Seyahatimizin dördüncü günü Meksika’dan Guatemala’ya gitmek üzere ayrıldık.
Aeromexico’nun Boeing 737-800’ü ile Meksiko City’den başkent Guatemala City’e uçuş 1 saat 10 dakika kadar sürdü, yani İstanbul’dan Adana’ya uçmak gibi. Aeoromexico çok standart bir havayolu. Bizden öğrenecekleri çok şey var.
Uçakta bulunduğum en arka sırada, koridorun diğer tarafında üç kişi oturuyordu; koridor tarafında bir Meksika federal polisi, yanında deporte (sınır dışı) edilen iki Guatemalalı genç…
Ülke Maya uygarlığının da merkezi. Meksika’yı saymazsak Orta Amerika’nın en kalabalık ülkesi; nüfus 17 milyonun üzerinde, %56.1’i Mestizolardan (Ladino da deniliyor), %41.6’sı Mayalardan oluşuyor. Bazı bölgeler Maya köyleri, kasabaları ağırlıklı. İspanyollarla karışma özellikle dağlık ve ormanlık bölgelerde daha az olmuş. Kuzeyde Peten’deki yağmur ormanlarıyla güneyde Sierra Madre’de Maya nüfus çoğunlukta. Ülkede İspanyolcaya ek olarak yaygın bir şekilde Maya dilleri konuşuluyor. Başkent Guatemala City’nin nüfusu 3 milyon.
Maya uygarlığının izleri şimdilik bilindiği kadarıyla M.Ö. 2600’e kadar gidiyor. Özellikle Kuzey Guatemala ve Meksika’nın Chiapas Bölgesi’nde pek çok gelişmiş kent inşa etmişler. Guatemala ve Meksika dışında Honduras, El Salvador ve Belize’de de Mayalardan kalan antik yerleşim yerleri var. Sanat, mimari, matematik ve astronomide büyük gelişme göstermişler. Mayaların zaman analizleri ve takvimleri de çok meşhur. Bugün modern dünyanın kullandığı takvimi yılda sadece 6 saniye sapmayla hesaplamışlar.
Bugün Maya diye tanımladığımız halklar tarihte hiçbir zaman bir birliktelik göstermemişler. Bu topluluklara daha sonra Maya adı İspanyollar tarafından verilmiş. Bu halkların hem kendi aralarında, hem komşu olarak kabul edilebilecek Olmekler, Mikstekler ve klasik dönemde kuzeydeki Teotihuacan ve Tolteklerin başkenti Tula ile ticari ilişkileri varmış.
Dokuzuncu yüzyılda, geçen hafta anlatmış olduğum Teotihuacan’da yaşayanların buralara el atması sonucu, Maya medeniyeti ciddi bir yıkıma uğramış ve nüfusun bir kısmı Yukatan Yarımadası’nın kuzeyine göç etmiş. Orada da Cichen Itza gibi büyük kentler inşa etmişler. Bir diğer bölümü ise Guatemala’nın güneyindeki dağlık kesimlerde bir krallık kurmuş. Guatemala’nın tropik ormanları içinde saklı kalan pek çok Maya kentini İspanyollar uzun yıllar keşfedemediğinden, Azteklerde olduğu gibi tüm geçmişleri yok edilememiş. Bazı metinler günümüze kalabilmiş. O nedenle %90 oranında çözülebilmiş olan Maya hiyeroglifleri bize o dönemle ilgili ışık tutabilmekte.
Mayaların sonunu da, Azteklerde olduğu gibi, İspanyollar getirmiş. İspanyollarla ilk karşılaşmaları 1511’de olmuş. Karayip Denizi’nde kazaya uğrayan bir İspanyol kalyonu, günümüzde Meksika’nın güneydoğu ucunu oluşturan Yukatan Yarımadası’nın sahiline vurmuş. Sağ kalan 12 kişi sahile çıkmış ve Mayalarla karşılaşmış. Doğal olarak burası neresi diye sormuşlar. Mayalar da onlara ‘Yukatan’ diye yanıt vermiş. Halbuki yerel dilde Yukatan ‘Söylediğini Anlamıyorum’ demekmiş. O gün bugündür yarımadanın adı Yukatan! Karaya çıkan 12 İspanyol’dan 10’u yerel bir Maya lideri tarafından tanrılara kurban edilmiş ama ikisi kaçabilmiş. Olay bu sayede İspanyollar tarafından duyulmuş.
1521’de Tenochtitlan Hernan Cortes tarafından ele geçirilip Aztek İmparatorluğu tarih sahnesinden silindikten sonra, Cortes Pedro Alvadaro’yu 180 süvari 300 piyade ve dört toptan oluşan bir kuvvetle bugünkü Guatemala’ya yollamış. Kendilerine Orta Meksika’dan binlerce yerel asker de katılmış. Amaçları, o toprakları da İspanyol Krallığı’na dahil etmek, ayrıca Kutsal Roma Germen İmparatoru ve İspanya Kralı Şarlken’in talimatı doğrultusunda altın ve gümüş bulmakmış.
Guatemala kelimesi Nauhatl dilinde Ağaçların Çok Olduğu Ülke anlamına geliyormuş (Cuauhtēmallān=Guatemala). Bu ismi işgale destek vermek için İspanyollarla birlikte bölgeye gelen ve ana dilleri Nauhatl olan Meksikalı askerler koymuş.
Orta Amerika’da bunlar olurken, o dönemlerde Osmanlı’nın Sultan Yavuz Sultan Selim yönetiminde Arap çöllerinde ve Mısır’da savaştığını da hatırlayalım. O da hilafet ve Mısır’ın zenginlikleri peşinde…
1527’de Yukatan’ın ve bugünkü Guatemala’nın işgalini tamamlayan İspanyollar, ancak 1647’de Maya kabilelerini büyük oranda denetim altına alabilmiş. Fakat yine de balta girmemiş ormanlarda ve Sierra Madre Sıradağları’ndaki bazı köylerde yaşayanlar, köyleri İspanyollarca bulunamadığından veya merkezi otoriteden coğrafi olarak uzak olduklarından, İspanyol boyunduruğuna girmeksizin yaşamlarını sürdürmüşler.
Orta Amerika’da altın ve gümüş madenleri olmadığından, İspanyollar kıymetli metal olarak fazla bir şey bulamamışlar. Buldukları altın ve gümüşün de denizaşırı bir ülkeden, Biru’dan geldiği söylenince, Pasifik Okyanusu üzerinden Biru’ya (Peru) ulaşıp, İnka medeniyetini yıkarak altın ve gümüşe kavuşmuşlar. Bu konuya daha fazla ilgi duyanlara ünlü Avusturyalı yazar Stefan Zweig’ın “Amerigo ve Tarihi Bir Yanılgının Hikayesi” kitabını tavsiye ederim. (Can Yayınları, ISBN 9789750735318)
İspanyollar, bir yandan kıymetli madenler ararken, diğer yandan da halkı Katolik yapma baskısını Mayalar üzerinde de uygulamışlar.
Guatemala’da İspanyol egemenliği 1821’de sona ermiş. Daha sonra kurulan Orta Amerika Federal Cumhuriyeti’nden de Guatemala 1839’da ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş.
Ülkenin sembolü Quetzal kuşu (Ketzal). Tropik ormanlarda bulunan bu küçük ama uzun kuyruklu kuş, Guatemala bayrağının ortasındaki amblemde de görülüyor. Ayrıca ülkenin para biriminin adı da Quetzal.
Ancak bağımsızlık Guatemala’ya huzur getirmemiş. Volkanik yapısı sayesinde (ülkede halen üçü aktif 37 yanardağ var) çok mümbit topraklara sahip olan ülkenin ürettiği şeker kamışı, mısır, kakao, değişik meyve ve sebzelerle, Avrupalılar tarafından 1902’de getirilen kahve, yerli halk ile Mestizolar arasında toprakların bölüşümü konusunda çatışmalara neden olmaya başlamış. 20. yüzyılda buralarda geniş muz plantasyonları kurmaya başlayan Amerikan kartelleriyle iş birliğine giren Mestizo aileleri ile Mayalar arasında çatışmalar artmış. United Fruit, Standard Fruit and Cuyamel isimli üç Amerikan firması Guatemala da dahil Orta Amerika ülkelerinde, (ayrıca Güney Amerika’da Kolombiya ve Ekvador’da) çok geniş arazileri ele geçirmiş. Örneğin, 1900’da Guatemala’nın diktatörü, United Fruit’a 99 yıllığına ülke topraklarının çok büyük bir bölümünün kullanım haklarını vermiş.
Sonuçta Mayalar binlerce yıldır sahibi oldukları tarlalarda zorla çalıştırılan köle işçiler haline dönüşmüşler. Orta Amerika ülkeleri için kullanılan “Muz Cumhuriyeti” kavramı da bu şekilde ortaya çıkmış. Yönetimleri despotik, yöneticileri emperyalizme göbekten bağlı, gelir dağılımı müthiş bozuk ülkeler… 1950’lerde Guatemala’nın tarıma uygun alanlarının sadece %40’ı nüfusun %98’ine aitken, geri kalan %60’ı başta United Fruit Company (firmanın bugünkü adı Chiquita) olmak üzere, ABD firmalarına ve yerli iş birlikçilerine aitmiş.
Bugün tükettiğimiz Libby, Chiquita, Del Monte, Doles, Fyffes gibi muz markalarının geçmişi oldukça kanlı. Nedenine gelince…
Yerel diktatörlerin ABD firmalarıyla birlikte halkı bu kadar acımasızca sömürmesi zaman zaman isyanlara neden olmuş. Bu isyanların başarıyla sonuçlandığı durumlarda, bir süreliğine demokratik yönetimler başa geçebilmiş, fakat United Fruit’ın başını çektiği bu firmalar ABD yönetimini müdahaleye teşvik etmişler. Bunların en bilinenlerinden biri, ABD’nin CIA kanalıyla Guatemala’ya komünizm gelecek iddiasıyla 1954’te yaptığı darbe. O yıl kullanılmayan şirket arazilerine el koymaya başlayan Cumhurbaşkanı Arbenz, United Fruit Company’nin haklarını korumak için devreye giren CIA tarafından devrilmiş. (Manşet fotoğrafı)
1960’da diktatörlüğe ve ABD meyve şirketlerine karşı direnen yerli halkla, Mestizo kökenliler arasında 36 yıl süren bir iç savaş başlamış. 1982’den sonra ABD destekli diktatörlükle halk tarafından desteklenen solcu gerillalar arasında çatışmalar şiddetlenmiş. 626 Maya köyü askerler tarafından yakılmış, halkı katledilmiş ve topraklarına el konulmuş, kuyular zehirlenmiş, hayvanlar öldürülmüş, dini yapılar yok edilmiş. 1.5 milyon kişi evlerinden, topraklarından koparılmış, 150 bin kişi Meksika’ya kaçmış.
Çatışmalarda 140 bin ile 200 bin kişinin öldüğü tahmin ediliyor. Yani ABD desteğinde bir soykırım suçu işlenmiş. 1996’da Birleşmiş Milletler’in arabuluculuğunda nihayet barış sağlanmış. 2000’li yıllarda bu katliamın yakalanabilen yerel sorumluları soykırım suçundan yargılanıp ağır hapis cezalarına mahkum edilmiş.
Guatemala’da iç savaşın etkileri hâlâ sürüyor. 2023’te yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini, ağırlıklı olarak Mayaların desteğini alan ve %60 oy oranıyla kazanan Bernardo Arévalo’nun görevine başlaması, sistemin tepesine yerleşmiş bürokrasi, ordu, polis ve yargı tarafından uzun süre engellenmeye çalışıldı. Hatta partisi hukuksal ayak oyunlarıyla kapatıldı. Ancak sonunda yönetimdeki çarpık sistemden nemalanan çıkar grubu, iç ve dış baskılara dayanamayarak 14 Ocak 2024’te görevi Bernardo Arevalo’ya devretti. Mecliste partisi de kalmayan yeni cumhurbaşkanının, 1940’ların başında Guatemala’nın yönetici kesimlerine ve Amerikan şirketlerine karşı ilk mücadeleyi başlatan Cumhurbaşkanı Juan Jose Arevalo’nun oğlu olması, durumu daha da ilginç hale getiriyor. Arevalo ilk iş olarak israf, kayırmacılık ve yolsuzluklarla mücadele edeceği sözünü yerine getirmeye çalışacak. Ayrıca uyuşturucu çeteleriyle de mücadele etmesi gerekecek. Yani işi epey zor.
Seyahatime geri dönersek, Guatemala City havalimanına indiğimizde ilk dikkatimi çeken, özel uçakların bolluğu oldu. Tüm Türkiye’de bu kadar özel uçağı bir arada göremezsiniz. Öğrendiğime göre ülkede büyüklü küçüklü 600’den fazla da pist varmış. Bu uçaklar ve pistlerin önemli bir bölümü büyük olasılıkla uyuşturucu ticaretinde kullanılıyor.
Guatemala City (halk arasında kısaca Guate) sokaklarının, caddelerinin son derece riskli olduğu bir şehir. O nedenle bizi havalimanından alan otobüsten hiç çıkmadan kısa bir kent turu yaptık. Yerel rehberimiz kısa bir süre önce bıçak tehdidi altında sokakta soyulmuş. Kentin ana meydanında kısa bir duruş esnasında, dört beş kişi üstümüzdeki kıymetli ne varsa otobüste bırakarak fotoğraf çekmek için otobüsten indik. Cumhurbaşkanlığı sarayı ve katedralin olduğu meydanda dolaşırken rehberimiz tarafından bir kez de ‘şu adamlara dikkat, uzak durun’ diye uyarıldık. 15 dakika sonra yeniden otobüsteydik. Daha sonra, ilk gece konaklayacağımız yer olan Antigua’ya doğru yola çıktık.
Yolda bir kahve molası verdik. Ben de bir duble espresso içtim. Guatemala kahvesi Türkiye’de pek tanınmıyor. Daha yaygın olan Kolombiya kahvesi. Tabii Brezilya, Etiyopya, Kenya kahveleri de biliniyor. Ancak ben kahve meraklısı olmamama rağmen Guatemala kahvesini çok beğendim. Zaten dünyanın en iyi kahvelerinden biri bu ülkede yetiştiriliyormuş. Bu arada kahve tiryakilerinin mutlaka çok iyi bildiği bir konuda da bilgilendim. Kahve çekildiği anda bayatlamaya başlarmış. O nedenle ideali, büyüklerimizden gördüğümüz gibi, kahve çekirdeğini öğüttükten sonra hemen tüketmekmiş.
Antigua’ya girerken bir lokantada geç bir öğle yemeği yedik. Yemekler orta ayar, ambians harikaydı. Bizdeki esnaf lokantalarına benzeyen bir yerdi. Dikkatimi çeken, Guatemalalıların da ellerinden cep telefonunu bırakmamaları oldu. Daha sonra dolaştığımız her yerde de bu durum söz konusuydu.
Antigua, İspanyolların Guatemala’da kurdukları üçüncü yönetim merkezi. İlk kurulan yer bir Maya kenti olan Iximche’ymiş. Ancak İspanyollar bu kentte oturan yerel müttefikleri isyan edince, başkenti Agua Yanardağı yakınlarındaki Almolonga Vadisi’ne taşımışlar. Volkanın adı zirvesindeki krater gölü nedeniyle İspanyolca su kelimesinden geliyor. Volkan 1521’de patlayıp göl çamur seli olarak şehre akınca tekrar taşınmak gerekmiş. Yine Agua’ya yakın bir yerde 1523’te yeni kenti kurmuşlar. Adını da “Antigua de Guatemala” koymuşlar. Ancak bu kez hem Agua’ya hem de bir başka volkan olan Fuerta’ya (İspanyolca ateş anlamına geliyor ve halen aktif bir volkan, sürekli duman püskürtüyor) yakın olan Antigua, 1773 büyük Guatemala depreminde ağır hasar görmüş ve başkent 1775’te bugün Guatemala City adını verdiğimiz yerde yeniden ve son kez kurulmuş.
Antigua bugün iki yanardağın oluşturduğu etkileyici manzara, 150 yıllık başkent geçmişinde yapılan yönetim binaları, kiliseler, manastırlar ve konutlarıyla turistik bir çekim alanı. Turizm sayesinde kent yeniden canlanmış. Kente minibüsten daha büyük aracın girmesine izin verilmiyor.
Kent, o dönemin İspanyol şehir planlama anlayışına sadık kalınarak, birbirini dikine kesen caddelerden oluşacak şekilde tasarlanmış. Bir de her zaman olduğu gibi, çevresinde katedralin ve yönetim binalarının bulunduğu bir kent meydanı inşa edilmiş. Kentin simgesi bir kemer; kentin tipik fotoğrafı ise kemerin altından Agua’nın görüntülenmesi.
Antigua rahatlıkla iki tam gün geçirilebilecek bir yer. Zaten kent UNESCO’nun dünya kültür mirası listesindeymiş. Mutfağı, barları, tarihsel dokusuyla keyifli bir zaman geçirmeye uygun. Bizim konakladığımız otel ve restoranı da gerçekten birinci sınıftı. Sadece bir gecemiz olduğundan ben kentin tam keyfine varamadım doğrusu.
Devam edecek…
Not: Bu yazım ilk olarak noktakibris.com sitesinde yayınlanmıştır.
Manşet fotoğrafı: greydynamics.com
1.Bölüm: “Türkiye Yüzyılı”nda Meksika yolunda
2.Bölüm: Montezuma’nun intikamı
3.Bölüm: Çapuktepek’in gizemi
4.Bölüm: Müthiş bir kadın: Frida Kahlo
5.Bölüm: Tanrıların Yaratıldığı Şehir