İslam uygarlığının kabaca 9-12. yüzyılları arası dönemini kapsayan, bilim ve teknikte, sanatta, tıpta, felsefede, matematik ve geometride, coğrafyada, devlet idaresinde ve genel olarak çağdaşı uygarlıklara nazaran oldukça ileri bir noktayı temsil ettiğinden, “İslam’ın Altın Çağı” denilen tarihsel devir ile Antik Yunan uygarlığı arasındaki derin ve çok boyutlu ilişki üzerinde konuşulmayı fazlasıyla hak etmektedir bana göre.
Günümüz dünyasında çağdaş uygarlık düzeyini temsil eden, gelişkin Batı dünyasının fikri ve pratik kökleri ağırlıklı olarak Antik Yunan kaynaklıdır.
Çağdaş demokratik sistemin çok uzağında ve ilkel bir modeli olsa da, “demos”un yani halkın yönetimi olarak demokrasi fikrinin, felsefi düşüncenin, Heredot’un babası sayıldığı tarih disiplininin, Hipokrat’ın temellerini attığı kabul edilen tıp biliminin, matematik ve geometrinin, kısaca bugün insanlığın sahip olduğu muazzam bilgi birikiminin önemli bir bölümünün tohumlarının ekilip sulandığı toprak, o dönemde Anadolu’muzun batısının da dahil olduğu Antik Yunan’dır tarihçilerin genel kabulüne göre.
“İslamiyet’in Altın Çağı” ya da İslam Rönesansı denilen dönem ile Antik Yunan’ın yukarıda sözünü ettiğimiz konumunun kesişme noktaları nerelerdir acaba?
7. yüzyılda Arap Yarımadası’nda ortaya çıktıktan sonra baş döndürücü bir hızla bütün Orta Doğu’ya, İran Platosu ve ötesine, Anadolu’ya, Kuzey Afrika’ya ve oradan İber Yarımadası’nda bulunan İspanya’nın güneyine kadar yayılarak şaşırtıcı bir başarı sağlayan İslamiyet’in 9. ve 12. yüzyılları arasındaki devri, bir uygarlık olarak her açıdan en üst seviyede olduğu dönemdir.
Bu dönemin temel özelliği, El Kindi, Farabi, İbn-i Sina ve İbn Rüşd başta olmak üzere, o zamanların gerçeği olarak her biri, felsefeci olmakla beraber tıpçı, matematikçi, fıkıhçı ve daha başka bilimlerle uğraşan ve o alanlara hakim olan devrin kimi ünlü İslam alimlerinin, Eski Yunan klasiklerini okumaları, bilmeleri ve hatta onları Arapçaya çevirerek İslam dünyasına kazandırmaları, buralardaki bilgileri geliştirmeleri, tamamlamaları ve devrin yöneticilerinin de bu bilgileri çoğunlukla referans kabul etmeleridir.
Mesela filozof, hekim, matematikçi, aynı zamanda da bir fıkıhçı olan İbn Rüşd’ün Aristo çevirileri ünlüdür ve Abbasiler döneminde Halife Harun Reşid tarafından Bağdat’ta kurulan ve devrin fikir ve ilim merkezi sayılan görkemli Dar-ul Hikme Türkçe İlimler Evi’nin baş köşesinde bulunmaktadır.
Hint, İran ve Çin uygarlıklarından etkilenmeler olsa da, esas olarak aklın, mantığın, bilimin ve pozitivizmin özünü oluşturduğu Antik Yunan’ın bilgi birikiminin alınarak geliştirilmesi ve yeni şeyler katılarak uygulanmasının yarattığı yüksek ve parlak bir uygarlık devri olan İslam’ın Altın Çağı, Rönesans dönemi Avrupa’sı için de hayati önemdedir. Çünkü yeniden doğuş, keşfetme anlamlarına gelen Rönesans hareketinde Avrupa, Antik Yunan hazinesini İslam uygarlığı üzerinden keşfetmiştir.
İslam uygarlığının Eski Yunan’dan alarak ilerlettiği ve geliştirdiği işte bütün bu bilgi ve düşünce hazinesi, İslam düşünürleri ve alimleri özellikle de İspanya’daki parlak Endülüs uygarlığı kanalıyla Avrupa’ya yayılmış, İslam uygarlığı Antik Yunan ve Rönesans Avrupa’sı arasında tam anlamıyla köprü olmuştur.
Özellikle de büyük düşünür İbn Rüşd’ün eserleri Avrupa dillerine çevrilerek büyük kütüphanelerin seçkin yapıtları arasına girmiş, hatta o dönemde Avrupa kamuoyu bu büyük alimi o kadar benimsemiş ve sahiplenmişti ki, kendisine “Averroes” namıyla Latince bir isim vermiş, adeta İbn Rüşd’ü Avrupa uygarlığına mal etmeye çalışmıştı.
Avrupa her anlamda karanlık bir devir olarak Orta Çağ’ını yaşarken, aynı dönemde İslam’ın Altın Çağı’nın yaşanmasının temel sebebi, aklın, bilimsel bilginin, eleştirel düşüncenin kısaca güçlü bir rasyonalizmin, düşünce yaşamına aynı zamanda da toplumsal ve siyasal yaşama damga vurmuş olmasıydı kuşkusuz.
Kimi çevrelerce zaman zaman dile getirilen ve bana göre de belli ölçüde doğru olan, “Batı çoğu bilimsel bilgiyi ve buluşları bizden alarak geliştirdi ve bu sayede kendi güçlü uygarlığını yaratabildi” iddiasını öne sürerken, İslam uygarlığının yüksek ve göz kamaştırıcı olduğu döneme rengini veren temel olgunun, Eski Yunan’ın akılcılığının ve bilimsel bakış açısının olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir kanımca.