Ankara’daki Rus Büyükelçisi Andrey Karlov’un suikasta kurban gitmesinin yedinci yıl dönümünde eşi Marina Karlova ile yaptığımız söyleşiyi yeniden yayınlıyoruz…
***
Marina Karlova, 19 Aralık 2016’da Ankara’da menfur bir saldırı sonucu öldürülen Rus Büyükelçi Andrey Karlov’un 41 yıllık hayat arkadaşı. Hep eşinin yanında olan, kendi mesleğinden ve birçok şeyden fedakarlık eden Bayan Karlova söyleşimizde, yaşanan bu acı olaya, eşiyle olan hayat arkadaşlığına, Karlov’un nasıl bir insan olduğuna ve eşinden sonraki hayatına dair içten açıklamalarda bulundu, Türk halkına mesajlar verdi.
Söyleşimizin ilk bölümü Bayan Karlova’nın Uluslararası Andey Karlov Vakfı’ndaki ofisinde gerçekleşti. Bayan Karlova daha sonra nezaket göstererek evine davet etti ve Sayın Karlov’un 88 yaşındaki annesi Mariya Aleksandrovna ile de tanışmamızı sağladı. Sayın Karlova’nın yaşadığı evin bir odası tamamen anı odası olarak düzenlenmiş. Burada ona ait önemli fotoğraf ve eşyalar bulunuyor….
– Marina Hanım, biraz sizi tanıyabilir miyiz? Doğduğunuz şehir, aileniz, mesleğiniz, bunlardan bahsedebilir misiniz?
– Asker bir ailede doğdum. Babam Harp Akademisinde hocalık yapıyordu. Babasını küçük yaşta kaybetmişti, annesi yetiştiriyordu. Ama İkinci Dünya Savaşı’nda bir Nazi bombardımanı sırasında annesini kaybetti ve yetim kaldı. O dönemde lisede okuyordu. Annesini de kaybedince vatanını savunmak için askeri okula gitti. Okuldan mezun olduktan sonra evlendi ve tayini Doğu Almanya’ya çıktı. Ben orada doğdum, Magdeburg şehrinde. İki yaşımdayken döndük ve Uzak Doğu’da görev yaptık. Yüksek eğitimim Moskova’da finans enstitüsünde oldu.
– Sayın Karlov’la nasıl tanıştınız?
– Kendisi ile metroda tanıştık. Daha doğrusu ortak bir arkadaşımızla beraberlerdi ve karşılaşınca bizi o tanıştırdı. O zaman bir elektrik oluştu aramızda ve arkadaşlık etmeye başladık. İkimiz de üniversitede okuyorduk. Tanıştıktan üç yıl sonra evlendik. Eşim MGİMO üniversitesinde son sınıftayken ve mezun olur olmaz Kuzey Kore’ye tayini çıktı ve oraya gittik.
– Diplomat eşi olmak nasıl bir şey, sürekli farklı ülkelerde bulunmak, daha sorumlu ve dikkatli davranmak, kendi iş ve mesleğinizden feragat etmek…
– Dediğiniz gibi, bu çok zor bir iş aslında. Bizim kızlar hep bir diplomatla evlenmek ister ama zorluklarını bilmezler tabii. Çok şeyden feragat etmek gerekiyor. Eşim işinde herhangi bir olumsuzluk yaşamasın, ev ve aile konularını düşünmesin diye çok çaba harcardım. 16 yıl Kuzey Kore ve 5 yıl Güney Kore’de görev yaptı. Ben görev süresince hep onun yanında oldum. Ev işleriyle, yemek işleriyle, oğlumuzun eğitimiyle ben ilgilendim. Ama akşam olunca da saçımı yaptırıp, giyinip, resepsiyonlara gitmem gerekiyordu tabii. Gerçekten aktif olmak, çok uğraşmak gerekiyor. Ama ben eşimi çok seviyordum ve hiçbir zaman bundan yakınmadım.
– Hiç çalıştınız mı?
– Evet Moskova’ya döndüğümüzde bir kamu bankasında çalıştım.
– “Uçak Krizi” sırasında çok zor bir dönemde sayın Karlov Türkiye’de görev yaptı, neler yapıyordu, neler düşünüyordu?
– Biz Türkiye’ye 2013 yılında gittik. O zaman sevinmiştim. Çünkü iklim güzeldi ve bol bol denize girerim diye düşünüyordum. Ama öyle olmadı. Eşim çok çalışıyordu ve pek tatil yapamıyorduk. Uçak Krizi dönemi bizim için de çok zor oldu. Eşim ilişkilerin düzelmesi için çok çaba gösteriyordu. Sürekli çalışıyordu. Ama işlerinden bana hiç söz etmezdi.
– Üzüldüğü, strese girdiği oluyor muydu hiç?
– Hayır böyle şeyleri bana hiç yansıtmazdı. Zaten iyi bir diplomattı ve işinin gereğini yapıyordu.
– Eşinizin öldürüldüğü gün, yani 19 Aralık 2016’da, Ankara’da Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde fotoğraf sergisi açılışı vardı. Siz neredeydiniz o sırada, neler yaşandı, zor olduğunu biliyorum ama biraz bahsedebilir misiniz?
– O konuşurken karşısında gazeteciler, kameralar vardı. Her şeyi kaydediyorlardı. Ben onu tam göremiyordum. Bu olay olduğunda ben ona bakmıyordum. Farklı bir tarafa bakıyordum. Onu görmüyordum. Allah herhalde bu şekilde beni korudu, o manzarayı görmemiş oldum.
Önce patlama sesleri duymuştum. Belki bir tür havai fişek atılıyor zannettim ama sonra herkes birden bağırmaya, çığlık atmaya ve yere yatmaya başladı. Yanımda Büyükelçilikten bir arkadaşım vardı ve beni zorla yere yatırdı, yat dedi. Beş dakika böyle yerde kaldık. Sonra başımı kaldırdım, etrafa bakmaya başladım. Herkes yatıyordu. Eşim nerede diye düşündüm. Kaçtığını, saklandığını sandım. Onu arıyordum. Sonra gördüm . Orada yalnız yatıyordu. Ellerini açmış şekilde tek başına yatıyordu. O zaman öldüğünü düşündüm.
Korkulu bir rüya gibi geldi bana. Böyle bir şey olamaz diye düşünüyordum, inanmak istemiyordum. Ona, bana, bize böyle bir şey olmuş olamaz diye düşündüm. Algılayamadım, anlayamadım. Sanki aklım durmuş gibiydi. Şok içerisindeydim. İnsanın galiba şuuru kapanıyor böyle bir durumda. Ta ki bizi oradan çıkarana kadar bu durum devam etti. Arabaya bindiğimde ne olduğunu artık anlamıştım ve birden ağlamaya başladım.
Sonra Büyükelçiliğe götürdüler. Televizyonları açtım ve eşimin ağır yaralı olduğunu haberlerden öğrendim. Hastaneye kaldırıldığını duyduk. Beni de bir an evvel hastaneye götürün diye rica ettim. Hastanede ayrı bir odaya götürdüler ve biraz bekleyin dediler. Tek başıma bıraktılar. Orada dizüstü çöktüm ve dua etmeye başladım hayatta kalması için. Sonra doktorlar geldi ve kurtaramadıklarını söylediler.
Herkes yanıma gelip özür diliyordu. Sonuçta onlar suçlu değil ki, insanlar bana geldiklerinde herkese sarılıyordum. Siz suçlu değilsiniz, kendinizi suçlu görmeyin diye teselli ediyordum. Bu uluslararası terörizmdir ve Türkiye’nin bu olayda bir suçu yoktur diyordum.
– Türkiye’de böyle siyasi cinayetler, terör saldırıları oldu. Mesela Uğur Mumcu cinayeti gibi… Bu durumlar toplumu sarstığı gibi eşlere farklı bir acı ve sorumluluk yüklüyor olmalı?.
– Evet böyle durumlar çok farklı durumlar. Her insan bunu kendince farklı şekilde yaşıyor içinde ama bu olay sadece bu suikast sonucunda ölmüş insanın eşine, ailesine değil bütün ülkeye, topluma yapılmış oluyor. Bu tür suikastların mutlaka bir amacı var. Eşime yapılan suikast Rusya ve Türkiye’nin arasını açmak için yapılmış bir eylemdi. Bu nedenle bu olayın içinde bir kişi değil, çok farklı güçler ve organize gruplar vardı bence.
Çok mutluyum ki iki ülkenin liderleri yapıcı bir yaklaşımla bu olayın ilişkileri bozmasına izin vermedi. Aksine durum karşısında farklı şekilde davrandılar. İlişkileri daha da geliştirmeye çalıştılar.
– Sayın Putin bu olayın Rus Türk ilişkilerinin normalleşmesini bozmaya yönelik bir provokasyon olduğunu, ayrıca Suriye’deki barış sürecini bozmaya yönelik bir provokasyon olduğunu söylemişti, gördüğüm kadarıyla siz de bu şekilde düşünüyorsunuz…
– Evet elbette. Onun hayatını verdiği mesleki emekleri boşa gitmemiş oldu. Bu olaydan sonra ilişkiler belki de daha sağlam bir zemine oturdu. Benim için önemli olan eşim bu dünyadan ayrıldıktan sonra bile vatanına ve Rus-Türk dostluğuna hizmet ediyor olması.
– Böyle bir olay size nasıl bir sorumluluk yükledi?
– Uzun süre içimde yaşadığım krizden çıkmaya çalıştım. Çok zor bir süreçti. Kendimi hayatta kalmaya ikna etmeye çalışıyordum. Aslında dostlar, akrabalar yardım ettiler. Yanımda oldular. Sonra eşim adına bir Vakıf kurulmasının teklif edilmesi önemli oldu ve farklı bir hayat başlamış oldu benim için.
Şu an ben artık farklı bir sorumluluk içerisinde olduğumu düşünüyorum. Eşimin hatırası olarak faydalı bir şey yapacağımı anlamış oldum. Şu an yaptığım her şeyi onun hatırası için, onun emaneti için yapıyorum. Bunun için başta Naki Karaaslan olmak üzere destek veren herkese çok teşekkür ediyorum. Zor günlerde bana destek oldular. Böyle bir Vakfın faaliyetlerinde destek oldular. Bu vakfın Rus-Türk Vakfı olması da benim için mutluluk verici. Bu bir semboldür, Rusya ve Türkiye arasındaki dostluğun sembolüdür.
– Uluslararası Andrey Karlov Vakfı 2017’de kuruldu ve bu zamana kadar önemli işler yaptı. Vakfın Başkanlığını yapıyorsunuz, önemli hedefleriniz var. Türkiye ve Rusya arasındaki kültürel ve insani ilişkilerin gelişmesi yanında uluslararası bir barış misyonu da var… Neler söylersiniz?
– Baştan sadece bir hayır Vakfı gibi düşünmüştük ama daha sonra bu Vakfın çok daha geniş kapsamlı bir faaliyet içerisine girmesi gerektiğini anladık. Şu anda Vakfımız kültürel işbirliği konularına ağırlık veriyor, ortak aile çocuklarının sorunlarına, eğitim konularındaki projelere, sosyal amaçlı projelere destek veriyor. Bu nedenle bundan sonraki yıllarda çok daha yararlı işler yapabileceğimizi düşünüyoruz. Türk iş adamlarına teşekkür ederim. Ayrıca dediğiniz gibi uluslararası bir misyon da var. Burada Vakfın çalışmalarına destek veren herkese ayrıyeten teşekkür etmek istiyorum. Başta hiçbir desteği esirgemeyen Rus Türk İşadamları Birliği olmak üzere, Rönesans, Enka, Kastamonu Entegre, Coral, Credit Europe Bank, TOBB, Efes, Vitra, Monotekstroy ve Antmarin Gruba teşekkür ederim.
– Olayın aydınlatılması adına bugüne kadar yapılan çalışmaları nasıl görüyorsunuz, takip ediyor musunuz?
– Anladığım kadarıyla Türkiye’deki soruşturma ve yargılamada, bu olayla bağlantılı insanlar var. Ben bu yargılama süreci konusunda detaylı bilgiye sahip değilim. Ama gelişmeleri bilmek isterim. Bu menfur saldırı ile alakalı olan insanların tutuklu olduğunu biliyorum. Rusya’da da bir yargı süreci var. Bunların Türk yetkili kurumlarla diyalog içerisinde olduklarını biliyorum. Umut ediyorum ki önünde sonunda açıklığa kavuşacak ve adil bir karar verilecek. Bana da bildirirler diye düşünüyorum. Ben bu insanların idam edilmesini ya da kanını istemiyorum. Sadece durumun açıklığa kavuşmasını ve arkasında gerçekten kimin olduğunun çıkmasını istiyorum. Ama dediğim gibi benim için bu çok da önemli değil artık. Çünkü eşimi hiçbir şekilde geri getiremeyeceğim. Ayrıca masum insanların, suçsuz insanların da böyle bir şeyden cezalandırılmasını istemiyorum ve Türk adaletine güveniyorum.
– Bunun bir uluslararası terör olduğunu, örgütlü bir iş olduğunu Türklere, Türk halkına mal edilecek bir konu olmadığını, daha ilk başta söylemiştiniz. Bu çok önemli, özel bir tavırdı…
– Bu her şeyden önce eşimin benim üzerimdeki etkisi. Biz 41 yıl evli kaldık. Birçok olaya onun gözüyle bakmaya ve algılamaya başladım. O yüzden o anki duygularımın içimde kalması lazımdı. Başka insanları suçlama hakkım yoktu. En kolayı bu olurdu belki de. Bir ülkeyi suçlamak, “bu ülke kocamı aldı” demek kolay olurdu. Ama düşündüm, eşim böyle bir durumla karşılaştığı zaman ne derdi. O profesyonel bir diplomat olarak durumu anlamaya, gerçek kaynağını çözmeye çalışırdı ve en iyi kararını vermeye çalışırdı. Bu yüzden ben de o günlerde eşim yanındaymış gibi, eşimin gözüne bakıyormuşum gibi davranmaya çalıştım. Eşimin öbür dünyadan beni görerek, tavrımı görerek “Sen her şeyi doğru yaptın Marina” demesini isterim.
– Marina Hanım, Türk Rus ilişkilerinin seyrini nasıl görüyorsunuz?
– İlişkilerimiz gelişmeye devam ediyor. İki liderin çok sık görüşmesinden de anlıyoruz bunu. Her seferinde haberlerde ya bir telefon görüşmesi ya bir yüz yüze görüşme yapıldığını görüyorum. Eşimin resmine bakıyorum ve diyorum ki “Sen ölmüşken bile öbür dünyadan çalışmaya devam ediyorsun Rus Türk halkları için”. Geçenlerde öğrendim Türkiye ve Rusya arasında altmıştan fazla kardeş şehir varmış. Biz Vakıf olarak bu şehirlerin bir derneğini kurmaya çalışacağız. Ortak kültürel etkinliklerin daha fazla düzenlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
– Sayın Andrey Karlov nasıl bir insandı, nasıl bir eşti?
– Çok romantik bir insandı. Beni çok severdi. Oğlunu, annesini, torunları çok severdi. Annesi de olay sırasında Türkiye’deydi aslında. 85 yaşındaydı ve annesinden uzak kalmamak için yanına almıştı. Yalnız bırakmamıştı. Tam bir aile insanıydı, çok iyi bir eşti. Çok iyi bir babaydı. Hafta sonları evde kendisi yemek yapmayı çok severdi. Çok güzel çorba yapardı, Kore çorbası yapardı. Bütün aile toplanırdı, kendisi servis yapardı. O gün servis günü onundu. “Daça”’yı (sayfiye) çok severdi. Onun için zihnen dinlendiği bir yerdi orası. Moskova’da kaldığımız dönemlerde cuma akşamı işten sonra mutlaka Daça’ya giderdik. Bazen 4 saat trafik olurdu ama derdi ki ben sabah Daça’da uyanmak istiyorum. Ertesi gün çok erken kalkardı. Bahçeye çıkardı. Neler yapılabileceğini kontrol ederdi. Her şeyi kendisi ekerdi, bakımını yapardı. Biz ona sadece yardımcı olurduk ama hep yanında olmamı isterdi. Bir şey yapamazsam, yardımım olmasa da öyle onun yanında durmamı isterdi. Yanımda otur yeter derdi bana. Tam bir aile insanıydı. Herhalde taşradan geldiği için çiftçilik merakı vardı. Toprakla çalışmayı çok severdi. Onu her zaman bahçede kürekle bir şeyler kazarken ve bir şeyler taşırken hatırlıyorum.
Akşamları oturur küçük bir ateş yakardık. Mangal yapardık. Ateşin etrafında otururduk. Şaraplarımızı alıp göle bakardık. Küçük bir gölümüz vardı, kendisi yapmıştı bahçede. İçinde güzel rengarenk balıklar vardı. Beraber bu gölün yanında oturmayı çok severdik. Balıkları seyrederek, ateşi seyrederek, suya bakarak, bir de akşam güzel bir şarap ve yemek olsun yeterdi. Sohbet edip yemek yerdik. Daha neler yaşayabiliriz, neler yapabiliriz diye hep hayaller kurardık.
Eşim Andrey Karlov çok romantik bir insandı. Bana sürprizler yapmayı severdi. Hediyeler alırdı. Paltoyu giyerdim, elimi cebime soktuğunda bakardım bir hediye var. Yatıyorum akşam yastığın altında bir sürpriz buluyorum. Mesela ben Gala çiçeğini çok seviyorum. 30 Ocak’ta Türkiye’de doğum günümde sevdiğim Gala çiçeklerini bulamamış. Hollanda’dan bir sepet siparişi vermişti. Sabah getirmişlerdi bana. Hep bunlar aklıma gelir. Uzun süre yaşadık ama bir an bile bu alışkanlıklarından vazgeçmedi. Ayrıca çok esprili bir insandı. 41 yıl birlikte yaşadık, hep gülerek, birbirimizi iğneleyerek, şakalaşarak… Neşe içerisinde, sıkılmadan, güzel yıllar yaşadık. Çok az tartıştığımız olmuştur. Ama çok güldük ve mutlulukla yaşadık.
Annesinin 85. doğum gününde bir madalya yapmıştı, 85. sınırı geçmeye hak kazandın, demişti. Bir tören havasında söylemişti bunları. Öyle büyük bir çiçek yaptırmıştı ki iki kişi zor taşımıştı. Annesine çok saygılıydı.
Eşim sadece işinde ve siyasette değil, aile içinde de, günlük hayatta da, hatta sahip olduğumuz hayvanlar arasında da barış inşa etmeye çalışırdı. İncil’de bir söz vardır, barış yapanlar cennete giderler, onlar Tanrı’nın yanında olacaklardır, diye. Bu yüzden onun orada olduğundan eminim.
– Türkiye’de sevdiği şeyler, yemekler var mıydı?
– Türkiye’de balık çok severdi. Tabii ki kebapları da çok severdi. Bizi yemeğe götürürdü. Hemen Adana söylerdi. Rusya’dan konuklar geldiğinde kebap yemeğe götürürdü. Çok sevdiği Günaydın restoran vardı. Son gününde de sevdiği bir balık restoranında, Trilye’de arkadaşlarımızla yemek yiyip ondan sonra gitmiştik sergiye.
– Türk halkına bir mesajınız var mı?
-Türk halkıyla uzun yıllardır, asırlardır köklü ilişkilere sahibiz. Bu ilişkiler hiçbir zaman kolay olmadı. Genel tarihimize bakarsanız savaşların olduğu dönem aslında çok kısa bir zaman almış. Barış döneminin mümkün olduğu kadar uzatılması bizlerin elinde. İlişkilerin istikrarlı olmasını sağlamak bizim elimizde. Şu an Türkiye’yle hiçbir zaman yaşanmayan bir süreç yaşanıyor. Çok fazla Rus turist gidiyor. Türkiye’de iklim çok güzel, insanlar açık ve güler yüzlü. Aynı şekilde Türk insanları da Rusya’ya daha çok gelmeli. Belki kışın da olsa, soğuk da olsa gelsinler. Rusya’yı farklı gözlerle görsünler. Rusya farklı ve güzel bir ülke. İnsanları da güzel. Ruslar da misafirperverdir. Bunları görmelerini isterdim. Türkiye’de yaşadıktan sonra anladım ki çok fazla ortak yanımız var. Aile kavramı, büyüklere saygı, yardımlaşma her iki toplumda da çok önemli. Aynı tepkileri veriyoruz. Olaylara aynı şekilde seviniyoruz, aynı şekilde mutluluklar yaşıyoruz. Benzer şekillerde üzülüyoruz ve üzüntüyü paylaşmak istiyoruz. Dolayısıyla insanlarımız arasında çok ortak nokta var. Çok sayıda evlilik var Ruslarla Türkler arasında. Bunlar önemli şeyler. Yabacılarla evlenen çok insan var ama bana Türkler daha yoğun gibi geliyor. Çünkü ortak yanlar çok.
*** *** ***
Söyleşinin ikinci bölümünde Sayın Andrey Karlov’un annesiyle de konuştuk:
– Bayan Mariya Aleksandrovna, bu menfur olay bizleri de çok etkiledi ve üzdü. Acınızı paylaşıyoruz. Nasılsınız?
– Tamamen katılıyorum sözlerinize. Türk halkı da çok derinden sarsıldı bunu biliyorum. Çünkü son gün cenazeyi götürürken Türk halkının ne kadar samimi başsağlığı dilediğini ve ne kadar üzüldüğünü biz de gördük. Hiçbir zaman Türk halkını ve katili aynı gözle görmedik. Teşekkür ediyorum.
– Başka çocuğunuz var mı?
– Evet bir kızım var. Andrey’den altı yaş küçük.
– Andrey Bey nasıl bir çocuktu, nasıl bir gençti?
– Belki şu an yaramazlıklarını unuttum. Çok zaman geçti tabii. Ama aslında çok uysal biriydi. Bazen şaka olarak bana “anne ne kadar şanslısın, benim gibi bir çocuğun var” derdi. Çok iyi okuyordu okulunda. Üniversite de çok başarılıydı. Görev yaptığı ülkelerde- ben de çoğuna gitmiştim- genelde takdir ve teşekkür topluyordu. Çok dikkatliydi, annesine her zaman çok saygılıydı. Babası da diplomattı. Ben de Dışişleri’nde çalıştım. Babasını 14 yaşında iken kaybettiğinde birden olgunlaştı ve ailemizin babası oldu. Son gününe kadar da hep böyle devam etti bu. O çok iyi bir oğuldu.
– Türkiye’de dışarı çıkabiliyor muydunuz, gezebiliyor muydunuz?
– Ankara’yı sevmiştim. Yaşanacak, dinlenecek bir şehirdi. Şehir merkezine pek gitmiyordum. Ama Elçiliğe yakın parklara gidiyorduk Andrey’le. Seviyordu buraları. Gariban çukurlardan ne güzel parklar yapmışlar diyordu. Bazı küçük kasabalara gidiyorduk. Mesela Beypazarı diye bir yer vardı. Orayı çok seviyordu. Yiyecekler çok güzeldi. Vakit olduğunda yemek yemeye giderdik.
– Andrey Bey’in annesi olarak Türk halkına son olarak ne söylemek isterdiniz?
– Tabii bir anne olarak konuşmak kolay değil. Türk halkının ne kadar üzüldüğünü biliyorum. Ben bütün insanlığa şunu demek isterim ki, hayatı korumaya ve hayatın değerini anlamaya herkes gayret etsin. Hayatın ne kadar kıymetli bir şey olduğunu anlasın herkes. Dünyada böyle şeyler yaşanmasın…