alanı ifade etmek durumunda kalmıştır. NATO’nun stratejik etki alanı da genişlemiştir. Bu nedenle sorunlara bütüncül değil küçük çaplı bakmaya başlamıştır.
(Buse Albayrak, tasam.org)
Not: Yukarıda özeti yayınlanan makalenin tamamını okumak için tıklayın