Hatırlanacağı üzere, iki yıl önce İran ahlak polisi Tahran’da Mehsa Emini isimli genç kızı, başörtüsü düzgün takılmamış diye kaldırımlarda sürükleyerek gözaltına alırken ölümüne neden olmuştu.
Bir hafta sonra 23’ncü yaşını kutlamaya hazırlanan Sakkızlı genç kız, Tahran’a akraba ziyaretine gelmişti, başörtüsü saçından kaydığı için gözaltına alınırken erkek kardeşi ile birlikte yürümekteydi.
Ahlak polisinin acımasızlığını gösteren bu olay kısa zamanda kadın hareketi olarak simgeleşmiş ve aylarca sürecek kitle gösterilerini tetiklemişti.
Yüzlerce cana mal olan direniş, İran’da yaşam tarzına müdahaleye karşı ilk toplumsal hareketti.
Ülke çapındaki kitle gösterileri, farklı toplum kesimlerini, farklı kültür ve sınıflardaki toplulukları rejime karşı birleştirip, tabana yayılan doğal bir muhalefet bloku yaratmıştı.
İran “İdam” Cumhuriyeti
İnsan hakları gözlemcileri, sokak gösterilerinde en az 1.000 kişinin öldüğünü, 100’ü gazeteci olmak üzere 30 binden fazla gözaltı ve tutuklama yapıldığını, 2 bini aşkın kişinin idam cezasıyla yargılandığını raporlaştırmıştı.
Söz konusu raporlarda, idam cezasını en çok uygulayan ülkelerin başında gelen İran’da son yıllarda tespit edilebilen infaz sayısının 2020 yılında 246, 2021’de 290 iken, kadın hareketinin başladığı 2022’de 553’e, 2023 yılında ise son yıların en yüksek rakamına ulaşarak 834 kişinin idam edildiği, sadece bu yılın ilk çeyreğinde ise 226 kişinin asıldığı yer almıştır.
Rejim, topluma göz dağı verip, korku salmak için çok sayıda genci, savunmalarını dahi almadan, ailelerine haber vermeden, meydanlarda, vinç üzerinde idam etmiştir.
Rejimin oransız sert reaksiyonu karşısında sokak gösterileri bastırılmış gibi görünse de gidişatın her an patlamaya hazır hassasiyetler taşıdığını söylemek mümkündür.
“Tahran Kasabı”
Mollalar rejiminin ideolojik bir çöküntüye girdiğinin konuşulduğu, kitle gösterilerinin önünün ancak polisiye baskı, istihbari tuzaklar ve idam cezaları ile alınmaya çalışıldığı bir dönemde, sertleşme yanlısı şahinlerden, “Tahran Kasabı” olarak da anılan Cumhurbaşkanı Reisi’nin bilinmeyenlerle dolu bir helikopter kazasında ölümü birçok suale de kapıyı araladı.
Reisi, katı tutumu ve söylemleri ile rejim karşıtı öfkeyi büyüten, sokağın nefretini çekmiş siyasi figür idi.
Farklı toplum kesimlerinden seçilen gençlerin idamı ile korkuyu yaygınlaştırmak isteyen rejim, en tepeden Reisi’nin tehditleri ile direnişi sindirmeyi seçmişti.
Reisi, daha önce hiç olmadığı kadar öne çıkarak, İslam Devrimi ilkelerinden ödün verilmeyeceğini, şeriatın eksiksiz uygulanacağını dile getirmişti.
“Sokakları susturacağız, bu işi bitireceğiz” diyen Reisi, “İffet ve Tesettürün Muhafazası’” kanununun gerekirse en ağır cezalarla, tam olarak uygulanacağını ilan etmişti.
Reisi’nin tehditleri üzerine hemen harekete geçen İran istihbarat birimleri, iffet ve tesettür ihlallerini tespit ve cezalandırmak üzere otobüste, trende, çarşıda, pazarda elektronik yüz okuma dahil her yoldan fişlemelere başladı.
Seçimler
İran’da 40 yılı aşkın süredir hüküm sürmekte olan Mollalar rejimi, kendi düşündükleri İslami yaşam tarzını hâlâ benimsetememiş olmanın hayal kırıklığını yaşamaktadır.
İslam Devrimi’nin bekasının kırmızı çizgisi başından beri ne pahasına olursa olsun iffet ve örtünmeye bağlanmıştı.
Ayetullahlar, bu anlayışla, örtünme karşıtı gösterileri yeryüzünde Allah’a ve Peygamber’e savaş açmak olarak görüp, Kuran’da bunun cezasının darağacı olduğunu ve misyonlarının insanları zorla da olsa cennete götürmek olduğunu iddia etmektedir.
Cumhurbaşkanı Reisi, muhtemelen dini liderliğin izni ile ya da onlara mutlak biatını göstermek için rejimin bu temel yaklaşımını tehditkar tonda dile getirmişti.
İlk tespitlerde kötü hava koşulları ve teknik eksikliklere bağlanan kazada, bir yandan Cumhurbaşkanı Reisi ile birlikte Dışişleri Bakanı, Tebriz İmamı ve Doğu Azerbaycan Valisi’nin aynı helikopterde seyahat ediyor olması zihinleri kurcalarken, uçuş rotası, kazanın oluş şekli, arama kurtarma sürecindeki gri alanlarla birlikte ülke içi çekişmeler ve bölgesel siyasal gerilim suikast iddiaları dahil birçok komplo teorisini besledi.
Kazaya ilişkin bilinmeyenlerin ve kamuoyundan saklananların aydınlatılması giderek daha fazla önem kazansa da, genel siyasi yapıda değişim olup olmayacağı, ne yöne evrilme olabileceği belki ilk işaretini, bu ay sonunda yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde verecektir.
Elbette seçimlerin, İslam Cumhuriyeti’nin temel ideolojik çerçevesinin dışına taşamayacağı, gerçek gücün yine ruhani liderlikte olacağı muhakkaktır.
Seçilecek cumhurbaşkanın toplumsal taleplere kulak veren daha ılımlı bir düzene mi, yoksa Reisi’nin toplumsal öfkeyi arttıran tehditkar çizgisinde mi olacağı veya el yükseltip, daha despot uygulamalara mı evrileceği yeni dönemi şekillendirecektir.
28 Haziran’da yapılacak seçimlerde, daha önceki iki başvurusu Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından veto edilmiş olan, bu defa kabul edilmesi halinde eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın yanı sıra iki kadın adayın da yarışması beklenmekte.
Bir yanda 40 yıllık İslami yönetimin olmazsa olmazları, diğer yanda hayat tarzına müdahaleye kitlesel karşı duruş ve iç siyasi entrikalar ile uluslararası tehditlerle aynı anda cebelleşen İran ideolojik çıkmazının hangi siyasi denkleme oturacağı merak konusudur.
Tercih edilecek denklemin rengi, Mollaların gelecekteki yönetim stratejisi ile birlikte Reisi kazası muammasına ilişkin de ipuçları verebilecektir.