Bu satırlara daha önce de konuk olan, günümüzden yaklaşık 2500 yıl önce, Ege Denizi’ndeki Samos (Sisam) adasını yöneten Polikratis, türlü “para” oyunlarıyla Samosluların paralarını bitiriyor, borçlandırıyor ve insanların özgürlüklerine karşılık borç dahi veriyordu.
Samos halkı, Polikratis’ten çok çekmiş olacak ki, bir de söylence uydurmuşlardı. Bu söylenceye göre, Polikratis para oyunlarıyla olağanüstü bir hızla kavuştuğu büyük servetin bir gün birdenbire elinden gideceği korkusuyla tanrılara çok büyük bir adak yapmaya karar verir. Yapacağı adak öyle büyük olmalıdır ki, bu adağın kaybı kendisine büyük ıstırap vermelidir.
Sonunda, bu büyük adağın ne olacağını bulur: Hazinesinin en değerli parçası olan çok sevdiği yüzüğünü tanrılara adayacaktır. Ticaretin gelişmesinde ve dolayısıyla servetinin büyümesinde çok şey borçlu olduğunu düşündüğü denize ve denizin tanrılarına adak olarak bu yüzüğünü denize atar. Ancak, deniz ve tanrıları onun bu kötülüklerine öyle kızmıştır ki, hediyeyi kabul etmez. Polikratis’in büyük bir törenle denize attığı bu çok değer verdiği yüzüğü ertesi gün bir balıkçının yakalayıp sarayına getirdiği bir balığın karnından çıkar.
Polikratis giderek tarihin derinliklerine gömüldü; ama ardında binlerce yıl ekonominin temelini oluşturacak bir şey bırakmıştı. Polikratis’in başlattığı “para borçlanması” artık tüm Ege’de kent ve ada devletlerinde yapılıyordu; hem de paranın fiyatı olan “faiz”i eklenerek yapılıyordu. Paralarını küpte tutmak istemeyen zenginler, paralarını egemenlikleri yıkılan soyluların iflas etmiş torunlarına faizli borç olarak veriyorlardı. Artık, Milas’ta, Ephesos’te, Atina’da, gücünü tanrıdan alan soylu egemenliği bitmiş, yerine gücünü “para”dan alan tacirlerin egemenliği başlamıştı.
Durum böyle olunca, insanların yaşam tarzı da değişmişti. Artık insanların toplanma yerleri tapınaklar, dinsel adak yerleri olan altarlar, manastırlar olmaktan çıkmış, kentlerin, kasabaların en işlek yerleri olan agoralar (pazar meydanları) olmuştu. Haberler buradan öğreniliyordu. Buralardan yayılan haberlerin nitelikleri de değişmişti.
Eskisi gibi, “Persler binlerce kişilik bir ordu ile Pamphilia üzerine yürüyormuş”, “Spartalılar yine Attika’ya karşı saldırıya geçmişler” haberlerin yerini ekonomi haberleri almıştı: “Pers kralı 10 bin dareikos (Pers para birimi) harcayarak yeni bir ordu kuruyormuş; çok kılınç ve kumaş satın alacak”, “Mısır’da kuraklık olmuş, buğday azalacak”. “Ephesos’dan bir gemi dolusu şarap gelmiş ama öncekilere göre daha pahalı”.
Toplumsal yaşam bu noktaya geldikten sonra, yasalar da buna göre biçimlenmeye başlamıştı. Artık, daha önceden olduğu gibi, tüccar demirci yasalar karşısında “bir hiç” değildi. Yasalar onların haklarını da koruyordu. Bir kimse, bir başkasından borç aldıysa “faiziyle birlikte” ödemek zorundaydı. Böylece, günümüze kadar uzanan ve artık karmaşık bir yapı alan “faiz” eski tarihte ilk kez Ege uygarlıklarında bir “yasa”ya kavuşmuştu.
İşte, daha o yıllarda, yasal zemin bulan “faiz” günümüzde de, kimilerinin zenginliğine zenginlik katarken, kimilerini ağır borç yükleri altında inletmeye, kölelik çoktan kaldırılmış olsa da, birçoklarının da özgürlüklerini demir parmaklıklar ile karartmaya devam ediyor. Ağır faiz yükü, yalnızca küçük ihtiyaç sahiplerini sarsmakla kalmıyor, dev gibi şirketlerin ağır kapılarını açılmamak üzere kapatıyor, milyonların vergileriyle doldurulan Hazine kasalarını, borç ağırlığına dayanamayıp, parçalanıp çöken baraj setlerinden boşanırcasına boşaltıyor.
Örneğin, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye, ilk adımı attığımız bu yeni yıl boyunca, 6 milyar 554 milyon doları kısa vadeli borçlardan, 64 milyar 415 milyon doları da uzun vadeli borçlardan oluşan toplam 70 milyar 970 milyon dolar dış borç ödeyecek. Bu dış borçların 12 milyar 568 milyon dolarlık bölümünü de faizler oluşturacak. Bir başka deyişle, Türkiye, bugünün döviz kurlarına dayalı hesaplamalara göre, yıl boyunca her saniyede 11 bin 956 lira faiz ödeyecek.
Bu saniyelik ödeme, yeni yılın asgari ücretinden düşük kalsa da, 2023 yılının 11 bin 402 liralık asgari ücretinin 554 lira üzerinde; dolayısıyla bu yılın 17 bin 2 liralık asgari ücretine de dolar 42.6 liraya yükselince ulaşacak. Kısacası, halen saniyede 2023 yılının asgari ücretinden de yüksek dış borç faizi ödeyen Türkiye, döviz yükseldikçe yeni asgari ücret kadar ve belki de daha fazlasına karşılık gelecek kadar faizi her saniyede ödeyecek.
Buradan da anlaşılacağı üzere; Türkiye dış borçlanmaları elbette döviz cinsinden yapıyor ve bu döviz cinsinden borçlanmaların önemli bir bölümünü de döviz bazlı devlet tahvilleri üzerinden oluyor. Commodity.com’da yapılan bir değerlendirmede de vurgulandığı gibi: “Bu para birimi seçenekleri yatırımcılar için harika; ancak liranın değeri düştüğünde Türk hükümeti için bir sorun. Bu tahvillerin faizleri, tahvillerin yazıldığı para birimlerinde geri ödenmek zorunda. Ülke borcunun neredeyse yarısı başka para birimleri bazlı olduğundan, borçlar karşılığı ödenecek faiz maliyeti, hükümet bütçesinin daha büyük bir bölümünü ortadan kaldıracak, sosyal destek ve kamu yatırımları için mevcut parayı azaltacaktır.”
Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre, brüt dış borçların 168 milyar 854 milyon doları kısa vadeli, 313 milyar 785 milyon doları da uzun vadeli oldu. Bu borçların 194 milyar 806 milyon doları kamu, 45 milyar 714 milyon doları Merkez Bankası’nın ve 242 milyar 119 milyon doları da özel sektör dış borçlarından oluşuyor.
Ayrıca, kamu borçlarının 120 milyar 172 milyon doları genel yönetimin, 61 milyar 309 milyon doları finansal kuruluşların borçlarından oluşurken, özel sektör dış borçlarının 88 milyar 762 milyon doları finansal kuruluşların ve 153 milyar 357 milyon doları da finansal olmayan kuruluşların borçlarından oluştu.
Gelelim, tahvil borçlarına; yine Bakanlık verilerine göre, kısa vadeli dış borçların 217 milyon doları resmi alacaklılara olan borçlardan ve 978 milyon doları da tahvil borçlarından oluştu. Ayrıca, Türkiye’nin uzun vadeli dış borçlarının yüzde 42.8’ine karşılık gelen 134 milyar dolarlık bölümü özel alacaklılara olan borçlardan, yüzde 17.5’ine karşılık gelen 54 milyar 844 milyon doları resmi alacaklılara olan borçlardan ve yüzde 39.7’sine karşılık gelen 124 milyar 504 milyon dolara karşılık gelen bölümü de tahvil borçlarından oluşuyor ve toplam brüt dış borçların;
– 286 milyar 163 milyon doları ABD doları,
– 131 milyar 917 milyon doları euro,
– 4 milyar 992 milyon doları Japon yeni,
– 7 milyar 149 milyon doları SDR (IMF Özel Çekme Hakları),
– 20 milyar 910 milyon doları TL,
– 31 milyar 508 milyon doları da diğer döviz cinsi borçlardan oluşuyor.
Buradan da anlaşılacağı gibi, Türkiye ekonomisindeki sorunların tümü “bir borç krizi”nin değil, “bir döviz krizi”nin işaretleridir.
Uzmanlara göre de, bu sorunlara şunlar neden oluyor:
– İç siyasi istikrarsızlık,
– Uluslararası diplomatik hatalar,
– Büyük dış ticaret açığı,
– Büyümesi tek bir sektöre (inşaat) bağımlı bir ekonomi,
– Düşük döviz rezervleri,
– Özel sektörde döviz kredilerine aşırı bağımlılık.
Kağıt da dahil, birçok sektörde ve özellikle de, hızlı nüfus artışına karşın, tarımda üretimin büyük ölçüde düşmesine karşılık, korunup-kollanan inşaat sektörü de, liranın değer kaybına bağlı olarak sarsılmaya başladı. Analistlere göre, dövizdeki tırmanışın sürmesi, inşaat sektörünün üzerindeki baskıyı da artıracak ve Türkiye ekonomisini “mahvedebilecek.”
Analistler, Türkiye ekonomisinde çöküşe neden olabilecek olası gelişmeleri şöyle sıralıyor:
– Düşen lira, emlak geliştiricilerinin gelirlerini döviz cinsinden düşürebilir.
– İnşaat şirketleri döviz kredilerini geri ödeyemeyebilir.
– Büyük inşaatlar yarım kalabilir.
– Yeni inşaatlardan depozito ödeyerek ev/daire alanlar yatırımlarını kaybedebilir.
– İnşaat şirketlerine kredi veren bankalar kredilerini geri alamayabilir.
– Yerel bankalar borçlarını kapatamaz veya mevduat sahiplerine geri ödeme yapamayabilir.
– Bankaların yaşadığı sorunları gören mevduat sahipleri paralarını çekmeye çalışabilirler.
– Kamunun banka garanti programı mevduat sahiplerine tazminat ödemek zorunda kalabilir.
Kısacası, analistlerin uyarıları büyük ölçüde, “beşli çete”yle anılan dev lokomotif sektörde olası bir sarsıntının, uzun süredir taşıdığı ülke ekonomisini bir hamlede sırtından atabileceği yolunda. Birçoklarımız zaten, çevremizde gördüğümüz bazı dev inşaatların bir türlü bitemediğini gözlemliyor olmalı. Özellikle, İstanbul gibi büyük metropollerdeki, birçoğu rezidans ya da ofis binaları olmak üzere çok sayıda multimilyon dolarlık dev inşaat projelerinin aylardır yerinde saydığına tanık olduklarını söyleyenler giderek artıyor.
Öyle anlaşılıyor ki, enerjiden, tarımsal ürünlere, kağıttan, cep telefonuna, birçok ürünün ithalatında kullanılan dövizler, lira karşısında değerlendikçe borca sarılan Türkiye’nin artan dış borçları, bir kez daha büyük bir ekonomik sarsıntıyı tetikleyecek gibi görünüyor.
Ancak, artan riskler nedeniyle füze gibi yükselen faizler, hızla büyüyen dış borçları, eskilerin dediği gibi, “yiğidin kamçısı” olmaktan çıkarıyor, “ekonominin balyozu”na dönüştürüyor. Yüksek faiz almadan hiçbir kurum, kuruluş borç vermiyor; yüksek faizli borçlar da, artan dış ticaret açığının da etkisiyle yeterli döviz kazanılamadığından, başkalarının paraları (SWAP) için yeni kapı kapı dolaşmak zorunda kalınıyor. Suudi Arabistan Kalkınma Fonu ile Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’na 5 milyar dolarlık mevduat yatırılması konusunda 6 Mart 2023 tarihinde anlaşma imzalandı. Azerbaycan devlet petrol fonu Sofaz’ın da Merkez Bankası’nda 1 milyar euroluk depo mevduat hesabı bulunuyor. Merkez Bankası’nın Çin ile 6 milyar dolar, Katar ile 15 milyar dolar, Birleşik Arap Emirlikleri ile yaklaşık 5 milyar dolar ve Güney Kore ile de 2 milyar dolar olmak üzere toplam 28 milyar dolar karşılığı swap anlaşması bulunuyor. Bankacıların hesaplamalarına göre swapların 23-24 milyar doları rezervlerde bulunuyor. Kısacası, Türkiye dış borç almaya kalktığında, bu ülkelerin Merkez Bankası’nda bulunan mevduatını ya da swap anlaşmalarını garanti olarak gösterebiliyor.
Yükselen borçlar ve faizler, döviz kurlarını ve enflasyonu tetikliyor; dolayısıyla, ücretlerde sağlanan artışlar, kısa sürede etkisiz kalıyor. Kredi için dayandıkları banka kapılarından geri çevrilenler, ellerindeki kredi kartlarının yüksek faizlerine katlanarak geçinmeye çalışıyor; ancak, borcu ödenemeyen kredi kartları da kullanılamaz duruma gelince, çareler de tükeniyor. Halkın, yasaların kurucusu Hammurabi gibi bir başvuru mercii olsaydı, belki çözüm de olurdu. Günümüzden 3750 yıl önce içinde bulunduğumuz coğrafyanın büyük bölümünü yöneten Hammurabi, halkın kapısına dayanıp, faizcilerden dert yandığında söylediği şu sözleri söyleyebilecek bir güç artık yok ve bulmak da zor:
“Yer ve göğün büyük hâkimi tanrı Şamaş’ın emriyle, memlekette doğruluk parlasın. Her birinizin anlattıklarından anladığıma göre, sizler, toprak, hayvan almak, ev yapmak, buğday, arpa, mısır ekmek gibi çeşitli nedenlerle borçlanmışsınız. Size borç verenler, hasat zamanı gelip borçlarını almak istediklerinde, sorunlar yaşamışsınız. Bu alacaklılar, sizden borcun yanında çok fazla faiz istemişler; bunun da anlaşma tabletlerinde olduğunu sizlere göstermişler. Bundan böyle, benim topraklarımda, hiçbir kimse, özgür insanlara verdiği, gümüş borcundan bir şekel dahi fazladan faiz alamayacaktır. Bundan böyle, benim topraklarımda, hiçbir kimse, özgür insanlara verdiği, buğday ya da arpa borcundan, fazladan bir tane dahi buğday ya da arpayı faiz olarak alamayacaktır. Bundan böyle, izin verilenden fazla faiz ile verilen borcun tableti (sözleşme) kırılacaktır. Bir kimse borçlanmışsa, bir fırtına tahılları yere yatırmış ya da hasat başarılı olamamışsa veya susuzluktan tahıllar büyüyememişse o yıl alacaklısına tahıl vermesi gerekmez. O yıl için hiçbir kira ödemez. Bir özgür kişinin ve vergi mükellefinin tarlası, bahçesi veya evi gümüş (para) karşılığı satılmayacaktır. Eğer bir özgür insan, vergi mükellefinin tarlasını, bahçesini ya da evini satın alırsa, tableti kırılacak, ödediği parayı kaybedecek, tarla, bahçe ve ev sahibine dönecektir.”