Bu yüzyılımızın Afrika yüzyılı olacağı beklentisi, siyasi ve akademik çevrelerde ciddi bir iyimserlikle tartışılmıştı. Ancak, beklenti bir fikir eksersizinden öteye geçemedi, yeni paylaşım ve sömürü oyunlarının işaretleri alınmaya başladı.
Bugün, Afrika Kıtası üzerinde neredeyse her yolun mübah sayıldığı freni patlamış bir paylaşım rekabeti yaşanmakta.
Afrika’nın 21. yüzyıla yön veren uluslararası gelişmelerde giderek öne çıkması ise daha çok Kıta’yı ele geçirme mücadelesi anlamında doğruydu. Başka bir deyişle, “Afrika Yüzyılı” kavramından anlaşılan, Afrika’nın refahından çok, Kıta’dan kazanç sağlayacak dış güçlerin beklentisi olarak algılandı.
Bu bağlamda, uluslararası aktörlerin Afrika’nın zenginliklerine erişim sağlamak için kıyasıya nüfuz rekabeti içinde olması da kimseyi şaşırtmadı.
Modern sömürü, ekonomik ve politik hegemonların, daha zayıf ülkelerin kaynaklarını ve iş gücünü kendi çıkarları için kullanması demektir ki Afrika’da da olan budur.
Her coğrafyada olabildiği gibi Afrika’da da bazı yöneticilerin, yolsuzluk ve sömürü çarkında iş birlikçilik yaptığı bir vakıadır. Kişisel zafiyetler, iç siyasi güç mücadelesi, ekonomik bağımlılık ve zayıf kurumsal yapılar bu sömürüyü sorgulamayan, göz yuman ve neredeyse meşru sayan zeminler oluşturmaktadır.
Zengin kaynakları ve işlenmeye hazır el değmemiş hazineleri ile Afrika hiçbir dönemde olmadığı kadar bekasını süperlere teslim etmiş durumdadır.
Kader mi?
Afrika coğrafyası, 18. yüzyıla kadar kabile rejimleri ve yerel krallık yönetimleri altındadır.
Kronik üretim, paylaşım ve yönetim sorunları içinde kıvranan Afrika enerjisi, asırlar boyunca dış güçler tarafından harcanıp, tüketilmişti.
Eski çağlardan beri var olan köle ticareti, özellikle 16. yüzyıldan itibaren transatlantik boyutla birlikte, sistematik insan ve emek sömürüsüne dönüşür. Bu dönemde yaklaşık 20 milyon Afrikalının başta Amerika kıtası olmak üzere Batı’ya köle olarak satıldığı bilinir.
Köle ticareti 19. yüzyılda yasaklanır, ancak sömürü düzeni başka formatta devam edecektir. “Beyaz adam” artık köle olarak elde tutamadığı kitleleri, işgal ettiği kendi topraklarında sömürüsünü sürdürür.
Sanayi Devrimi ile üretim sınırlarını zorlayan kapitalizmin ham madde ve doğal kaynak iştahı yeni entrikalarla yeni koloniler yaratmaktadır.
Kıtanın kolonileşmesi daha önceleri ulaşımı kolay kıyı kesimlerindeyken, köle ticaretinin yasaklanması üzerine kıta içlerine uzanır.
Doğal kaynak ihtiyacı, nehir yataklarının keşfi, Hristiyan misyonerlik hırsı ile birleşince, sömürü şekli zamanla şirketleşmeye, askeri ve siyasi nüfuz yaratma faaliyetlerine dönüşüverir.
Afrika’da kalıcı sömürgecilik Fransızlarla başlamıştır. Fransa 1830’larda Cezayir’i işgal ettikten sonra Kıta içlerine de göz diker.
Kıta’nın topyekûn sömürgeleşmesinde en büyük pay İngilizlerindir. Hollanda ve Fransa ile dişe diş rekabete giren İngiltere hızla yayılarak en geniş koloni alanlarına sahip olur.
Sömürgeciliğe en geç giren ülke Almanya’dır. Almanlar, zahmetli ve gereksiz bir serüven olarak görse de kamuoyu beklentilerini karşılamak için 19. yüzyıl sonlarında ilk kolonisini edinir. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra da sahip olduğu kolonilerin tamamını İngilizlere ve Fransızlara devreder.
Bağımsızlık
Esaret yıllarında başlayan Afrika bağımsızlık hareketleri 20. yüzyılda 1. Dünya Savaşı’nı takiben hız kazanarak yüzyılın sonuna kadar sürer. 2. Dünya Savaşı sonrasında da art arda çok sayıda bağımsız devletler ortaya çıkar.
Birleşmiş Milletlere üye olan Afrika ülkesi sayısı 54’dür, son bağımsız ülke 2011 yılında Sudan’dan ayrılan Güney Sudan’dır. Güney Sudan Birleşmiş Milletler’in en yeni (193’üncü) üyesidir.
Bağımsızlıklarını kazanan Afrika uluslarının devletleşme süreçleri halen sürmektedir.
Bağımsız görünen bu devletlerin hemen hemen tamamı da “bölyönet” entrikalı eski sömürge idarelerinin tohumlarını attığı, sınır savaşları, etnik çatışmalar, dikta rejimleri, terörizm, yolsuzluk, kıtlık ve hastalıklarla baş etmeye çalışmaktadır.
Yeni sömürgecilik
Eski sömürgecilerin 19 yüzyıldaki doğrudan askeri ve siyasi yönetimleri, 20. yüzyıl sonlarında ekonomik, kültürel veya sosyal hâkimiyet olarak “yeni sömürgecilik” şeklinde devam etmiştir.
Genç bağımsız Afrika ülkeleri ya eski sömürgenlerinin nüfuzu altına girmiş ya da iki kutuplu “Soğuk Savaş” dünyasında bir kutbun gölgesine sığınmaya zorlanmıştır.
Her alanda deneyimsiz olan genç devletler, bağımsızlığını ve demokratik gelişimini pekiştirmek yönünde harcayacağı enerjisini, kışkırtılmış iç savaşlar, kıtlık, salgın hastalıklar ve kitle göçleri gibi yıkıcı sosyal travmalarla tüketmek zorunda kalır.
Yeni sömürgecilik, el değmemiş zengin doğal kaynakların çok uluslu şirketler tarafından paylaşımı ve işletilmesi, enerji savaşları, siyasi, askeri nüfuz alanları kazanımları, darbeler şeklinde Afrikalıların yakasını bugün de bırakmamakta.
Bugün Afrika’da köşe başlarını tutmaya çalışan Çin, Rusya, Hindistan, AB, ABD ve Türkiye rekabeti irdelenmeye değer. Özetle, neredeyse her yolun mübah sayıldığı freni patlamış bir paylaşım yarışının bu coğrafyaya nefes aldırmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Fotoğraf: UNICEF