Emekli diplomat Engin Solakoğlu’nun soL Haber’deki köşesinde çıkan yazısı:
2023 iyi bir yıl değildi. Türkiye tarihinin en yıkıcı çifte depremini yaşadık. Akepe döneminde birçok alanda gördüğümüz gibi ölülerimizin sayısını bile tam öğrenemedik. Hatay’da hâlâ on binlerce insan sağlıksız koşullarda hayatta kalmaya çalışıyorlar. Hile hurdasından, seçimi kaybetmek için elinden geleni yapan düzen muhalefetine kadar neresinden tutsak elimizde kalacak bir “seçim” sürecine tanık olduk. Sonuç Türkiye Cumhuriyet tarihinin en sağcı meclisi oldu.
Cumhuriyetin 100. yılını kutladık. Müesses nizam, kutlama törenlerini izlemek için Vahdettin Köşkü’nde sıralandı. Neyse ki halk kendi Cumhuriyetine sahip çıktı ve meydanı apoletli/apoletsiz “mış” gibi yapanlara bırakmadı.
Başımıza daha kötü bir şey gelmeden yılı bitiriyoruz derken Türkiye’de milyonları ilgilendiren ayaktopu meselesi ortalığı fena halde karıştırdı. En sona bırakmadan yazalım. Pek güzel oldu!
Son 48 saattir memleket bununla yatıp bununla kalktığı için ayrıntıya girmek gereksiz. Fenerbahçe ve Galatasaray arasında Riyad’da oynanması planlanan Süper Kupa maçı gerçekleşmedi. Maçın başlamasına kısa bir süre kala takımlar sahaya çıkmama kararı aldılar ve Türkiye’ye döndüler.
Benim anımsadığım bu Riyad projesinin Temmuz ayından beri konuşulduğu. Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Büyükekşi 16 Ekim’de maçın kesin olarak Suudi Arabistan’da oynanacağını açıklamıştı. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin geleneksel olarak en kıdemli üyelerini bünyesinde barındıran Divan Kurulları ayrı ayrı toplanarak Kulüp yönetimlerine Riyad’a gidilmemesi ve maçın Türkiye’de oynanması gerektiği yönündeki görüşlerini bildirmişlerdi.
Yönetimler kulaklarının üstüne yattılar. Başlarını başka yönlere çevirdiler. Biz söyleyince kızıyorlar ama baktıkları yön “Kasa”nın yönüydü. Salt kulüplerin alacağı paralarla ilgili değildi bu tavır. Suudi kraliyet yönetimini “tüylerinin yönünde okşama” peşindeki Akepe düzeniyle dert çıksın istemiyorlardı. İşleri gıcırdı. Yüksek enflasyon reel kârları katlıyordu. Örgütsüzleştirilmiş halk ve emekçiler açlıkla ölüm arasında sıkışıp kalmışlardı. 12 Eylül’den beri elleriyle besleyip büyüttükleri tarikat düzeni sistemde oluşabilecek gedikleri tıkamak için iş başındaydı. Şimdi durup dururken işleyen çarka çomak sokmanın alemi yoktu. Zaten toplumun belleği alabildiğine daraltılmıştı. Biraz bağırıp susar, nihayetinde hayat gailesine ve “forma aşkı”na teslim olurlardı.
Olmadı. Tepkiler yükseldi. Sokağa çıkamayan, çıkartılmayan halk telefon ve bilgisayar klavyelerine yüklendi. Bunun üzerine köşeye sıkışan, en başta kabul etmemeleri gereken bir ahlaksız teklife seve seve boyun eğen kulüp yöneticileri, ipe un sermek zorunda kaldılar. Zira bir yandan da taraftar “müşteri”ydi ve müşteri her zaman haklıydı. Bu yüzden Suudilerin kabul etmeyeceğini bildikleri koşulları dayatmaya çalıştılar. Kazan-kazan stratejisiydi bu. Koşullar kabul edilseydi Türkiye halkına dönüp “Bakın iyi ki gelmişiz, Suudilere boyun eğdirdik” diyebileceklerdi. Kabul edilmeseydi -ki doğal olarak öyle oldu- Türkiye’ye kahraman olarak dönecekler, esasen sermaye sahipleri olarak yıkılmasında birinci derecede kusurları bulunan Cumhuriyet’in “son dakika” kurtarıcıları olarak çalım satacaklardı. Öyle de yaptılar, en azından yeltendiler.
Bu konuyla ilgili görüşlerimi 30 Aralık gecesi Tele1’de yayınlanan “Türkiye’nin geleceği” programında anlatmaya çabaladım.
Yazının devamını okumak için tıklayın