Mustafa Kemal Atatürk, TBMM, 1 Kasım 1937
Denizler ve okyanuslar binlerce yıldır insanlar için önemli bir besin ve ekonomik geçim kaynağı olmuştur. Dünya deniz ulaştırması, gemi inşa ve onarım tersaneciliği, balıkçılık, enerji ve deniz kaynaklarının kullanılması gibi denizlere yönelik tüm faaliyetler göz önüne alındığında denizler insana büyük bir ekonomik kaynak sağlar.
Denizler, yararlanmasını bilen milletlere sağladığı sonsuz nimet ve faydalarla, uygarlıkların doğuşu ve gelişimine en büyük katkıyı sağlamanın yanı sıra, bunların yayılması ve kültürel kaynaşmasına da yol açmış, çağlar boyu medeniyetler arasındaki bilim, kültür ve uygarlık gelişimi asli olarak denizler yoluyla gerçekleşmiştir. Denizlerin rolü bu çerçevede rastlantısal değildir.
Türkiye’nin çevre denizlerinde ilan edilmiş veya edilmemiş deniz yetki alanlarının kapsadığı alan dikkate alındığında, denizlerin altında ve içinde büyük bir kullanılabilir kaynağın olduğu görülmektedir. Bu kapsamda Mavi Vatan, jeopolitik anlamda etkin bir bölgede bulunan Türkiye açısından yaşamsal önemdedir.
Günümüzde hem genel olarak uluslararası ilişkilerin hem de Türkiye’nin en öncelikli gündem maddeleri arasında yer alan; güvenlik, enerji, sürdürülebilir ekonomik kalkınma, istihdam, ticaret ve ulaştırma, küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği ve çevrenin korunması gibi konuların her birinin deniz ve denizcilik boyutunun da bulunduğu bir gerçektir. Bu kapsamda deniz ve denizciliğe dair konuların bir bütün halinde ele alınması, Mavi Vatan olarak kabul edilen Deniz Yetki Alanlarımıza yönelik oldu bitti ve dayatmalara karşı müteyakkız bulunulması, gelişmelerin takip edilmesi ve reaksiyon gösterilmesi gereklidir.
Bu gereklilik doğrultusunda Denizcilik Gücü önemli bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Bünyesinde denize ait maddi ve manevi çeşitli güç ve kuvvetleri bulunduran ve bunların toplam verimini milli güç sistemine aktaran denizcilik gücünün çekirdeğini, deniz ticaret filosu ve deniz kuvvetleri oluşturur.
Deniz gücü; Deniz Kuvvetleri bağlısı tüm muharip, lojistik ve sosyal unsurlar ile barışta ve savaşta deniz kuvvetlerine doğrudan veya dolaylı destek sağlayan ya da destek sağlama kapasitesi olan devlet / özel sektöre bağlı diğer unsurların toplamıdır.
Alfred Thayer Mahan’ın “Deniz Gücünün Tarih Üzerine Etkisi“ eserinde belirttiği üzere büyük devlet olabilmenin koşulu denizlerde hakimiyettir. Mahan’a göre dünya hakimiyetine giden yol büyük deniz gücüne sahip olmaktan geçmektedir. Büyük bir deniz gücü ise sömürgelere sahip olarak dünya hakimiyetini elde etme imkanını sağlamaktadır.
Ülkelerin deniz kuvvetleri ve asıl denizdeki vurucu unsurunu teşkil eden donanmaları, deniz stratejilerinin uygulama aracıdır. Tarihi örnekler incelendiğinde ülkelerin denizde var oldukça büyüyüp zenginleştiğini, refah seviyelerinin arttığını ve teknolojik gelişmelerin tüm sektörlere yansıdığını görebiliriz. Yine tersi durumda da ülkelerin özellikle denizden gelen istilalarla yıkılabildiğini görebilmekteyiz. 15. ve 16. yüz yıllarda Akdeniz başta olmak üzere Osmanlı’nın denizlerdeki egemenliği imparatorluğa büyük bir zenginlik ve toprak kazandırmıştır. Türk denizcisi Barbaros Hayrettin Paşa’nın “ Denizlere hakim olan cihana hakim olur“ sözü o zamanın şartlarıyla hem vizyoner hem de genel çerçeveyi çizmesi açısından önem taşır. Türklerin İnebahtı deniz savaşı ile başlayan denizlerdeki gücünü yitirme dönemi, Osmanlı’nın duraklama ve gerileme dönemini de beraberinde getirmiştir. Daha sonraki dönem içerisinde önce İngiltere’nin daha sonra da Fransa, İspanya, Portekiz ve Hollanda gibi ülkelerin deniz gücü ve donanmalarını geliştirmeleriyle sömürgecilik faaliyetleri artarak bu ülkelerin zenginleşmesine ve dünya siyasetinde söz sahibi olmalarına yol açmıştır.
Deniz gücünün, diğer güç sistemlerinden ( kara, hava) ayırt edilen bazı özellikleri bulunmaktadır;
- Platform merkezlilik
- Çok amaçlılık
- Küresel kullanım
- Manevra kabiliyeti
- Denge /baskı altında soğukkanlılık