Türkiye’de yakından takip edilen, medyada sıkça yer bulan ve hemen hemen herkesin hakkında yorum yaptığı ülkelerin başında Rusya geliyor.
Fakat ortada çelişkili bir durum var: Kabaca 530 yıl önce diplomatik ilişki kurduğumuz Rusya en az tanıdığımız ülkelerin başında geliyor. Herhalde “ne yazık ki” demek gerekiyor çünkü bu tespit isminin önünde “Rusya uzmanı” yazanlar için de geçerli.
Türkiye’de Rusya’yı ve Rusları gerçekten bilen, anlayan, tanıyan, hakkını vererek yorumlayanların sayısının iki elin parmaklarını geçtiği çok kuşkulu. Bu durum ister istemez Rusya ile ilgili yayınlara da yansıyor; çeviriler bir yana, “özgün eser” diyebileceğimiz kitapların sayısı son derece az.
Onur Sinan Güzaltan’ın çok kısa süre piyasaya çıkan “Vişne Bahçesi’nde Savaş-Rusya Nereye?” kitabı bu alandaki istisnalardan biri.
Şu anda İsrail-Hamas savaşı gündemin ön sırasında yer alsa da Rusya ile Ukrayna arasında 900 gündür devam eden savaş, nasıl biterse bitsin yol açacağı sonuçlar nedeniyle uluslararası dengeler açısından çok önemli. Doğal olarak, yaşananlar ve yaşanacaklar Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor.
Güzaltan’ın kitabının ilk anda dikkat çeken yönü, üslubu. Bu tür kitaplar çoğunlukla sıkıcı ve soğuk akademik dilde yazıldığı için konunun meraklıları dışındakilerde pek okuma isteği uyandırmaz. Oysa “Vişne Bahçesi’nde Savaş” roman benzeri üslubuyla okuru hemen çekiyor.
Temel olarak “Rusya nereye gidiyor” sorusuna yanıt arayan kitap okura devasa bir ülkeyi anlamasına yardım edecek pencereler açıyor. Bu pencelerin içinde sıradan insanlar da var, Ukrayna’nın geri almaya çalıştığı topraklardan izlenimler de var, Ortodoks Kilisesi’nden siyasetçilere ve ekonomistlere değişik kesimlerle yapılmış söyleşiler de. Özellikle, Türkiye’de de tanınan siyaset bilimci-düşünür Aleksandr Dugin’le söyleşi, konuya meraklı okurun ilgisini çekecektir. Kitapta yer alan tespitlerden ikisi önemli: Birincisi “Rus devletinin milliyetçiler, devletçiler, Ortodokslar, Avrasyacılar ve komünistlerden oluşan, liberallerin dışlandığı bir koalisyonlar bütünü olması.” Diğeri ise, “Rusya’nın şiddetli biçimde ‘Yeni Dünya’ şartlarına uygun bir ideoloji arayışı içinde bulunması.”
Kitaptaki bazı görüşlere katılmamamın bir önemi yok çünkü sonuçta bunlar yoruma açık konular. Rus toplumunun farklı kesimlerine ayna tutan emek ürünü kitap bence okunmaya değer. Güzaltan’a kitabıyla ilgili yönelttiğimiz sorular ve aldığımız yanıtlar şöyle:
-Rusya-Ukrayna savaşıyla başlayalım… Ukrayna NATO’ya üye olma arzusunu dile getirmese savaş yine de çıkar mıydı?
-Rusya’nın Ukrayna’ya müdahale ederken öne sürdüğü iki temel argüman var: Birincisi Donbas bölgesi başta olmak üzere Ukrayna’da yaşayan Rus nüfusa yönelik baskıların sonlandırılması, ikincisi ise Ukrayna’nın NATO üyeliği meselesi…
Rusya, Ukrayna’yı Batı’yla arasında bir tampon olarak görüyor, dolayısıyla bu coğrafyanın Batı’ya dahil olmasını milli güvenliğine bir tehdit olarak değerlendiriyor. Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrasında NATO, sürekli olarak Rusya’ya doğru genişleme ve çevreleme stratejisi izledi. Doğu Avrupa ülkeleri aksi yönde verilen sözlere rağmen teker teker NATO’ya alındı.
Bir sonraki adım olarak Kafkaslar ve Orta Asya’da renkli devrim furyası başlatıldı.
İçeride ise Rus ekonomisini tamamıyla Batı’ya bağlayacak hamleler yapıldı. Özelleştirme furyası bunun önemli parçasıydı.
Bu programlı bir stratejiydi ve amaç Rusya’yı ekonomik, askeri, siyasi ve kültürel olarak teslim almaktı. Fakat bu strateji başarısız oldu. Rusya teslimiyeti kabul etmedi. 2000’lerin başında ülke yeniden toparlanma sürecine girdi. Gürcistan, Ermenistan, Orta Asya ve Suriye’de Batı’nın hamlelerine cevap verir hale geldi. Ekonomisini düzeltti. Sosyal reformlara girişti. Ülke içi güvenlik ve düzeni sağladı.
Rusya’nın Ukrayna’da düzenlediği operasyon ise Batı’ya karşı ileri bir hamledir. Savunmanın ötesindedir ve tarihi bir kırılmaya neden olmuştur.
Batı, Ukrayna ordusuna destek ve yaptırımlar yoluyla Rusya’ya cevap vermeye çalıştı fakat başarısız oldu. ABD ve Avrupa’da yaşanan siyasi ve ekonomik çalkantının arkasında bu gerçek yatıyor.
Sorunuza geri dönecek olursak, Ukrayna Batı’ya özellikle askeri anlamda angaje olmaya niyetlenmeseydi durum farklı olabilirdi. Belki ara bir yol bulunabilir, Donbas merkezli olmak üzere yaklaşık 10 yıl önce başlayan çatışmalara ara bir çözüm bulunabilirdi.
Sonuçta akrabalık bağıyla bağlı, yüzyıllarca bir arada yaşamış iki milletten bahsediyoruz.
Fakat Ukrayna tersi yönde bir karar aldı. Rusya bu durumu milli güvenliğine tehdit olarak gördü ve askeri operasyonu başlattı. Küresel ölçekte bakarsak, Ukrayna meselesinin, Batı’nın çok kutupluluk sürecine müdahale girişimi sonrası patlak verdiğini söyleyebiliriz.
-Kitapta da değindiğiniz bir konu var: Rusya, Batı dünyasının ekonomik sistemi içinde neden yer alıyor?
-Bu soru özellikle Ukrayna’ya düzenlenen harekat ve buna bağlı olarak Batı’yla kopan ilişkilerle beraber Rusya’da da sıklıkla sorulmaya başlandı.
Rusya, Ukrayna üzerinden Batı’yla savaş içerisinde fakat hâlâ Batı merkezli ekonomik bir sistemin parçası…
Bu durumun değişeceği kanaatindeyim. Rusya’da her anlamda bir alternatif arayışı var.
Yaptırımlar sonrası ekonomiyi ayakta tutmak için yeni araçlar geliştiriyorlar ve şimdiye değin başarılı oldular. Henüz Batı merkezli ekonomik modelle nihai bir kopuş yaşanmış olmasa dahi şartlar Rusya’yı buna zorluyor. Yeni bir ekonomik modellemeye zorluyor. Sovyet tecrübesi tekrar önlerinde… Daha önce başardılar ve gelenekleri var.
Uluslararası konjonktür de tam anlamıyla kopuşa uygun.
Çok kutupluluk iklimi kuvvetleniyor. BRICS yavaş yavaş kurumsallaşmaya başladı. BRICS’in yeni bir para birimi ortaya koyması bekleniyor.
Konuyla ilgilenenlerin kitap kapsamında Sergey Glazyev’le yaptığım söyleşiyi okumasını öneririm. Uzun yıllar Putin’in ekonomi alanında danışmanlığını yapmış bir isim… Bugünlerde adı Merkez Bankası başkanlığı için geçiyor. Kitapta yeni para biriminin teknik altyapısını detaylı bir biçimde anlatıyor. Fakat bu denli büyük bir kopuşu sadece ekonomiyle gerçekleştiremezsiniz. Siyasi bir programa ihtiyacınız var… Yeni bir ideolojiye… Rusya’daki asıl arayış budur. Ekonomik, siyasi ve kültürel bir program. Eğitim sisteminde yeni reformlara giriştiler. Bologna sisteminden kopuyorlar ve kendilerine has bir sistem geliştirme yönünde adımlar atıyorlar. Siyaseten gidişatı hepimiz görüyoruz. Ekonomide de yeni adımlar gelecektir. Kamuculuk güç kazanacaktır. Aksi halde Batı’ya karşı savaşta halkı seferber etmeleri, devleti işler halde tutmaları mümkün değil.
-Önceki soruya bağlı olarak, savaş er geç bitecek, Rusya o zaman nasıl bir uluslararası düzen kurulmasını istiyor?
-Rusya ve Batı arasındaki savaşın kısa sürede bitmesini beklemiyorum.
Ukrayna’da durum sakinleşse dahi yeni cepheler açılacaktır.
Filistin ve İsrail arasında yaşananlar da Rusya ve Batı arasındaki çatışmadan bağımsız değildir.
Zamanlaması dikkat çekici… Bağlantılı olarak Husilerin, dünya ticareti açısından stratejik önemdeki Bab El Mendeb Boğazı’ndaki operasyonları sürüyor. Batı merkezli küresel tedarik zinciri büyük hasar aldı. Diğer yandan Ukrayna’da süren savaşın genişleme ihtimali var. Rusya ve Ukrayna ne zaman masada bir çözüm bulmaya girişse Batılı istihbarat örgütleri yeni kışkırtmalara giriştiler. Yarın savaşın yayılmasına neden olacak kışkırtmalar ve “false flag” operasyonlarına şahit olabiliriz.
Dediğiniz gibi savaş er geç bitecek fakat nasıl bitecek? Kim kazanacak?
Hangi şartlar altında bitecek? Bu soruların cevapları olmadan sorduğunuz soruyu da cevaplamak güç…
Fakat bir projeksiyon yapmak gerekirse, şöyle söyleyebilirim;
Rusya’nın Ukrayna’da askeri olarak galip geldiği ve ABD’de Trump’un seçildiği ve izolasyonist politikalara döndüğü bir senaryodan bahsedelim…
Böylesine bir senaryoda Avrupa-Rusya ilişkileri hızlı bir biçimde normale dönecektir.
Macron, Scholz ve benzerlerinin ABD olmadan Rusya karşıtı politikaları sürdürmeleri ve iktidarda kalmaları mümkün değildir.
Atlantik İttifakı dağılma sürecine girecektir.
Bakınız Ukrayna savaşının altında Avrupa’da kimin etkin olacağı mücadelesi yatmaktadır.
ABD, Ukrayna üzerinden Rusya-Avrupa bağlarını dinamitledi. Kuzey Akımı fiziki olarak hedef alındı. Neden? Çünkü Rusya ve Avrupa ilişkileri özellikle enerji alanında savaştan önce olduğu gibi devam etseydi ABD’nin Avrupa’nın kontrolünü kaybetmesi gibi bir ihtimal vardı.
Oysa şimdi duruma bakın Macron, Scholz… ABD’nin vasalları gibi hareket ediyorlar.
Projeksiyona dönersek, Avrupa üzerinde ABD hakimiyetinin zayıflaması halinde Avrasya entegrasyonu da kolaylaşacaktır. Çin’in Kuşak Yol Projesi de bu açıdan önemlidir.
Bir ucu Avrupa’nın Atlantik kıyılarında diğer ucu Pekin’e kadar uzanan devasa bir entegrasyondan bahsediyoruz.
Avrasya bu projede kilit taşı olacaktır.
Devletler arası yeni ilişki biçimleri, iş birliği çeşitleri doğacaktır. İnsanlık bir refah sürecine girebilir. Aksi bir durumda yani Rusya’nın teslimiyeti durumunda Batı kendi Orta Çağ’ını Avrasya ve Asya’ya dayatacaktır. Tıpkı 80’lerde yaptıkları gibi ve hatta daha ağırını…
Fakat böylesine bir dayatmanın yaşanma ihtimali düşük çünkü Batı artık güçsüz, yaşlı ve çöküyor. Paris Olimpiyatları’ndaki manzara bu gerçeğin en yalın ifadesidir.
-Rus Ortodoks Kilisesi bugün Rusya’da nasıl bir rol üstlenmiş durumda?
-Kilise’nin dış ilişkilerinden sorumlu isimle kitap çerçevesinde geniş çaplı bir söyleşi yaptım.
Dünyadaki ve Rusya’daki çelişkilere dair bakış açılarını yansıtan önemli değerlendirmeler yaptı. Kilise, devletin bir parçası… Devletle kavga etmiyor fakat devleti destekliyor.
Önemli bir ayrım… İslam dünyasında din ve devlet kavgasına sıklıkla şahit oluyoruz.
Ruslar, dini millileştirmiş ve aynı zamanda devletleştirmişler.
Devletin bir parçası haline gelmiş.
Toplumu motive ve seferber etme de bir araç.
Aynı zamanda kültürel bir derinlik sağlıyor. Moskova’da geçirdiğim üç senede Rusların inançlı bir millet olduğuna şahit oldum. İnsanlar kiliseye gidiyorlar ve saygı gösteriyorlar.
Kilise, Ukrayna’da süren operasyonları destekliyor. Batı’ya karşı verdiği mücadelede Rus devletinden yana bir tutum sergiliyor ve vatanseverlik propagandasının bir parçası gibi hareket ediyor. Toplumda dini, etnik veya kültürel bölünmelere neden olabilecek tavırlardan kaçınıyor. Bu sanırım İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma bir tavır. Stalin o dönemde toplumu bir araya getirmek için Kilise’yle anlaşmıştı. Bu anlaşma hâlâ devam ediyor diyebilirim…
-Yetkili isimlerle yaptığınız görüşmelere dayanarak Rusya yönetiminin Türkiye’ye karşı olumlu bir bakışı olduğunu aktarıyorsunuz. Bu sözlerden şüphe etmek için bir neden var mı? Sizce Rusya, Türkiye’yi nereye konumlandırıyor? İlişkiler ne kadar derinleşebilir?
-Devletler çıkarları doğrultusunda hareket ederler. Türkiye-Rusya ilişkilerine de bu çerçevede ve yalın bir biçimde bakmakta yarar var.
Rusya, Batı’yla savaşta…Türkiye, NATO üyesi olmasına rağmen özellikle ekonomik yaptırımların aşılması konusunda Rusya için adeta ekonomik bir soluk borusu rolü oynuyor.
Diğer yandan Türkiye ve Batı’nın çeliştiği alanlar var ve bu noktalarda Rusya’nın Türkiye’ye desteği söz konusu.
Ekonomi ve enerji alanında karşılıklı ilişkiler var ve iki ülkede bu durumdan memnun. 100 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefi önemlidir.
İkili ilişkiler dışında iki ülkede Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya ve Afrika ve Orta Doğu bölgelerinde aktif siyaset izliyor.
Burada çıkarların çatıştığı noktalar var fakat orta yol bulma arayışları da var.
Suriye’deki gelişmeler buna iyi bir örnek teşkil ediyor.
İki ülkede farklı seviyelerde Batı tarafından tehdit ediliyor ve bu gerçeklik iki ülkeyi ittifaka zorluyor.
Şartlar iki ülkeyi bir araya getiriyor. Stratejik bir program dahilinde yürüyen ilişkiler yok. Duruma göre pozisyon alınıyor. Türkiye’de hükümet Rusya’yla olan ilişkileri Batı’yla ilişkilerini dengelemek için bir koz olarak kullanıyor örneğin…
Ruslar elbette bu durumun farkındalar ve Türkiye’nin gelgitlerine yaklaşımları da bu şekilde… Temkinliler.
Zamanı geldiğinde Türkiye ve Rusya’nın stratejik bir program dahilinde ilişkilerini kurumsallaştıracağı ve genişleteceği kanaatindeyim.
Türkiye’de mevcut hükümet, ideolojik olarak, yapısı itibarıyla buna uygun olmayabilir fakat değişen dünya şartlarıyla beraber Türkiye’de bunu başarabilecek bir siyasi iradenin iktidarı alması muhtemeldir. Doğa boşluk kabul etmez.
Rusların söylediklerinden şüphe etmemizi gerektirecek bir şey yok çünkü kimse Türkiye’yi karşılıksız sevdiğini vesaire iddia etmiyor.
Rusya’nın çıkarları uyuştuğu ölçüde Türkiye’yle iyi ilişkileri savunuyorlar. Normal olan bu…
Rusya’da Türkiye’yle ilişkileri derinleştirmeyi savunanlar mevcut. Bir blok oluşturmaktan dahi bahsediyorlar… İlginçtir bu fikri savunanlar milliyetçiler ve kilisenin içerisinde güçlüler.
Örneğin Rusya Federasyonu Komünist Partisi yetkilisinin Türkiye’ye bakışı daha mesafeliydi… En azından Türkiye’deki mevcut hükümete…
-Kitapta Aleksandr Dugin’le yapılmış bir söyleşi de var. Sizce Dugin’in Avrasyacılık konusundaki görüşleri Rusya’da ne kadar etkili?
-Evet kitap çerçevesinde Dugin’le de geniş çaplı bir söyleşi yaptım. Rusya içerisinde önemli bir figür ve anlayabildiğim kadarıyla Ukrayna üzerinden Batı’yla başlayan savaşla beraber rolü daha da kuvvetlendi.
Dugin’i Rusya’nın Batı’yla savaşa uygun yeni ideoloji arayışı açısından değerlendirmekte yarar var. Dugin ve Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko arasında 2022’de yapılan görüşmenin kayıtları yayınlandı. Bu yeni ideoloji arayışını anlamak isteyenler mutlaka söz konusu kayıtları okumalı. Değerli bir tartışma…
Bu doğrultuda Dugin’e Marksizm ve Avrasyacılık arasında bir ilişki kurulup kurulmayacağını sordum. İlginç cevaplar verdi… Türkiye’de de tartışılması yararlı olacaktır.
Jeopolitik ve sınıf mücadelesi ilişkisini anlamak bakımından değerli. Hangisi ağır basacak? Hangisi öncelikli?
Avrasyacılık jeopolitik ağırlıklı ve ekonomiyi, sınıf mücadelesini ikinci plana atan, kültür ve değer kavramını ön plana çıkartan bir ideoloji…
Tek başına dünyayı anlamak için yeterli mi? Tartışılır…
Kitabı yazarken Milliyetçiler, Avrasyacılar, Komünistler ve Kilise’nin temsilcileriyle görüşmek bilinçli bir tercihti.
Bu suretle yeni ideoloji arayışının bileşenlerini tanımaya, anlamaya çalıştım.
Bu kuvvetler bugünün Rusya’sını ayakta tutuyorlar. Ve bunlar arasındaki ortak noktalar veya çelişkiler geleceğin Rusya’sının nasıl bir ülke olacağında belirleyici olacak…
Bu doğrultuda Dugin’i anlamak önemlidir fakat bunu yaparken diğer kuvvetleri de ıskalamamak onları da tanımak ve düşünce yapılarını anlamakta yarar var.
Rusya’nın yönü sadece Rusya açısından değil dünya ve dolayısıyla Türkiye içinde önemlidir.
-Rusya ile ilgili herhangi bir ciddi kitap “Rus Ruhu” kavramından söz etmiyorsa eksik demektir. Zaten kitabınızda değinmişsiniz. “Rus Ruhu” kavramını siz nasıl tanımlıyorsunuz?
-Ruslar coşkulu insanlar. Zıtlarda ve ekstremlerde yaşıyorlar. Bir şeyin sonuna kadar gitmekten korkmuyorlar. Israrcılar ve kısa vadeli şeylerde sabırsızlar.
Büyük bir coğrafya… Sırtlarını steplere yaslamışlar, bir ucu Avrupa’ya diğer taraftan Kafkaslara uzanıyor. Coğrafi büyüklük güvenlik açısından risk taşıyor fakat kültürel olarak büyük bir zenginlik…Ufukları geniş ve hâlâ emperyal…Kendilerini sınırlamıyorlar ve Batı’nın kalıplarını kabul etmiyorlar. Vatanseverler, ülkelerini ve geleneklerini seviyorlar. Diğer yandan teknolojiye ve yeniliklere açıklar. Avrupa’da hissettiğim ırkçılığı Rusya’da hissetmedim. Elbette bazı ön yargılar var fakat Avrupalılara kıyasla çok daha açıklar. İnsan ilişkilerinde ve toplumsal davranışlarda hâlâ sosyalizmin izlerini görüyorsunuz. Nasıl yürüyeceklerini, merdivenin ne tarafında duracaklarını, çatal bıçak kullanmayı, toplu taşımada nasıl davranacaklarını, nerede ne giymeleri gerektiğini, çöplerini sokağa atmamaları gerektiğini biliyorlar. Temel toplumsal doğrular. Sosyalizm bunları adeta alfabe gibi öğretmiş ve hâlâ etkileri devam ediyor. Toplumsal ahenk Avrupa’dan daha kuvvetli…
Rus Ruhu belki de hepsi… İskitler, Moğol İstilası, Çarlık, Kilise, Bolşevikler ve bugün…
Bir sahneyle betimlemem gerekirse Kilise’de dua eden kadınlar belki de Rus Ruhu…
Hızlı ve belirsiz hareketleri, sessizlikleri, bir anda değişen ruh halleri, diğerleriyle uyumları, sadakatleri ve sonsuz coşkuları…
-Son olarak kitabın çok beğendiğim ilginç adını sorsam… Neden “Vişne Bahçesi?”
-Savaşın sürdüğü bölgeye ziyaretimizin son gününde, devasa bir vişne bahçesinde misafir edildik. Dışarıda yıkılmış binalar, enkazlar, tanklar, bombalar… Fakat bahçe duvarlarının içerisinde tarifsiz bir sessizlik. Bir süre sonra çevremizi sardı. Ekipteki askerler ve gazeteciler sakinleştiler ve naif hatta çocukça bir ruh haline büründüler. Garip bir andı ve kayıt düşmek gerekiyordu.
Ve elbette Anton Çehov… Büyük yazarın doğduğu, eserlerini kaleme aldığı coğrafyada bugün Doğu ve Batı’yı karşı karşıya getiren sert bir savaş yaşanıyor. Bu savaşı anlatırken Çehov’u ve “Vişne Bahçesi”ni anmamak olmazdı…