Üniversite yıllarım 12 Eylül darbesinin ardından gelen yıllarda olduğu için hocalarımızdan zaman zaman bu konuda tatlı nasihatler alırdık.
Bir tanesi kökü dışarıda “izm”lerden uzak durun demişti. Turizm okuyoruz sonuçta o da bir “izm” üstelik turistler de yurt dışından geliyor yani kökü de dışarda. Fakat devletimizin turizm yatırımlarına öncelik verdiğini ve üstelik teşvik ettiğini de görünce korkumuz yerini bir heyecana bıraktı. Sonuçta birçok arkadaşımız ile birlikte bu kökü dışarıdaki “izm”in neferleri olarak sektöre adım attık. Ben de 1985 yılında başlayan turizm sektörü macerama 35 senedir bir şekliyle devam ediyorum. Bu süreç zarfında Türkiye dışında da Yunanistan, İspanya gibi turizm konusunda kayda değer bir geçmişe ve öneme sahip ülkelerde de çalışma imkânı da buldum.
Seksenlerin ikinci yarısında Antalya’da rahmetli Yaşar Sobutay’a ait o yıllarda sektörün en önemli aktörü olan Pamfilya Turizm Seyahat Acentesinde çalışıyordum. Yabancı dil bilen tecrübesiz bir genç olarak ‘’transfermen’’ dediğimiz misafirleri havaalanından otele ve otelden havaalanına götüren araçlara eşlik etme görevini yapıyordum. Havaalanına gelen turistlerin yarısı tatil bölgelerindeki otellere deniz güneş tatili için giderken, yarısı 1 ya da 2 haftalık sektörün ‘’Roundtrip ya da Anadolu turu’’ adını verdiği rotası ve programı önceden belirlenmiş otobüs turlarına çıkıyordu. Benim çalıştığım şirketin 20’nin üzerinde farklı tur güzergâhı vardı. Artvin’in bile dahil olduğu 2 haftalık Karadeniz ve Doğu Anadolu turundan, Ege üzerinden İstanbul’a kadar giden haftalık turlara kadar geniş bir ürün yelpazesi vardı. Ben bu döneme “Türkiye’nin Seyahat Destinasyonu” dönemi diyorum.
1983 seçimleri ile iktidara gelen ANAP turizm sektörüne büyük bir ivme kazandırmak istiyordu. Sahillerdeki hazine arazilerin tahsisi ve teşvik kredileri ile başlatılan seferberlik neticesinde kısa sürede hatırı sayılır sayıda ve kalitede tesislerin ortaya çıkması sağlandı. 1995 yılına geldiğimizde 50 bin yatak kapasitesi 250 bin rakamını aşmıştı. Bugün ise 1 milyonun üzerinde yatak kapasitesine sahibiz. Bir müddet hem deniz güneş turizmini hem de kültür turizmini beraber götürmeye çalışan ülkemiz kısa sürede bir seyahat destinasyonundan “tatil destinasyonu”na dönüştü.
Bu kavramları biraz açmak istiyorum: “Seyahat destinasyonu” ile vurgulamak istediğim, turistlerin ülkelerin kendine has doğa, kültür, tarih, gastronomi gibi varlıklarını görme isteğinin tetiklediği turizm hareketleri. “Tatil destinasyonu” ise, turistlerin deniz güneş odaklı olarak tatillerini bir konaklama tesisinde ve çok büyük bir oranda ulaşımın da dahil olduğu paket turlar vasıtası ile gerçekleştirdikleri turizm modeli. Buna kitlesel turizm de diyebiliriz.
Şu anda Türkiye Akdeniz çanağında “Her Şey Dahil” konsepti ile gerek servis gerekse de tesis kalitesi ile rakipsiz bir konumda olan bir turizm alt yapısına sahip. Doksanlı yıllardan bugüne turist istatistiklerine baktığımızda bazı ilginç istatistikler var. Mesela 1998 senesinde ülkemizi ziyaret eden turist sayısı 9,5 milyon civarında ve turist başı gelir 735 dolar. Bunu 2019 ile karşılaştırırsak 35 milyon turiste karşılık turist başı gelir 666 dolar görüyoruz. Bana ilginç gelen 2000’li yılların başlarındaki rakamlar. Turist sayımız her sene %20 civarında artarak 2010 senesinde 25 milyonu bulmuş. Bu yılların ortalama turist başı geliri ise 820 dolarlar civarında.
Bir süre turizmi bir kenara bırakalım o yılara dönelim ve bakalım neler olmuş o dönemlerde. Eurovision Şarkı Yarışmasında 1997 yılındaki üçüncülüğün ardından 2003 yılında Sertap Erener ile gelen birincilik ve bunu takip eden iki dördüncülük ve bir ikincilik. Tarkan’ın 1998 yılında çıkan Ölürüm Sana albümündeki ‘’Şımarık’’ şarkısı da yurt dışında 1,5 milyondan fazla satmış ve tatil bölgelerinde, yurt dışı gece kulüplerinde yıllarca hit olarak çalınmıştı.
Türk futbolunda yepyeni bir ufuk açmış, o güne kadar yerel hedeflerle yetinen Türk kulüplerinin önüne uluslararası perspektif getirmiş olan Galatasaray UEFA kupasını 2000 yılında kaldırdı.
Ve 3 sene sonra Dünya Futbol Şampiyonası; sempatik tavırları ile ilgi çeken takımımız ile 2003 yılında gelen üçüncülük. İlhan Mansız’ın nasıl bir popüler kültür ikonu olarak Japonya’ya transfer olduğunu hatırlarsınız. Aynı yıl kadın voleybol milli takımımız Avrupa ikincisi olur. Basketbolda ise 2002 yılında 12 Dev Adam Avrupa ikincisi olur bu 2011 yılındaki dünya ikinciliğinin de habercisidir.
Politik alanda ise Avrupa Birliği ile sıcak dönemlerin başladığı yıllar. Bunun sonucunda 1999 yılında Helsinki’de yapılan Avrupa Birliği (AB) zirvesinde Türkiye’ye adaylık statüsü tanınır. 2001 yılında AB Bakanlar Konseyi Türkiye için ilk Katılım Ortaklığı Belgesi’ni kabul eder.
Ve kültürel alanda çok prestijli bir ödül gelir, Orhan Pamuk 2006 Nobel Edebiyat ödülünü kazanır.
Bu olayların yukarda bahsettiğim aynı döneme dair turizm ziyaretçileri ve gelirlerindeki pozitif gelişmelerle ne kadar ilgisi vardır bilemem. Bunu belki akademisyenlere bırakmak lazım ama şu bir gerçek ki “imaj” dediğimiz şey turizm için çok önemli bir faktör.
Pandemi zamanı sosyal medyada “Alman aşısını mı Çin aşısını mı tercih edersiniz” diye yapılan bir anket görmüştüm. “Alman aşısını tercih ederim” diyenler ezici çoğunluktaydı. Nasıl aşı tercihimizi yaparken kafamızda bazı kriterler varsa seyahat edeceğimiz yerleri seçerken de benzer kriterler oluşturuyoruz.
Tekrar seyahat ve tatil destinasyonu kavramlarına dönersek… Turistlerin gittiği bir yer miyiz yoksa götürüldüğü bir yer mi? İkisi arasında bana göre çok fark var.