ABD’deki Brown Üniversitesinin öğretim görevlisi ve “The Nuclear Taboo” kitabının yazarı Nina Tannenwald’ın Foreign Policy dergisinde yayımlanan yazısının özeti:
Mart 1990’da New Yorker dergisinde Jack Ziegler’in “Soğuk Savaş”ın bitmesinin yarattığı iyimserliği gösteren bir karikatürü yayımlandı. Karikatürde bir şirket yöneticisi büyük bir bombayla ofisine giren işçiye, “Tom, o bombayı buraya getir ve elektronik postamdaki giden kutusuna koy” diyordu. İşçi de, “Elbette patron” diye cevap veriyordu.
Nükleer bombaları giden öğelerin arasına koymak ABD ile eski Sovyetler Birliği arasında yeni bir iş birliği çağının başlamasını sembolize ediyordu. Dünyanın iki süper gücü arasında nükleer bir savaş çıkma tehlikesi azalmıştı ve nükleer silahlar kalmaya devam etse de çokları uluslararası politikanın merkezinde artık bulunmayacağını umuyordu. Sovyetlerin son lideri Gorbaçov Haziran 1991’de, “Küresel bir nükleer savaş çıkması riskinin pratikte artık kalmadığını” söylemişti.
30 yıl sonra nükleer bombalar yeniden elektronik postanın “gelen kutusu”na düşmeye başladı, ABD ile Rusya arasında bir nükleer savaş patlak vermesi korkusu yeniden döndü. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Rus yetkililerin alarm zilleri çaldıran nükleer tehditleri nedeniyle nükleer silahların çaresizlikten, kazayla ya da yanlış bir hesap sonucu kullanılması olasılığı 1980’lerin başından beri ilk kez bu kadar çoğaldı.
Rusya-Ukrayna savaşı nükleer silahlarla ilgili eski gerçekleri bugün yeniden sert bir şekilde hatırlatıyor. Nükleer caydırıcılığın sınırları vardır: Bir kriz durumunda caydırıcılık otomatikman işlemez, işe yaramaması riski her zaman vardır.
Günümüzde çoğu silahların kontrolü anlaşması yırtılıp atılmış ve nükleer silahlara sahip devletler yeniden pahalı bir yarışa girmiş durumda. Herkesin aklındaki büyük sorular şunlar: Rus liderler de nükleer silahların tabu olduğu görüşünü paylaşıyor mu ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Ukrayna savaşında nükleer silah kullanır mı?
Belli ki dünyanın, özellikle de ABD’nin en azından kullanabileceğini düşünmesini istiyor. Ukrayna’daki “özel askeri operasyon”un başladığı gün Putin savaşa müdahale edecek ülkeleri “tarihinizde görmediğiniz sonuçlarla karşılaşırsınız” diye uyardı. Çokları bunu örtülü bir nükleer tehdit olarak algıladı. Şu ana kadar Rusların nükleer silahları gerçekten kullanmaktan çok NATO’yu caydırmak amacını taşıyor görünüyor. Örneğin Rusya’nın nükleer alarm düzeyi yükseltilmedi ama nükleer silahların fırlatılmasını sağlayacak haberleşme sistemi aktive edildi. Rus yetkililer nükleer silahların kullanılmasının hem Rusya hem de Putin için yıkıcı sonuçlar doğuracağının farkında. Yine de Putin’in nükleer bomba kullanması olasılığı sıfır değil ve bu olasılık savaş sürdükçe artacak.
ABD ve NATO nükleer silahların alarma düzeyini artırmadı, bunun yerine Ukrayna’ya konvansiyonel silah yağdırdı. Biden, Ukrayna üzerinde uçuşa yasak bölge oluşturulması çağrılarına akıllıca direndi. Çünkü bu Rus uçaklarının düşürülmesi ve 3. Dünya Savaşı’nı tetikleme riski taşıyordu.
Bununla birlikte savaşın uzadıkça ABD daha kapsamlı, dolayısıyla daha tehlikeli bir savaşa uyur gezer adımlarla yürüyor olabilir. Rusya’nın zayıf askeri performansı şahinlerin ve “soğuk savaşçıların” Ukrayna’nın yenilgiye uğramasını engelleme hedefinden Rusya’yı zayıflatma hedefine kaymasına yol açtı. Aralarında emekli askerlerin de bulunduğu çok sayıda dış politika yorumcusu, nükleer riske rağmen Biden yönetimine Ukrayna’ya daha agresif şekilde yardım etme hatta topyekun zafer peşinde koşma çağrısı yaptı.
Rusya-Ukrayna savaşını ABD’nin hegemonyasını sağlamak için kullanmak tehlikeli bir oyun.
“Soğuk Savaş”ın soğuk kalması yani sıcak bir savaşa dönüşmemesinin nedeni ABD yöneticilerinin karşılarındaki nükleer güç nedeniyle hareketlerinin kısıtlı olduğunu bilmesiydi. Sovyetler Birliği 1956 yılında Macaristan’ı, 1968 yılında da Çekoslovakya’yı işgal ettiğinde ABD askeri güçle karşılık vermekten kaçındı. Ama günümüzde bir nesil hatta daha fazlası için “Soğuk Savaş”ın korkutucu gerçekleri yaşanmış tecrübelerden çok tarih kitaplarında kalmış olaylar. Tarihçi Daniel Immerwahr’ın geçenlerde yazdığı gibi, “Nükleer silahlara sahip devletlerin başındaki hiçbir yöneticinin Hiroşima’yı hatırlamadığı yıllara girdik.”
Rusya-Ukrayna savaşı nükleer caydırıcılığın hem olumlu yönlerini hem de sınırlarını ve taşıdığı riskleri bize hatırlatıyor. Örneğin bu caydırıcılık nedeniyle Rusya savaşı Polonya ve Romanya gibi NATO üyesi ülkelere yaymadı. Rusya’nın nükleer cephanesi de NATO’yu doğrudan müdahale etmekten alıkoydu. Bir savaşı tırmandırmak tahmin edilemeyecek sonuçlar doğurabilir. Nükleer silah kullanılırsa ne olacağını ise tahmin bile edemeyiz.
Bu savaş aynı zamanda bize sağlam sandığımız bazı kuralların yıkıldığını gösterdi. ABD’de demokrasi normu işgal altında, uluslararası alanda toprak bütünlüğü, silahların kontrolü ve insani yasalar çiğneniyor. Çoğunluk tarafından paylaşılsa da nükleer tabu çok kırılgan çünkü küçük birkaç ihlal bile onu toptan yok edebilir.
Putin’in kafasında ne olduğunu bilmiyoruz. Savaşın gidişatına göre savaş sahasında düşük güçlü taktik bir füze kullanabilir.
ABD ile Ukrayna’nın bu savaştaki çıkarları aynı değil. Rus saldırganlığı nükleer tehditle korunsa da ABD’nin Rusya ile kendisini karşı karşıya getirebilecek daha büyük bir savaş çıkmasını engelleme sorumluğu var.