Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay hakkındaki ikinci ihlal kararına da uyulmasına yer olmadığına ve kararın TBMM Başkanlığı’na bir kez daha gönderilmesine hükmetti.
Daire, Gezi Davası kapsamında 18 yıl hapse mahkum edilen ve 28. Dönem Milletvekili Seçimi’nde Türkiye İşçi Partisi’nden Hatay milletvekili seçilen Atalay hakkındaki AYM’nin ikinci ihlal kararına ilişkin incelemesini tamamladı. Kararda, “Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay’ın bireysel başvuruları hakkındaki hak ihlali kararlarına hukuki değer ve geçerlilik izafi edilemeyeceği” belirtilerek, “Anayasa’nın 153. maddesi kapsamında uygulanması gereken bir karar bulunmadığı” ifade edildi.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararına tepkiler yoğun. Hukukçular tepkili, demokrasiyi, hukuk devletini savunanlar tepkili, muhalefet tepkili. En sert tepki de TİP Başkanı Erkan Baş’tan geldi. Kararı bir darbe olarak nitelendiren Baş ” Halk iradesine karşı bir başkaldırı var” dedi. Dairenin, Türkiye Cumhuriyetine ve Anayasa’ya karşı darbeye yeltendiğini ifade eden Baş, kararı verenlere karşı suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı. TİP Başkanı, TBMM’yi toplantıya davet ederek, Meclis’in iradesini gasp etmeye çalışanlara karşı tavır konmasını istedi. Tüm yurttaşları, hukukçuları, muhalefet partilerin temsilcilerini darbeye direnme çağrısında bulundu.
Hukukçulardan tepkiler de art arda geliyor, “Dairenin kararı Anayasanın açık hükmüne aykırı. Hukukun bittiği yer. Açık hüküm karşısında yorum farklılıkları değerini yitirir. Eleştirebilir ama uymak zorunda. Yok hükmünde saymak anayasa ihlalidir” diyorlar. Ağır Ceza Mahkemesi için disiplin soruşturulması başlatılması ve Yüce Divan sürecinin başlatılması çağrısında bulunanlar var. Yargıtay’ın kararının siyasal bir adım olduğu da vurgulanarak, Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetki alanının daraltılmasının siyasal bir amaç taşıdığına işaret edilmekte.
Eski Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk de, anayasanın 153. maddesine göre AYM kararlarının herkes için bağlayıcı olduğunu belirterek, anayasanın 11. maddesine göre de anayasa hükümlerinin; yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğunu kaydetti. Türk, “Yargıtay 3. Ceza Dairesi, bunların hiçbirini tanımıyor. Dairenin kararı, hukuk devletinin bittiği yerde verdiği bir karardır. Dairenin bu karar nedeniyle sorumlulukları vardır. Bu karara uyulmadığı takdirde daire ne anayasayı ne hukuku tanıyor demektir. Anayasa, hukuk dışı bir karar verdi. Böyle bir karar veren hakimlerin de cezai sorumlulukları söz konusudur” dedi.
Prof.Dr. Hikmet Sami Türk ‘ün İnsan Haklarından sorumlu Devlet Bakanı olduğu yıllarda (1997-99) yanında çalıştım. Türk’ün Başkanlığı’nda oluşturulan İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu’nun Sekretarya Başkanı idim. Sayın Türk’ün hukuki konulara ne denli hakim, demokrat, insan haklarına büyük önem atfeden bir siyasetçi olduğuna o tarihlerde tanık oldum. Üst Kurul, Türkiye’de insan haklarının geliştirilmesine, güçlendirilmesine yönelik çalışmalar yapıyordu. Bu çalışmalar, kamuoyumuz gibi, AB, ABD’de de yakından izleniyordu.
Bir seferinde Avrupa Parlamentosu milletvekillerinden Cohn-Bendit (Alman Yeşiller Partisi) ile Ankara ziyaretinde bir görüşmem olmuştu. Ben insan hakları alanındaki çalışmalarımızı anlatırken Cohn Bendit mealen ” İyi güzel de, Avrupa’daki insanlar bu çalışmalara değil, sembol davalara, konulara bakarlar, insan haklarına ne denli önem verdiğinize ona göre karar verirler” deyip o günlerde kamuoyunda tartışılan rahmetli Erbakan’ın yargılanmasına ilişkin bir davaya işaret etmiş, yargı-siyaset ilişkisine değinmişti.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin tartışmalı kararı ile ilgili kamuoyunda koparılan fırtınayı izlerken Cohn Bendit’in bu sözlerini anımsadım. Can Atalay’ın davası da sembol bir dava. Gezi ile bağlantılı diğer davalar gibi. Türkiye’nin hukuk devletine, insan haklarına bağlılılığı bu tür sembol davalarla ölçülür. Türkiye’nin demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel haklar alanlarındaki durumu ülkemizde ve Avrupa’da Amerika’da endişe kaynağı.Keza, Yargının bağımsızlığındaki sistematik eksiklikler ve büyük baskılar derin endişe kaynağı. AYM ve AİHM kararlarına uyulmaması da kaygıyla karşılanıyor..
Yargıçların bağımsız olmadıkları, vicdanları ile iktidar arasında sıkışıp kaldıkları, yargıçların vermiş oldukları siyasi nitelikteki kararların vicdanları ile iktidar arasında sıkışıp kaldıklarını gösterdiği öteden beri ileri sürülür. “Ülkemizde adalet sistemine olan güven ne yazık ki gün geçtikçe düşmektedir.Yargı sisteminin düzeltilmesi elzemdir. Ülkemizde adaletin sağlanması için eksiksiz işleyecek bir demokrasiye ihtiyaç vardır.Gerçek demokrasinin temelini kuvvetler ayrılığı oluşturur” şeklindeki görüşler sıkça dile getirilir. Bu çerçevede “Yargıç, yasa kuralını uygularken, yasada tanımlanan kelimelerin, hatta yasanın ruhunun söz konusu olayı kapsayıp kapsamadığını bilgi ve deneyimi ile vicdanının sesini dinleyerek karar verme sorumluluğunu asla unutmamalıdır. Vicdanının sesi yerine, başka organ, makam, merci veya kişiden gelen ses dinlenirse yargıya güven azalır. Yargıya güvenin olmadığı ülkelere yabancı yatırımcıların ilgi göstermeyeceği de göz ardı edilmemeli “demekteler.
Adalete duyulan güvenin azalmaması için hukuku siyasete egemen kılmak gerekir. Siyaset hukuka egemen olmamalı. Yargıçlar görevlerinde bağımsızdır. Anayasaya, yasalara ve hukuka uygun olarak, vicdani kanaatlerine göre karar verirler. Vicdanlarının sesini dinleyerek adaleti gerçekleştiren yargıçlar verdikleri kararlardan utanmazlar, pişman olmazlar, vicdan azabı çekmezler.
Not: Bu yazım ilk olarak Akdeniz Gerçek gazetesinde yayımlanmıştır.